Rafet ULUTURK

10 Kasım 1989’a kadar yani Bulgaristan’da resmi verilere göre 16 860 irili ufaklı sanayi işletmesi vardı. Bugün, 19 Şubat 2014, yani 24 yıl sonra Bulgaristan’da sosyalizm yıllarından kalma büyük ve küçük ölçekli 300 sanayi işletmesi ile çeyrek yüzyılda yabancı sermaye yatırımlarıyla kurulan 200 işletme yani toplam 500 endüstri tesisi çalışıyor.

Bu gerçeği yazarken olduğu kadar okurken de yüreği cız edenler olduğunu biliyorum. Çünkü bu işletmelerin yarısından fazlasından siz çalışıyordunuz. Onları kuranlar da sizdiniz. İşleyip aldığını paralarla ev kurdurdunuz, araba aldınız, çocuklarınızı okuttunuz. Sonra kovuldunuz. Yurdu terk etmek zorunda kaldınız ve ardından milyonlar ülkeden kaçtı.

Size yapılan kötülükleri Allah çekmedi ve ardınızdan her şey hurda oldu, çöktü, satılan satıldı, bu çapulculuktan elde elden paradan hayır gören olmadı.

 

16 360 küçük ve büyük ölçekli sanayi tesisi yıkıldı. Bu işletmeyi neden yıkıyorsun diyen olmadı. Bir muhtar bir belediye başkanı ağzını açmadı. Polis görmezden geldi. Düne kadar her konuda gizli polise rapor verenlerin kalemi kırılmıştı. Tutuklanan, sorgulanan, yargılanan, hapse giden olmadı mı?

Neden her şey yok oldu?

Bu soruyu sormak hakkınızdır. Yanıtlıyorum:

YOK OLMAYA KARŞI KOYAN OLMADI!

Hırsızlık işine yediden yetmişe hepsi katıldı. Ne çalarken, ne kaparken, ne aşırırken, ne uçururken hiçbir işe fesat karışmadı. Fesat karışmayınca da yapacak bir şey yok.

 

Son olarak; NATO üyesi olmamızdan sonra,  Amerikalılar Karadeniz kıyımızda Burgas ilinde bir köyün kenarına bir askeri uçak alanı kurmuştu. Uçuş ve iniş için tamamen hazır edilen askeri limanı konserve edip bekçilere teslim ettiler.

Çingeneler önce kiremitleri, cam çerçeveyi, döşemeyi, kapıları talikalara yükleyip gece gündüz bir yerlere taşıdıktan sonra, beton içindeki inşaat demirlerini ve köşebentleri çıkarıp hurmaya vermek için bütün tesisin ve pislerin betonunu parçaladılar.

Bu hırsızlıktan de hesap arayan yok!

 

Ne yazık ki, Bulgaristan’daki YOKOLUŞ yalnız ekonomik ve sosyal bakıma değil, toplumun her bir yanını sarmış ve alabildiğine ilerliyor.

 

YSK ile gelen ve yüzümüzde patlayan yeni iki durum:

Yukarıdakiler iktidarda kalma derdinde. Parlamento her gün toplanıp Yeni Seçim Kanununu (YSK) görüşüyor. 500 sayfalık YSK’dan 290 sayfası kabul edildi. Oylama madde madde yapılıyor.

Her madde eski maddenin bir yeni kopyası. Bizi ilgilendiren ve hepimizi büyük kayba uğratan yeni bir madde var:

Seçim Propagandası yaparken Türkçe konuşmak yasaklandı.

Konuşmalar Bulgarca yapılacak. L. Mestan ağabeyimiz derdini tercümanlı anlatacak. Tercüman kullanmazsa ceza kesilecek. Birini cezası 2 000 levadır, henüz ödemedi. Şimdi tercümanlara gündelik ödeyecek.

 

İki:

Bizi ilgilendiren ve üzerinde Sosyalistler, GERB ve “ATAKA” milletvekili gruplarının uyum sağladığı bir madde daha var. Bir kişi oy kullandığı yerde, (köyünde, kasabasında) bir yılda 6 ay kalmamışsa, yerel seçimlerde oy kullanamayacak. Bu kanun maddesi, bir yandan Türkiye’de oturan veya çalışan soydaşlarımızı, bir de Batı ülkelerine çıkan 2 milyondan fazla gurbetçimiz açısından ele alınmalıdır.

