Tarih: 26 Aralık 2019
Yazan: Dr. Nedim BİRİNCİ
Konu:  Borisov İktidarı Parti Ekseninden Kayıyor. GERB sökülüyor.

26 Aralık Bulgaristan Türkleri tarihinde en kara günlerden biridir. Hepimiz için kara bela, dehşetli felaket günüdür.  Her yıl memleketimizin dört yanından, köy ve kasabalardan, Türkiye’de ve diğer ülkelerden gelip Kirkovo’nun (Kızılağaç) Mogilyane (Yoğurtçular) köyüne toplanıp devlet terörünü ve halkımıza uygulanan soykırım ve Türk kimliğimizi söküp yok etme zulmünü kınayıp lanetliyoruz. Aziz şehitlerimizi anarak, sonsuz saygı ve minnettarlıkla minicik kızımız, ilk şehidimiz Türkan Anıdına çiçek ve çelenkler koyarak davaya devam etmeye yeniden ant içiyoruz.

35 yıldan beri aralıksız düzenlenen miting ve gösterilerimiz Bulgaristan Türk varlığının asla inkâr edilemeyeceğine, eğilimli bir yer olan Bulgaristan tarihsen kaysa bile, ayak bastığımız şu dağlarda ve ovalarda sonsuzluğa dek yaşayacağına kesin inancımızın parlak ifadesidir.

Bundan 35 yıl önce hayatta olmayan ve bundan 30 yıl önce neden göç ettiğimizi bilmeyen yeni kuşak Türkan Çeşmede her yıl nöbet devralıyor. Kesin inanmışlıktan, yeni bilinçli atılımlara yüreklenerek, dualarla, yemin ederek ve yılmadan ilerleme azmiyle Hak ve Özgürlük davamız güç topluyor.

Biz adlarımızı korurken, isimlerimizi ve haklarımızı geri isterken, kör kurşunlara hedef olurken aramızda saflarımızda “büyük” dediğimiz hiçbir kimse yoktu. 20. Asırda Bulgaristan Müslümanları önder kıyımı yaşadı. Kader işte. Bugün de yok! Kendini “lider” satan Ahmet Doğan, işlediği hainlikleri bildiğinden dolayı Rusların Bulgaristan’da ilhak ettikleri ve kıymetlilerine şatolar kurdukları Burgaz’ın güneyindeki “Rosenetz” üssünde gizleniyor.

Kürsüye çıkıp onun adına konuşan, Mustafa Karadayı şehitlerin anıtı önünde yalan söyledi. Korkudan düşman inine saklanmış hain Doğan’dan selamdan söz ederek, anma töreninin havasını kirletti. Şu iyi bilinmelidir. Şehitler uzaktan selam almaz, kahramanlıkları önünde boyun eğmeyenlerin hatırı ise hiç mi hiç sayılmaz, şehit kanına basanların ise aramızda yeri yoktur.

Yoğurtçularda ve Mestanlı’da kahramanlarımızın anıtları önünde yapılan törenler 2019 yılında yepyeni ve yüksek bilinçli bir anlam ve önem kazandı.

Türklük ateşimizi söndürmek isteyenler bu defa da yutkundu kaldı. Halkımızın birliğinden kaynayan kudret dağı taşı titretti.

Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, ayakta

26 Aralık şehitlerimizi anma törenlerine gelenler ne yazıktır ki, bu defa da gerçekleri işitmeden, öğrenemeden dağıldılar. Çünkü törenleri tekeline alan ve halkın önüne çıkıp boş boş konulan ve el kol sallayarak dinleyenlere bir şeyler ima ettiklerini zannedenler, aslında hiç bir şey söylemediler. Hayatları yalan olan bu kişiler, hizmetkâr ruhlu olduklarını da gizleyemediler.

Bulgaristan’da orta direk bir parti olmadığından, Borisov iktidarı kayıyor.

Çağdaş Bulgaristan siyasetinin en bilge yorumcularından biri olan Dr. Evgeni Daynov’un değişiyle ise, “Bulgaristan siyaseti artık ölüm yatağındadır.”

Bu tezimizi açıklamazdan önce, önemli olayı bütünsel açabilmek için, bir iki tarihsel noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum.

