BGSAM

Şu güneşin altında canlı olan her şeyin gelişerek değiştiği, büyürken yetkinleştiği gibi Bulgaristan Türklerinin Kimliği de oluşum gelişim ve olgunlaşma süreci yaşamıştır. Bir defa 1878’e kadar Bulgaristan yokken Bulgaristan Türk kimliği de yoktu. Bulgaristan Prensliği kurulunca ve sınırları içinde yaşayan Müslüman Türkler eşit haklı vatandaş ilan edilince yeni bir statü belirdi. Bu statüye göre, doğum kâğıtları, teskere ve devlet kayıtlarında Türk, Çingene ve Pomak’tan önce “Müslüman” kimliği belirdi. Genç Bulgar devleti Hıristiyan Bulgar olmayan nüfusu ancak dinsel kimlikli gördüğünden olacak etnik kimlik ayırımına henüz geçmemişti. Bunun bir nedeni de, Osmanlıda Hıristiyanların ve Müslümanların ve diğer dinlerden olanların, uyruk esasında, “ümmet” kimliğinden olmasından kaynaklandığından, ilk ayrışım ancak dinsel kimlik esaslı olmuştur. Ümmetten çıkan ve “son gideceğimiz yer Müslüman mezarlığıdır” diyenlerin hepsi bu topraklarda bin yıllık geçmişi olan İslam ağacının gölgesinde toplanmıştır.

 

Konumuz, 1878’den 2017 yılına kadar uzanan, birkaç gelişim aşamasından geçen, çok çelişkili bir iç dinamizm sergileyen, günümüzde de oluşturucu öğeleri ve yönleri üzerinde sert tartışmalar devam eden bir olguyu açmaktır.

 

Bizde şöyle bir söz vardır: “Müslüman ana babanın evladı Müslüman doğar.” Bu açıdan bakıldığında “93 Harbinden” sonra Bulgaristan’da kalan biz Müslümanlar sanki bireysel kimlikle değil de kolektif (ortak) kimlikle doğmuşuz daha öte değişime zorlanmamız ise sonradan kazanılan kimlik çizgileriyle olmuştur. Bu gerçeğin tarihsel aynası dilimizdeki  “bizden biriydi ama değişmiş” sözünde gizlidir. Burada değişmeyen temel kimlik, değişen ise üst kimliktir. Dilimizde bu “Özüm Türk Müslüman’dır” kavramında ifade bulur.

 

Maneviyatımızda oluşan kimlik anlayışımızdan biraz dışarı çıkıp eski kıtaya baktığımızda şunu görürüz. Büyüteç altına almak istediğimiz zaman kesimi Birinci ve İkinci Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşıdır. (1912 -1918) O yıllarda kişiliğin beş farklı dönemden geçerek geliştiğini anlatan Çek düşünür Sigmund Freud’un (1856 – 1939) eserleri Birinci Dünya Savaşı cephelerinde Alman askerler arasında en fazla okunan kitaplardır. Neden mi? O, 1879 Büyük Fransız Devrimiyle eski kıtaya doğan insan kardeşliğini ateşe verip küllerinde Alman kimliğinin diğer kimliklerden üstün olduğu ruhunu alevlendirmeyi başarabilmişti. Onun kıvılcımlarından “Mein Kampf” (Davam” çıktı.  İşte böyle mayalanan “üstün ırk” anlayışı daha sonra neredeyse tüm dünyayı ateşe veridi ve 50 milyon insan canından oldu.

 

Ne alaka demeyin lütfen! Çünkü Bulgaristan Müslüman Türk kimliği, Alman üstün ırk teorilerinden etkilenerek kan kabartan Bulgar ırk kimlinin üstünlüğü iddiası  ile mücadele ederek bu günlere gelebilmiştir. Geçen yüzyıl kimlik oluşturma davamıza 6 kitle göçü, isim, din, dil zulüm ve katliamlarıyla damga buran bu acımasız kimlik kapışmayla ilgili beynimde derin iz bırakmış üç misale yer vermek istiyorum.

 

Kuşağımın Bulgaristan Türkleri, 1912 Edirne Savaşı’nda Osmanlı ordularında savaşmış bir eli bileğinden kopmuş, ötekisi de hep değnekli dedelerimizin dizinde büyüdük. Türkiye’ye göç ettikten sonra, yerli ve yabancı gazeteci ve yazarların Edirne Harbi anılarını okumaya zaman ayırdım. O yıllarda, bir Odesa gazetesine cephe muhabirliği yapan Lev Troçky (1879 – 1940)  istihkâmda kulak misafiri olduğu bir konuşmayı haberlerinden birinde şöyle canlandırır:

 

  • Çavuşum ne istiyormuş bu gâvur?
  • İstanbul’u
  • Verelim çavuşum, onlar bizden medeni, onlar idare etsin, biz de yan gelip yatalım.