Bu kanun kabul edildiğinde biz Vatanımızı bir nebze daha kaybetmiş olacağız.

Hepimiz özgürlüğümüzü ve demokratik seçme ve seçilme hakkımızı da biraz daha ve bu gidişle kesin olarak yitirmiş olacağız.

Şunu unutmamak gerekir, Bulgaristan kendi vatandaşını besleyemeyecek, geçindiremeyecek duruma gelmiştir. Gurbette çalışan bu arada Türkiye ve KKTC’de çalışan soydaşlarımız 2013 yılında Bulgaristan’daki yakınlarına toplam 1 milyar 972 milyon (1 972 000 000) Euro para göndermiştir.

Bu yardımlar olmasa Bulgaristan 2 yılda yaşlılar kabristanlığı olurdu. AB’den yılda 2 defa gelen ve yetim yurtları ile yaşlılar kampuslarına dağıtılan fasulye, pirinç ve ayçiçeği yağının yaşamı hayatta tutmak için yeterli olduğunu zannedenler yüzde yüz yanılıyorlar..

HÖH Sosyal Politika Bakanı Hasan Ademov’un 2014’te emekli maaşlarına yaptığı 4.5 (dört buçuk) leva zamla hayatın süreceğini hesaplamış olanların matematiği de çarşıya uymaz.

Durum ağır ve zordur!

Bu gidişle yerel seçimlerde sadece ev bekçisi nene ve dedelerimizle kedi köpekten başka oy kullanacak adam kalmayacak.

Bultürk Derneği ve Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezimizin genel değerlendirmelerine göre, YSK’da yapılan bu ikinci değişiklikle Türklerin seçim hakkına yeni bir darbe aldı.

Ben yerel seçime katılacağım diye seçimin yapılacağı günden 6 ay önce seçim yöresinde yaşama zorunluluğu bir saçmalıktır. Türkiye’de, KKTC’nde, Almanya ya da İspanya’da çalışan bir Bulgaristan vatandaşı sandık başına gidip muhtarını, belediye başkanını seçebilmelidir. Bu her birimizin doğal ve yasal insan hakkıdır. YSK’daki bu yasakla soydaşlarımızın demokratik hakları ve seçme ve seçilme gibi medeni hakları kısıtlanmıştır. Protesto edilecek bir şey varsa budur. Ve bu kanuni yasaklar Bulgar Parlamentosu Hukuk Komisyonu Başkanı HÖH Milletvekili Metin Kazak zamanında gerçekleştiriliyor. Yarınki gün hepimizin yüzüne, bu kanun değişikliklerini siz kendiniz istediniz, önerileri genel kurula, oya sunan sizin vekillerinizdi, demezler mi?

Bu iki yasak, Bulgaristan Türk ve Müslümanları politik yaşamdan uzaklaştırmayı, siyasetten ötelenmemizi amaçlıyor, anti-demokratik olan derin sinsi planlara hizmet ediyor.

 

Seçim arifesinde çalınan iki eski melodi:

1)      Seçim yasasını kökten yenileyip ülkede demokrasinin hava almasına hizmet edeceğine

yeni yasak ve kısıtlamalar getirmeye gayret eden hükümet partileri BSP ile HÖH mevcut durumun korunmasından bu gün çıkarlıdırlar. Bulgaristan’da, BSP seçmen kitlesini oluşturan yaşlı köylülerin kafalarına genel çöküşle ve topyekûn yok oluşla birlikte yerleşen “BSP işleri düzeltir” saçmalığı nefes almaya devam ediyor.

İşleri bütün gün emekli maaşı beklemek olan yaşlını almış köylülerde, şehirlerdeki dairelerini kiraya verip eski köy evlerine barınanlarda,  kış aylarını huzur evlerinde geçirenlerde “BSP kurtarıcımızdır” saplantısı var. Bu kör çiviyi yaşlı seçmenlerin kafasından söküp atmak olanaksızdır. Durumun vazıyeti öyle bir hal almış ki, şu kış aylarında günde 5 defa küçük bir kadeh rakıcıkla demlenen ve TV’de 10 kez “BSP” sözünü işitince gönül rahatlığı geçiren bu kesim, oyunu eski partiye vermekten haz alıyor. BSP yönetimi de, aynı memnuniyeti,  bu insancıkları devamlı aldatırken ağızlarına seçimden seçime bir parmak bal sürmekten yaşıyor.