Bir. Osmanlı devrinde mayalanan Bulgar milli bilincini devrime taşımak isteyen komitacı başı Vasil Levski’nin hazırladığı siyasi programda, bir Cumhuriyetten söz edilir. “Monarşi” sözü yoktur. “Totalitarizm” değimi de yoktur. Bulgaristan’da yaşayan bütün azınlıkların kardeşçe birlik ve beraberliğinden söz edilir ki, bu ancak demokratik anayasal bir cumhuriyette olabilir, gerçekleştirilebilir. Bulgar milli devrimi cumhuriyeti gerçekleşmiş olsaydı, monarşiyi kabul etmiyoruz, halka dayanan bir egemenlik ve cumhuriyet düzeni, demokratik rejim istiyoruz stratejik hedefi gerçekleşecekti. 1918’de monarşinin yıkılması ve Cumhuriyet için Asker Ayaklanması oldu. 1923’te Eylül ayaklanması da demokrasi ve cumhuriyet için yapıldı.

V.Levski zamanında verilen mücadelede belirleyici olan, ne Rusya İmparatorluğundan ne de başka bir yerden dış müdahale istemiyoruz, dış güçler tarafından “kurtarılmak” istemiyoruz anlamını taşıyordu. Özünde, “kurtarıcı, her zaman yeni esaretçimiz olacaktır” anlamını taşıyordu.

Osmanlıya 1877’de savaş açan Rusya İmparatorluğu, arkasında duran Avusturya, Romanya, Polonya ve diğer güçlerin hepsi birer monarşi (Çarlık-Krallık-İmparatorluk) devletlerdi ve onlar Bulgaristan halkına ancak bir monarşi (Prenslik) aşılayabilirlerdi. 1879’da tam da öyle oldu. Büyük güçlerin kişiliği üzerinde mutabık kaldıkları Aleksandır Batenberg gelip Bulgar Prensliği tahtına oturdu. O, daha ilk günde, anayasal ve parlamenter Prenslik kılıfı hazırlayan Tırnova temel kanununa ters düştü, onu dar buldu.  Çünkü Osmanlı Padişahı gölgesindeki prenslik (knyazlık) topraklarımızın hepsinin kendisinin olmasını ve bu toprakların mülk sahibi olan köylüleri de şahsına bağlı toprak kölesi olarak görmek, çalıştırmak ve kullanmak istiyordu. Bu nedenle birkaç yılda anayasa maddeleri defalarca değiştirildi. Prens Batenberg kendisi başbakan oldu. Meclisi defalarca dağıttı. Sonunda kaprizli istekleri Bulgar kılıfına uymayınca 1886’da tasını tarağını toplayıp alıp başını gitti. Bu uyuşmazlık halkın anayasal demokratik cumhuriyet istekleriyle tek kişilik yönetim öngören monarşi hırsı arasındaki bağdaşmaz çelişkide düğümlüydü. Bir türlü çözülemedi. 2016 yılından beri memleketimizde Borisov’un tüm gücü elinde toplama çabalarında aynı eylemi izliyoruz. Ne ki 2019’da çözülme başladı.

Devam edelim:

Birinci Ferdinand döneminde (1886-1918) ve 2 askeri darbeye rağmen (1925 ve 1934) Üçüncü Boris (1918-1943) döneminde demokrasi, anayasal düzen ve halk iradesi ezildikçe ezilirken, Bulgaristan tek yumrukta toplanmış monarşi hükümdarlığıyla yönetildi yani 1917’te kadar Rusya Çarlığına ve Avusturya, Romanya, Yunanistan ve Sırbistan Krallıklarına uygun düşen bir biçimde yönetildi. Çarlık diktatörlüğü uygulandı.  Üçüncü Boris ülkemizde faşist rejim kurdu. Halkla, anti-faşist güçlerle ve azınlıklarla hesaplaştı.