 

Günlerden Salı. Tarih 3 Mart 2015. Bulgar milliyetçiliğinin son zirvesi olan sözüm ona “Yurtsever Cephe” partisinin lideri Simyonov Sofya parlamentosu kürsüsünde hararetli konuşmasından sonra tam da Hitler gibi, sağ elini kaldırdı ve “Bulgaristan her şeyin üstünde!” diye bağırdı. Hitler önüne geldiği yerde “Deutschland Über Alles!” (Almanya her şeyin üstünde) diye haykırıyordu.

 

Bulgaristan Türklerinin partisiyim iddiasıyla 27 yıldır devlet sofrasından yemlenen HÖH partisi başkanı Doğan’ın 1 600 000 lv heybesiyle 17 IV 2005’te kurulan aşırı sol milliyetçi “Ataka” partisi Başkanı Siderov,  5 VI 2009 genel seçimlerinden önce Sofya’da “Malaşevtsi” semtinde bir kitle mitinginde Çingenelere şöyle dedi:  “Biz sizin hepinizden sabun yapacağız!” 1942’de Bulgar Çarı III. Boris Nazi Almanya’sındaki gaz kamaralı ölüm kamplarına 20 bin Romen vatandaşı göndermişti. Ne desek yalan, demokrasi koşullarında da insanların aklında olan ağzında..

 

Ve eğer etnik kimlik bir dinsel veya kültürel kimliğe ait olma bilinciyse, biz bugün Bulgaristan Müslüman Türk kimliği olarak Bulgar kimliğinden faklı olmakla birlikte, öteki Türk kimliklerinden de farklaşmış özgün yanlar, karakter çizgileri gösteriyoruz derken, çok farklı bir kavga ateşinde oluştuğumuza işaret etmek istiyorum. Bıçak üstü bu cambaz oyununu yüz yıl önce gören büyük şair Mehmet Akif, “Ya Bulgar ol! Ya geber!” demişti çekilen zulme. Ve bu cümleden olmakla, sabırlı, âlicenap, hoşgörülü, insan sevgisi dolu, çalışkan, yardımsever, alçak gönüllü, imanlı gibi birçok vasıfları özünde toplamış, namuslu ve dürüst olmayı yaşam tarzına alt doku (temel) etmiş milletim hakkında  “ama biz sizi öyle görmedik” diyenlere hep şu soruyu sormuştur:

Sen bizi ne zaman gördün?”

Ateşte mi?”

Örs üstünde tokmaklanırken mi?” yoksa

Suda soğutulurken mi?”

 

Ve bu ateşten gömlek dediğimiz kavgada, Müslümanlıktan doğan Türk kimliğimizin hayal dünyası, düşünme ve yaşama biçimi oluşurken, örs üstünde yüz yıl dövüldüğümüzden, sıcak demir gibi kap atmış ve çok incelmiş olabiliriz, ama hala varız.

 

Şu da var. Kimliğin en iyi ölçütü başkalıkla kıyastır. Bir başka değişle insan kendi kimliğini ancak başkalarıyla kıyaslayarak kavrayabilir. Bu, hem bireysel hem de ortak kimlik için geçerlidir.  Bizim kimlik oluşturma yarışında kendimizi kıyaslayabileceğimiz bir dostumuz olan  “öteki” yoktu. Belki “Türkün Türk’ten başka dostu yoktur” sözü bu gerçekten çıkmıştır. Kendi milli kimliğini bizi ezerek oluşturma çabasından kurtulamayan Bulgarlar uygarlaşmamızı engellemek için çok çaba harcarken ve hatta elinden geleni yaparken, bizi dilsiz, dinsiz ve bilgisiz bir ortamda kapalı tutma niyetinden hiç vaz geçmediler. Hatta medeniyet yolunda ilk adım olan köyden kente göç etmemize bile izin verilmedi.Kendi dilini devlet dili yaparken bizi bambaşka bir dünyada kör cahil bıraktılar.

 

Bu arada Doğu ile Batı medeniyetlerinin yüzleştiği Balkanların göbeğinde, Bulgaristan’da yaşamamız ve hiç sönmeyen bu büyük kavgada Müslümanlık ve Türklüğün darbe üstüne  darbe aldığı dikkate alındığında, ödevlerimiz hiç azalmadı.

