Tarih: 24 Kasım 2019
Yazan: İbrahim SOYTÜRK
Konu: Oligarşi Piramidi Altında Ezilen Sakat Devlet

Her yıl olduğu gibi bu sene de Kasım ayı eskiyi yorumlama uğraşılarıyla geçti. Sorularına cevap bulamayan Sofyalı Bulgar gençler, Vitoş Dağı eteklerinde genişçe bir boş alan bulmuşlar. Oraya önce saman balyaları taşımışlar, ataları gibi üst üste yığıp üste çekilen çatıya taş levhalar dizerek eskiyi yaşıyorlar. Arkada bir at çiftliğinden kişnemeler geliyor. Akşamları alanda ateş yakıyorlar. Ateş çemberi içine kor yayıp çıplak ayakla üzerinde geziyorlar. Bu, şeytanları kovmanın bir yolu… yanan kılıçla oyun oynamak ise daha sert bir yöntem. Seyircileri var. Her akşam toplanıp seyrediyorlar.

Bu tarih sevdalıları “Vılkaşin” derneği kurmuşlar. Bulgar efsanelerinde “Vılkaşin”, Bulgarların dağdan dağa adımlayan, bir oturuşta beş kuzu yiyen, 3 kofa su içen ve halkanın gücünü anlatan mucize kahraman. Bunu bilenler böyle bilirken, gösterileri izlemeye gelenlere anlatılan efsane biraz farklı.

“Vılkaşin” eski Bulgarcada  “Aşin Kurt” anlamındaymış. Günümüz Bulgarcasındaki “vılk” eski Bulgar dilinde “kurt” demekmiş ve “Arşin” ise eski Bulgar soylarından biri.  Anlattıklarına göre bu soyların sayısı 22 imiş. Anlatılana göre bu yollar nereleri dolaşırsa dolaşsınlar hep aynı kavşağa çıkmış.

Bu öykülerin Bizans ayağında anlatılar Bulgar kavmine “köpek huylular” demişler. Neden  “Kurt huylular” dememişler Bulgarlara bilemiyorum. Öyle olsaydı, biz bugün Bulgarlarla anlaşır olurduk, çünkü biz Kurt südü emmiş bir milletiz. Vitoş Dağı eteklerindeki ateş başı sohbetlerinde henüz bizim kadar derinleşmeseler de yolcu yoluna devam ediyor…

Sohbetlerde  ‘devlet’ konusu en fazla zaman alıyor. Devletin askeri birlikten doğduğuna inanıyorlar. Aileden soya, soydan boya, boydan millete giden yolu izlemeleri zor olmalı. Milletlerin kırılırken yok olduklarından da söz etmiyorlar. Bulgar milli yolunun Hazar Denizi ile Karadeniz arasında bir vadiden başladığına inanan bu grup alanda yanan ateşi gece gündüz koruyor ve bu ateşin Bulgarlık ateşi olduğuna, bilimin de yaşayan tarih olduğuna inanıyorlar.

***

Tabii tarihi canlandırmak ve eski günlerde yeniden yaşamak olanaksızdır. Eski zamanlardan birkaç günü derin dondurucuda buzlanmış bir halde bulsak ve gün ışığına alsak, buzu çözülünce dayanamaz, kısa sürede yeniden geldiği yere dönmeyi seçer.

Çünkü hasır veya perde ardından yönlendirilip yönetilen iktidarı ve hayatı kabul edemez.  Olup biten her şeyin kulislerde paketlendiğini görünce çıldırır. Hayatın nesnel kurallarını, dini, yasa ve yasallıkları, edep ve ahlakı reddeden bir kişisel yönetimin putperestlik yolu seçtiğini haykırır ve olamaz, kabul edemeyiz demekten çekinmez ve gördüğünü söyleyemeyen günümüz insan ve topluluklarına ve toplumlarına güler. Kamu kuruluşlarının bu kadar sıkı kontrol altında bulunmasını, sosyal medyanın dilinin bağlanmış olmasını gülünç bulur.