Kyarsız geçen Şubat ayında devletin köy hırsızlarına karşı 15 ile jandarma göndermesi de seçim yatırımı gibi bir şey oldu. Jandarmalar “kurtarıcı” havasıyla karşılandı. Birkaç Çingene çocuğu yakalandı. Birkaç ceza kesildi. Kimileri sorgulanıp toplandı. Ne yazık ki, Çingene hırsızla köy ve kasabalarda sirke gibi, kile gibi, bit sürüsü gibi, birkaç tanesini tırnakların arasında ezmek ya da daha kodaman kan emici kenelerin şişip düşmesini beklemek, bizim dilimizdeki “ölme eşeğim ölme bahar gelecek” tekerlemesinin karşılığıdır.

Sofya Kent Mahkemesi’nde görülen bir davada iki yaşlı köylü kadının emekli maaşlarını çalmak için evlerine gece giren hırsız Çingene gençlerin kadınların ırzına geçip sonra onları öldürdüğü ortaya çıktı.  Müebbet hapis cezası alsalar da ne olacak, değişen bir şey yok!

Yine Burgas köylerinin birinden tren istasyonunun önünden 500 metre tren rayı bir gecede sökülüp taşındı. İyi ki, ilk yolcu treni gelmezden önce istasyon şefinin haberi oldu da, kaza tren yolda durduruldu. Burada söylem istediğimiz “BSP KURTARICI” formülü sosyalist partiye oy getirmeye devam etse de, Bulgaristan’da hızla ilerleyen yok oluşu durdurma formülü olarak geçerli değildir.

Kendine sol parti süsü veren, ama sağda oynayan, tekkelerin ve oligarşinin hizmetinde olan, halkı ezdiren, üretimi canlandıramayan, 2014 bütçesine biricik, damızlık olarak bir tanecik sanayi tesisi kurmayı, 20’ye veremezse hiç olmadı 10 kişiye iş vermeyi hedef edemeyen, hiçbir üretimi finanse edemeyen bir politik partiden ve onun iktidarından ne beklenir?

Bütün sorunları kürsü konuşmaları ve el sıkışmalarla, ziyafetten ziyafete çözeceğini zanneden sosyalist parti, kendine çeki düzen vermezse, Tüzük değiştirip, Program kabul etmezse, ideolojik olarak belirlenmezse, kesin ve kesin kendisi de, parçalana bölüne yok olmaya mahkûmdur.

 

24 yıldan beri havlayan Hak ve Özgürlükler Partisi’nin “adlarınızı yine değiştirecekler”, “camiler taşlanıyor!” aman dikkat edin “sizin güvenceniz biziz!” köpekleri artık işini iyi biliyor.

Tükler aleyhine çıkan kanunlara, camilerimizin taşlanmasına, insanlarımızın devamlı rahatsız edilmesine, Bulgar ırkçılarının saldırılarına karşı bir tek DEKLARAYSON bir tek BİLDİRİCİK yayınlasa canımız kurban. Lütfü Mestan’ın göbeği de sanki gizli görüşmeler çöplüğüne atılmış. Devamlı gizli, gözden kulaktan uzak görüşmeler yapıyor, hep fıs kös. Bu ne zamana kadar böyle devam edecek?

 

Ortak oldukları yaptıkları hususlar:

Bu kargaşalı durumda BSP ile HÖH’ü birbirine bağlayan noktalar da var tabii.

Bunlardan biri her iki parti de hiçbir şeyde ve yerde köklü değişiklik yapılmasına izin vermemektir.

– Bir) Her iki parti de seçimlerde her kesin oy kullanması zorunluluğuna karşı çıkıyor, çünkü “zaten bir şey olmuyor ve olacağına da inanmıyorum” düşüncesinde olan kesimin (12 Mayıs 2013 seçimine oy kullanma hakkı olanların  % 48’i katılmadı), oyları muhalefet partilerine kayarsa, politik denge değişecek ve iktidar olma şansını kaybedebilirler.