 

Değinmeden geçemeyeceğim, çok önemli olan ben’in ötekini göz önünde bulundurmadan düşünememesi, karşımızda olan ve bizi eritmek isteyen Hıristiyan Bulgar kimliğidir. Bu bu öteki ile sürekli etkileşim halinde bulunduk. Aynı toplumsal ortamı paylaşsak da, en olumlu enerjiyle yüklü olsak da, tarihimizde nice komşu kapısı açık bırakmış olsak ve birçok çevrede iyiliklerimiz unutulmamış olsa bile,  biz Bulgarlarla siyam ikizi değiliz ve hiç olmadık. Bulgaristan Müslüman Türk kimliğinin özünü Bulgar kimliğine karşı, ona rağmen oluşturması var olabilmemizin ana koşulu ve kaçınılmaz yasallığı olmuştur. Burada geçerli olarak, ötekine bakarak bizim onun özelliklerini özümsememiz anlaşılmamalıdır. Biz kendi özelliklerimizi koruyarak geliştik. Ve bir tarih boyu ötekine insan olduğu için ve aynı yurdun vatandaşı odlumuz için saygı gösterdik.

 

Bir de şu var: 1878’den 1990’a kadar Bulgaristanlı Türklerin Türkiye’yi, oradaki yakınlarını ziyaret etmesi hep çok zor oldu. Biz hep Türkiye’den ve akrabalarımızdan koparılmak istendik. Kimliğimizin ancak yaşadığımız ortamda öz imkânlarımızla oluşturup biçimlendirmeye zorlandık. Büyük kavga yıllar yılı milli aidiyet konusunda yoğunlaştı. Bulgaristan’da yaşayan Türkler olarak Türk milletinden olmamız Bulgar devleti tarafından resmen kabul edilmedi. 4 Ocak 1990’da kurulan HÖH partisi de programında “Bulgaristan Türkleri Bulgar ulusuna dahildir” dedi.

 

Yine HÖH tarafından yaratılan ve dayatılan “Bulgar Etnik Modeli” Bulgaristanlı Müslüman Türkleri Bulgar ulusundan bir parça olarak ilan etmesiyle anadil, okul ve özgün kültür gibi konuları rafa kaldırdı. Asimilasyon yolunda son tuzak olan bu özellik, 2007’de Avrupa Birliği’ne (AB) de kabul ettirildi. Bu, milliyetçi-ırkçı Bulgarların bireysel ve toplumsal kimliğimizi canlı tutan kırıntı haklarımıza da saldırılar yoğunlaştırmasına kapı açtı. Seçim mitinglerinde Türkçe konuşma yasağı ile camilerde Türkçe konuşma yasağı bu deriden yalnız iki örnektir. Hedeflerinde Müslüman Türk kimliğinde siyasi ve dini bilinç yerleşmesine engel olmak var.

 

Çarlık Bulgaristan’da faşist yöntemlerle engellenen, “Bulgar ırkının üstünlüğü” saçmalığı altında ezilen, aynı asimilasyon (eritme) siyasetiyle totaliter-komünist rejim tarafında ise tamamen tok edilmek istenen Bulgaristan Türklerinin kimliği ciddi sınavlar verdi.

Güya kimliklerin örtüştüğünden kaynaklanarak “soya dönüş” zulmü gerçekleştirildi. Binlerce kişi hapis yattı, sürgün edildi, kurbanlar verildi. Faşizm ve totaliter-komünist rejim kaynaklı etnik kimliğimizi yok etme siyaseti devam ettirip sonuçlandırması şartıyla 1990’da HÖH partisine devredildi. Bu ıslah olmaz, gem almaz çarpıklık, 2016 “soya dönüş” zulmüne karşı mücadele şehitlerimizi anma törenlerinde yine aynı partinin liderlerinin matemli Türkler önünde yalnız Bulgarca konuşmaları yetmezmiş gibi, düzenlenen mevlitte Bulgar oyun havaları çalmalarına kadar saptı. Paylaşımların Bulgaristan’da Müslüman Türk kimliğine indirilen son darbelerin iğrençliğine örnektir.

 

26 yıldır Türk seçmen oylarıyla mecliste kalan ve her seçimde devlet bütçesinden oy başı11 leva alarak toplam 157 milyon levayı cepleyen Doğan tayfası bir Türk Okulu açmadı. Bir alfabe veya şiir-masal kitabı bastırmadı. Türkçe radyo ve TV yayını başlatmadı. Gazete ve dergi çıkarmadı. Bulgaristan Türk kimliğine çeyrek yüzyıl durgunluk ve çöküş yaşatabilmek için elinden geleni yaptı. Kimliğimizin aldığı darbeler ağırdı. Köylerimiz boşaldı. Yeri gelmişken belirteyim, “biz bu işleri düzelteceğiz” hevesiyle HÖH’ten ayrılıp yeni 6 Türk partisi kuran çok  “hevesli liderler” de Türk kimliği konusunda parmağını oynatmadı. En üzücü olansa, Türkiye’de eğitim alıp Türklük baharımızı yeşertmeleri umuduyla okumaya gönderilen 1 500 gencimizin FETÖ beyin yıkama yerleşkelerine tıkılınca, bir gözü kör gidip iki gözü de kör dönmeleri oldu. HÖH, Bulgaristan Türk Kimliğini karanlıkta boğma çizgisinden ödün vermediği gibi, bu konularda sol ve sağ milliyetçilerle birbirini tamamlayıcı ortak eylemlerde bulunma yolunu seçti.