Bugün gözle görülen sırtına piramit şeklinde biçimlenmiş bir oligarşi binmiş ve sakatlanan devleti eziyor. Toplum can çekişiyor. Yol bulamıyor. Doğum durmuş. Uçak bileti alacak parayı bulan uçup gidiyor.

Toplumun en zor sorunu bir rejimden (devlet düzeninden) başka birine geçmektir. Bu nedenle olacak ki, Bulgaristan’da 1989’da başlayan sürece “Geçiş Dönemi” dedik. Düğümüz ya da dönmek istediğimiz toplumsal düzene işaret de edilmiyor. Temel sorun da hangi Bulgar devletine notsalci besleniyor sorusudur.

Monarşi yıllarında kurulan Bulgar devleti 9 Eylül 1944’te yıkıldı. Kadroları öldürüldü. Monarşinin kurduğu devlet yaralandı ve 1944-1989 döneminde yöneten sakat bir devletti. Alman Nazi devletinden farklı tarafı, toprağı tapusuz kooperatifçilik biçimine, sanayide üretim araçlarını tümüyle devletleştirmesidir. Köylüler ve kentliler hepsi birden proletarya olmuştu. Devlete çalışıyorlardı. Üstüne üstelik 1944’ten sonra memleketimiz Sovyetler Birliğinin sömürgeci görevlileri (memurları) tarafından yönetiliyordu. Ülkede en fazla sömürülen, kör bırakılan, yoksulluğa itilen kesim azınlıklardı. Manevi olan hiçbir şeye dikkat çevirmeyen, değer vermeyen, kendi değerleri olmayan, Avrupa Birliğindeki ortak değerleri de uygulamayan bir iktidardır 1989’dan önce ve bugün halkımızı ezen. 1990’dan beri Bulgaristan’da yeni bir devlet kurulmuyor. Tek dilli, tek dinli, tek kültürlü iktidar ayakta kaldı. Değişen hiç bir şey yok. Bu yönde hiçbir deneme yapılmadı mı, adım atılmadı mı? Şöyle bir deneme yapıldı.

Yeni biçim bir devlet kuruculuğunun ilk adımını atan Başbakan Filip Dimitrov (8 Kasım 1991 – 30 Aralık 1992)atmıştı.  F. Dimitrov’un kurduğu hükümet oligarşinin darbesiyle yıkıldı ve ardından Bulgar mafyası biçimlendi. Yeni Bulgar devlet duruculuğu yönünde sistem çalışmalar yapıldığını Başbakan İvan Kostov dçneminde 1997-2001 yılları arasında gördük.  Birleşik Demokrasi Güçleri 2001 seçimlerinde 2. Görev süresine geçebilseydi, günümüzde Bulgaristan’ın görünümü başka olacaktı. İv. Kostov’tan başka hiçbir başbakan rüşvet almadan çalışmadığı için 6 bakanını birden görevden atmamıştır.

Şunu önemle belirtmek yerinde olur, Çar II Simeyon (24 Temmuz 2001 – 17 Ağustos 2005), Üçlü koalisyon (17 Ağustos 2005 – 27 Temmuz 2009)ve Plamen Oraşarski (29 Mayıs 2013 – 6 Ağustos 2014) ve hatta GERB yıllarında Bulgaristan NATO’ya girdi. Avrupa Birliği’ne alındı. Birleşik Amerika ile yakınlaştı. Fakat yeni devletçiliğin kuruculuğu yönünde adım atılmadı.

Bu kuruculuğu tamamlanmamış, yarım kalmış bir devlet tarafından yönetildiğimizi itiraf ediyoruz. Sakat bir adamdan sadaka alınmaz.