– İki) Elektronik oy kullanmaya da razı değiller, çünkü bilgisayar kullanabilen, aydın, okumuş kesimin muhalefete oy vereceğini hesap ediyorlar. Bu da iktidar şanslarına darbe olabilir. Elektronik oy kullanma Anaya tarafından da yasaklanmış durumdadır.

– Üç) macoriter sisteme göre oy kullanılmasına da taraftar değiller. Çünkü o zaman milletvekili listelerini Parti liderleri hazırlamayacak, seçmen kendi milletvekili adayını gösterecek ve kendi adamını meclise gönderecektir. Her iki partinin majoriter sistemde mecliste milletvekili olmaması tehlikesi olduğundan, bu işe hiç mi hiç yanaşmak istemiyorlar. Majoriter sistem uygulandığında, 24 yıldan beri milletvekilliğini meslek edinenlerin bir daha parlamentonun yakınına arabasını bile park edememesi yolu açılabilir. Kuşkusuz, böyle bir durumda HÖH ve BSP taraftarı olmayan birçok genç aydın meclis sandalyesinde yerini şerefle alma olanağı bulacaktır.

 

Şüphesiz bu hususlar Bulgaristan’da demokrasinin kendi yaşam alanı genişletmesine engel olurken, sahnede daha değişik kurallar isteyen bir başka politik güç de yok. GERB farklı bir demokratikleşme yöntemi istemiş olsaydı, tek başına iktidar iken, istediği yasa değişikliğini kolayca dayatırdı.

 

Karamsar değil iyimser olmalıyız:

Tüm bu kavgalar, değişimler, yol arayışları ya da eski durumu koruma çabaları sürerken, değişmeyen bir şey var. Bulgaristan Batı dünyasına açılmayı kendine yol olarak seçti, AB ve NATO üyesidir. Bu çizgiyi izlemek zorundadır. Yükümlülükleri vardır.

Acı olan, Bulgaristan nüfusu ülkeyi terk etmeye devam etmesidir. Nüfusun üçte ikisi sosyal sigortasını, sağlık sigortasını ödemiyor. Yarın emekli maaşlarımız da kesilecek. Devlet ödeyemez duruma gelecek.

Ülke boşalıyor: Geçen sene, 29 547 nüfuslu Sandanski şehri nüfusu kadar bir kitle dünyanın değişik ülkelerine yerleşti.

Bu yara kanıyor. Bu yıl da başka bir Sandanski uçup gidecek. Dağlar taşlar, ovalar çayırlar kimsenin umurunda değil. Dünya devleri tüm mıknatıslara cereyan vermiş bizim insanlarımızı kendilerine doğru çekiyor.

Rusya Eğitim Bakanlığı yeni kararında Bulgar öğrencilere bedava yükseköğrenim öneriyor.

Almanya, Fransa, İngiltere gençlerimize tam burs teklif ediyor.

Lise bitiren her 3 öğrenciden birinin gözü dışarıda. Okusunlar bakalım, belki geri dönerler ve işleri üstlenirler.

Her yeni seçim kanunu eskimiş olana göre daha iyi olarak kabul edersek, neden şikâyetçiyiz?

Çünkü getirilen yeniliklerin içinde, milliyetçi, ırkçı kaynaklı, bizlere Bulgaristan Türk ve Müslüman azınlığına karşı olan hususlar var.

Bizi, hepimizi politikanın dışına iten maddeler var, işimizi zorlaştıran istemler var.

Bulgar Parlamentosunun yepyeni bir seçim yasası icat ederek, dünya demokratik parlamenter tarihine ışık tutabileceğine inanmıyorum.

Şimdiki değişiklikler de 1960 yılından Batı Almanya seçim kanunundan kopya edildi. Bütün gün dinleyip anlayamadıkları, devamlı uyukladıkları sandalyelerinde otururken, ara sıra elini uzatıp düğmeye basan ve elini düğmeden çeken milletvekillerimizin çok az bir kısmı hariç, hiç birinden halkımızın dertlerine derman beklemiyorum, onların toplum işlerine kafa yormadığını çok iyi biliyorum.

Kalbur kafalı olmasalar akıllarında bir şeycikler kalırdı. Bu işler böyle olmasa neden çökelim ki?!.

Ne yazık ki, öyle böyle derken, her bakıma YOKOLUYORUZ!

Her işin sonunda bir hayır var, sabrın sonu selamettir derler ya…

Reklamlar