Dilek ŞEN
Bulgaristanlı Türklerin zorunlu göçünün üzerinden 33 yıl geçti: “Bir yerden başka bir yere gittiğinde bir kısmını bırakıyorsun”
Bulgaristan’da Türk azınlığa yönelik sert asimilasyon politikasının ardından yaşanan zorunlu göçün üzerinden 33 yıl geçti. Ancak bu göç, Bulgaristan Türkleri için hâlâ unutulmaz bir acı. Bulgaristan göçmenleri Sefer Oral, Harun Abiloğlu, Reyhan Özdilek ve Sinem Arslan; göç ve göçmenlik hikayelerini Medyascope’a anlattı.
Bulgaristan’da Aralık 1984 ve Kasım 1989 tarihleri arasında Türk azınlığa sert asimilasyon politikası uygulandı. “Yeniden Doğuş” olarak adlandırılan bu politika, yıllar sonra 1954’ten o güne dek ülkeyi yöneten Todor Jivkov’un “komünist bir diktatör” olarak anılmasının başlıca nedenlerinden biri olacaktı. Ve süreç, Türk azınlığın zorla yerinden edilmesiyle sonuçlanacaktı.
O yıllarda, Türklerin adlarının Bulgar adlarıyla değiştirilmesinden Türkçe konuşma yasağına, kitapların toplatılmasına, radyoların kapatılmasına, düğünlerin yasaklanmasına ve hatta kimi çocukların ailelerinden alınarak yatılı okullara yollanmasına kadar pek çok insanlık suçu işlendi.
Türklerin din özgürlüğüne yönelik baskılar da ağırdı. Namaz kılınması, sünnet olunması, oruç tutulması yasaktı. Kimi camiler yıkılmış, dışarıdan duyulacak şekilde ezan okunması engellenmişti. İsim değiştirme kararından mezar taşları bile nasibini almıştı. Cenazelerin İslami usullere göre gömülmesi de yasaklar arasındaydı.
“Niye adımı Angel yapıyorsun?”
Bulgaristan göçmenlerinden, emekli öğretmen Harun Abiloğlu, o günleri hatırlatırken “Niye sen benim adımı Ahmet’ten Angel yapıyorsun? Sen kendi adını Angel’den Ivan’a koysan yine razı gelmezsin. Çünkü senin annen baban vermiş, budur senin ismin!” diyor.
Yasaklara uymayı reddedenler, toplama kamplarına gönderiliyordu. Todor Jivkov, Mayıs 1989’da yasaklara karşı düzenlenen gösterilerde çok sayıda insanın yaralanması ve ölmesi üzerine, isteyen Türklerin Bulgaristan’ı terk edebileceğini söyleyip Türkiye’den sınırını açmasını istedi. Takvimler 29 Mayıs 1989’u gösteriyordu. 360 bin kişi için “Alabileceğin kadar eşya al ve Bulgaristan’dan ayrıl” göçü başlamıştı. Dönemin başbakanı Turgut Özal’ın da iç siyasette bir propaganda aracı olarak kullandığı bu göç, tarihe İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’daki en büyük zorunlu göç hareketi olarak geçti.
Eşikte bir yaşam: Vatan mı, anavatan mı?
Jivkov yönetimince, Müslümanlaştırılmış Bulgarlar oldukları iddiasıyla ve “500 yıllık Osmanlı Devleti esareti sona erdi” denilerek sert asimilasyona tabi tutulmaya çalışılan Türkler, Türkiye’ye geldiklerinde de çeşitli ayrımcılıklara uğradılar. Kendilerine “Bulgar Türkü” değil “Bulgaristan Türkü” denilmesi gerektiğini belirten bu göçmenlerin dinleri, dilleri ve gelenekleri Türkiye’de de sorgulandı. Yıllarca “Nece konuşuyorsunuz? Oradaki adınız neydi? Müslüman mısınız?” gibi soruları yanıtladılar. Kadınlar göçün ilk yıllarında cinsiyetçi söylemlere maruz bırakıldılar. Bir yandan da hayatta kalmaya çalıştılar.