1956’da başlayan Todor Jivkov devri – adına sosyalist demokrasi dense de, daha önce dünyanın hiçbir yerinde yaşanmamış ve torağın tapusuz ve hisse senedi değeri belirlenmeden, körcesine yapılan bir kooperatifleştirmeyle devletin eline geçmesi. Ufak, orta ve büyük ölçekli işletmelerin ve bankaların tümünün de devlet mülkiyetine geçirilmiş olduğu bir ortamda tek kişilik bir diktatörlük kapısını açtı. Bu yolun ucunda komünist totalitarizm vardı. Hukuk rafa kaldırılmış, komünist parti yönetimiyle savcılık sarmaş dolaş olmuş hesapsız kitapsız yönetime geçildi. Bunun şekli de, sözde mülk sahiplerinin (işçi ve köylülerin) komünist partisi tarafından yönetildiği yalanıyla bir dikey iktidar (orta direk) etrafına toplanması formülü uygulanmıştı. Müslümanlar diktatörlüğü kabul etmeyince göç kapıları açıldı. Tepeden tabana baskı yönetici zümrenin sanki yasal ve kutsal hakkıydı. Zalimden hesap soran yoktu. Sıkılan düğüm buydu. İnsanı insan olarak görmemek ve bir avuç çamur gibi, ondan ister koyun ister keçi yapmak, yani  Türklerden, Pomaklardan, Çingenelerden, Ulahlardan, Gagavuzlardan, Tatar ve Makedonlardan Bulgar kalıplama fikri böyle doğmuştu.
Dil yasaklamak, okul kapatmak, cahil bırakmak sanki moda oldu. Tabii bu işin mayasında, kısırlaşan Bulgarların azalmasından, memleketin azınlıklar tarafından “istila” edilmesi ve yönetilmesi tehlikesi de belirdi. İsim değiştirerek, kimlik körleştirerek sözde Bulgar milleti yaratma yolu seçildi. En sarsıcı olan da egemenlik şeklinin değişmesi ve tek dilli ve tek milletli Bulgar devletinden çok milletli, çok dilli ve çok kültürlü bir yeni devlet oluşturulması ve başına da Türklerin geçmesi tehlikesiydi. Bulgaristanda yaşayan azınlıklar arasında Türklerden başka milli bilinci olağanüstü yüksek, devlet kurmuş, devlet yönetmiş, isyan etmiş, politik örgütlenebilmiş, dini ve dili olan, aynı zamanda Türk dünyasından bir parça olma şuuruyla yaşayan başka etnik azınlık yoktu. Bu da Türk düşmanlığı körüklenmesine bir kaynak olmuştu. Rusların ve Almanların korkusu da buydu.

Ve biz bugün aynı olayı yeniden yaşıyoruz.

Köpeklik yapan Doğan’ın 19 Aralık gecesi “başa dönelim” demesinin anlamı da budur. Fakat artık “başa dönüş yolu” tıkanmıştır. Başa dönüş imkânı olsa, o, 20 Aralık sabahı Burgaz güneyindeki Rusya Federasyonu mülkü olan “Prosenets” köşküne dönüp, görülmeyen bir hayati tehlike atlatmış biri gibi “oh, şükür be!” demez, huzura sığınmazdı. Ahmet Doğan için Rusya esiri olmaktan başka bir çare kalmamıştır. O, siyaseten tamamen ölmüş, halk arasına çıkamaz duruma gelmiştir.

Mustafa Karadayı’nın “Ahmet Doğan ve Daniel Peevski’nin 24 saat koruma masraflarının bir kısmını parti ödüyor” sözlerinden utandım. Avrupa ve dünya tarihinde bir halk azınlığının kendine en büyük kötülükleri yapanların koruma masraflarını ödediğini duymadım. Bilmem inanacak mısınız? Bulgar karşı istihbaratının toplam yıllık bütçesi 132 milyon levadır. Ülkemizin milli çıkarlarına ancak zararı dokunmuş olan içeri atılmalarını engelleyen baş katillerin uşaklarına mitinglerde konuşma hakkı tanıyoruz ve onları alkışlıyoruz. Ve bu “ciğeri beş para etmeyen”  birkaç kaşığın korunması için 2020 yılı devlet bütçesinden 44 milyon leva ayrılmasına onay verenlere tahammül ediyoruz. Biz, 1984 yılının 26 Aralığında Türkan kızımıza ve tüm şehitlerimize ateş açanların soruşturulup kovuşturularak yargılanıp hainler, katiller, hilekârlar, dolandırıcılar, sahte liderler, topyekûn suçlular iddianamesiyle içeri atılmalarına engel oluyoruz. Hainler korunmaz, ipe çekilir. Ne yazık ki, biz henüz bu bilince varamadık. Doğan kendine bir gram güvense, kravatını takar Yoğurtçular ve Mestanlı mitinglerine gelirdi, ne ki, artık sıkmıyor, korku dağlardan büyük…

İşte bu siyasi ortamda 2019 yılının son günlerinin siyasi analizi şudur.