Bu bakıma bizim Bulgar devletinden eğitim, kültür ve sosyal alandaki beklentilerimiz gülünçtür, çünkü adamın verecek bir şeyi yok, o sakat bir devlettir. Yöneten eski totaliter rejimin baskı ve terör mekanizmasıdır. Onları beslemek ve asla rahatsız olmamaları için 1 Ocak 2018’de Başbakan Borisov polis gücüne 100 milyon Avroyu avunmaları için hediye etmedi mi? Kime verildi böyle bir para? 30 yıldan beri kimseye verilmedi. Bizim memlekette her çeşit reform yapılma denemesi yapılabilir, fakat hiçbir reform yapılamaz.  Bugün Demokratik Bulgaristan koalisyon başkanı olan hukukçu II. Borisov hükümetinde Adalet Bakanı iken, Yargı Reformu yapmak istedi. O zaman L. Mestan yönetimindeki HÖH partisi buna engel oldu. Neden mi? Çünkü HÖH lider takımının oligarşiden beklentisi vardı. Ardından Ahmet Doğan deniz köşkünü tamamladı. Devlet bankasından teminatsız krediler aldı ve yuttu bitti.

Bulgaristan’da Borisov hükümeti yasalar içinde çalışmıyor, yasaları kendi yolsuzluklarına uyduruyor. Son haberlere göre, Borisov hükümetleri yıllarından taşınmaz değişimi dalaverelerinden, devlet 40 milyar leva soyulmuş. Bu soygun  Başsavcı S. Tzatsarov, Baş Savcısı Yardımcısı da İv. Geşev idiler. Şimdi Geşev Başsavcı, Tzatsarov da Ruşvet İşlerinden Zenginleşenler Komisyonu Başkanı atanıyor. 7 yıl başkanıyken bir olayı çözmeyen bu ekipten bir şeyler beklenmesi boş iştir! Savcılık devletin ana organlarından biridir. Çalışmıyorsa bünyede kalp çalışmıyor, yani ölüm yakındır, anlamına gelir. Yasaların çarpık duruma uydurulması ve yolsuzluk yapanlardan bakan atanması, yargı ve savcı olması, Bulgar devlet bağımsızlığına ve çok yüzlü sahtekârlığın yaşam hakkı bulmasına toplumsal temeldir.

Demek istediğim “Faşizm” kitabını daha 1963’te kaleme alan ve 1980’ler başında yayınlayan Dr. Jelio Jelev Bulgar monarşisi devrinde (1879 – 1944) döneminde yapılanan faşist devletin, 1944’ten sonra bozulmadan yaşamaya devam ettiğini ve Bulgar komünist totalitarizm rejiminin kurulmasına omurga ve temel olmuştur ve son 30 yılda yıkılamayan, sakatlanan ve özürlü kalan aynı rejimdir.

Küçük bir farksa şudur:

Bu ay 10 Kasım 1989’da Jivkov’un yıkılmasını, Berlin Duvarının yıkılmasını, “Prag Baharı” ve 1956 Macaristan olayları hatırlıyoruz. Zorunlu göçü kınıyoruz. Bu olayların biz Türkler için “soy kırım denemesi” duyuruyoruz. 30 yıl öncekindeki totaliter rejimde ülkemizde 82 toplama kampı olduğunu, grup halinde sürülen Türklerin 200 yere dağıtıldığını ve onlar için de 200 toplama merkezi kurulduğunu 90 bin kişinin sürüldüğünü, yıllarca taş kırdırıldığını, zulüm görüldüğünü anlatıyoruz.  Ve bu toplantılarda Stalinizmi, Nazizmi, Faşizmi, Hitlerizmi ve diğer totaliter rejim biçimlerinin tümünü kınıyoruz ama sanki gerçeği göremiyoruz veya görmek istemiyoruz. Bizim için kurulan kumpasları, tuzakları, saçılan ideolojik zehri anlatıp açıklamak ve herkesin öğrenmesini sağlamak ödevimizdir.

Lütfen paylaşınız.
Teşekkür ederim.

 

 

Reklamlar