Boyko Borisov’un GERB partisi dağılıyor. Borisov artık partisine hakim değil. Bilinçlenen Bulgarlar ne monarşi yıllarına ne de Todor Jivkov diktatörlüğü yıllarına dönmek istiyor. Hem monarşinin (Çarlık rejiminin) hem de BKP öncülündeki çakma sosyalizmin aynı nitelikleri taşıyan diktatörlükler olduğunun bilincine varan genç nesil ülkeyi terk eti ve her gün dışa akım devam ediyor. Borisov seçeneksiz biri olduğundan dolayı, 2016 yılından beri Bulgaristan’da Todor Jivkov rejimine benzer bir şahsi diktatörlük kurmaya çalıştı. Bakan değiştirdi. Ortak değiştirdi. Görevden aldı, attı, geri çağırdı. Ne ki olmuyor. Onun bu hareketleri susuzlara su vermedi, açları doyurmadı, işsizlere iş sunmadı, yoksulluk ve kör cahillik derinleşirken, sosyolojiden anlayanlar Bulgaristan’da yaşayanların % 80’i “debil” dedi. Onun dediği hiçbir tez tutmadı. Hepsi kısır çıktı.

Şimdi HÖH siyaset süprüntüsü takım Borisov’a hademelik ediyorlar. Her sabah meclise çanta ile gelip, kilidini açık bırakıp gün boyu içine birkaç deste girsin diye bekliyorlar. Köfteler, votkalar, göz kızartmalar artık az geliyor. Avrupa Birliği ülkeleri milletvekilleri arasında en kabarık maaş alıyorlar o da artık doyurmuyor…

Gerçeği öğrenmek isteyenlere açıyorum, BKP uzantısı BSP (2005-2009) lideri ve Başbakan Sergey Stanışev şu iftirada bulundu: “Bulgaristan Sosyalist Partisi başkanı Kurnelya Ninova, parti kongre kararlarını, parti yönetim organı kararlarını tanımıyor, “biçtiğim biçtik, kestiğim kestik” lider olarak görüyor. B. Borisov’u örnek alarak partiyi gerpleştiriyor. En büyük örneği de, Ekim sonu Kasım başında yapılan belediye seçimlerinde BSP’nin Sofya Büyük Şehir Belediye Başkanlığına Başkan adayı göstermemesi ve böylece iktidar partisi adayının kazanmasına arka olmasıdır.

Partinin, “elma elmaya baka baka kızardığı” gibi GERB-leşmesi örneğini ise, Bulgaristan’ın Başsavcılık Cumhuriyeti yaşadığı ihtarlarına, gösteri ve mitinglere rağmen, meclis oylamasında 46 sosyalistin Başsavcı için “Evet” oyu kullanmasında görüyoruz. Son 30 yıl totalitarizm çükündürlerini bir gram değiştiremedi maalesef… Şimdi de anayasa değişikliği yapılmasına itiraz ediyorlar!

Aynı zamanda GERP partisi artık bir iktidar partisi değildir. İktidar gücü partiden akmıştır. Ve yürütmenin bütün kudreti Başsavcılığın ve oligarşi temsilcilerinin eline geçiyor. Bu gidişle B. Borisov gegesine dayanmış çoban gibi ortada kalacaktır.  2019’un en önemli mücadele alanlarından biri, Başsavcılık seçimiydi. Yüksek rütbeli bir polis amiri olan İvan Geşev’in Başsavcı seçilmesine yol vermemek, anayasa değişikliği ile siyasi sistemin gitgide demokratikleştirmesi yollarını bulup açmaktı. Ve Yoğurtçular mitinginde yan yana dizilmiş HÖH yöneticilerinin ne konuştuklarını bilmeyerek, değişiklikleri fark edemeyerek ve siyasetten bir haber tavırlarıyla da besleniyor. 2 hafta önce Başsavcı İvan Geşev’e ve dolandırıcılıkla mücadele komisyonu başkanlığına S. Tsatzarov’un seçilmesine oy vererek,  destekleyerek monarşi ve totaliter komünist diktatörlüğün devamı olan Başsavcılık cumhuriyeti diktatörlüğünü göreve çarken hatta el atmalarına anlam vermek gerçekten çok zor.

Onlar için başa dönmenin anlamı totalitarizme, zulüm yıllarına dönmektir.

Ahmet Doğan’a aklı başkaları verdi. Lütfü Mestan’ın okuduklarını başkası yazdı. Karadayı’da ise hiç yok, ne yapacağız bilmem…

Okuduğunuz için teşekkür ederim.
2020 yılına sağlıklı girmenizi temenni ederim.
En iyi günler sizin olsun.
Teşekkür ederim.

Reklamlar