 

1908’de kurulan III. Bulgar devletinin kısa tarihinde Müslüman Türk kimliği oluşturma çabalarımızda aile ve sosyal ortam, yurttaşlık, sosyal statü, iş ve yerleşim yeri gibi çeşitli etkenler önemli rol oynadı. Daralan etnik sosyal ve kültürel ortamda bireysel Bulgaristan Türk kimliği ve kolektif kimlik oluştu. Türkçemiz unutturulurken Bulgar dili sosyal ortamdan taşarak etki alanına Türk dostluk gruplarını ve aileleri aldı. Bu süreç şehirlerde daha büyük bir hızla ilerliyor. Bazı alışkanlıkların Türkiye’ye de taştığını görürken, göçmen kahvelerinde dinlenen müzik dikkati çekiyor.

 

Köy ortamında, tütün, hayvancılık ve diğer teknik tarım bitkileri üretiminde iş dili olan anadilimiz, hala yaşam ortamını belirliyor. Ne var ki, 1960’lardan sonra Türk okullarının kapatılması sonucunda Türk öğrenciler Bulgar okul ortamına, dershanelere alışmak ve orada kaynaşmak zorunda kaldılar. Bugün artık bu süreç çocukları 4 yaşında anaokullarına topluyor. Etnik kimlik oluşunda ana etkenlerden biri olan ana dil faktörü yerini Bulgarcaya kaptırırken, aleyhimizde giderek daha etkin çalışmaya başlıyor. Olumlu gelişmeler arasında, Türkiye kapısının açık olmasıyla yan yana,  TRT kanallarının verdiği sonuçları, Türk sanat, kültür ve edebiyatı ile film ustalığının kilitleyici etkisini belirtmek yerinde olur. Türkçenin ve Türk kültürünün Balkanlar’daki etki alanı doğal olarak genişlerken, Bulgar kültürü kenara çekilmek zorunda kalıyor ve üzerimizdeki sıkıntılı etkisi gemleniyor.

 

Bulgaristan’da zulüm döneminde çocukların “Ben kimim?” sorusuna cevap vermekte sıkıntılı dönem artık aşılabildi. Genç kuşak ötekilerden hangi noktalarda ayrıldığını açık olarak görebiliyor. Bu bakıma “Büyük Göç” olağanüstü olumlu rol oynadı. Büyük bir eziyetle sürü halinde kovularak gidilse de insanlarımız Türklük tarihi ve bugününün görkemine kavuşup öz kimliğimizden doya doya içme imkânı buldu. Tamamen Türk ortamında ve anavatan koşullarında yeni bir kuşak yetişti. Bulgaristan Türk kimliği hangi ulusal kimlikten bir parçadır sorusu pürüzsüz aşıldı. Çağdaş uygarlıklar bilinciyle yetişen genç neslimizin Büyük Türkiye emelleriyle ata yurduna taşması beklenen bir mucizedir. Yeni kuşağımızın bireysel kimliği aynı zamanda etnik, ulusal, dinsel, bölgesel vb kimliklerimizin toplamıdır.

 

Bulgaristanlı Müslüman Türklerin kolektif (ortak)  kimliğimiz de mücadele içinde ve özgü (has) çizgilerle gelişirken biçimlendi. Bu yöndeki atılımlarımız arasında, kendi dinsel ibadet kültürümüz ile yine özgün özelliklerle nakışlı halk kültürümüz başta gelir. Son 100 yılda kendini defalarca öne çıkaran, zamanı geldiğinde ve canımıza tak dediğinde ortak tepki verme gücünde buluşmamız oldu. Bunu, daha 1878’de topraklarımızdan kovulurken baba ocağına dört elle ve birlikte sarıldığımızda, gerektiğinde ölümü birlikte kucaklayışımızda pek çok örneklerle görüyoruz. İkinci olarak genç kuşağı irfan ocaklarında yetiştirme arzumuz her zaman ağır basmıştır. Bulgaristan Türkleri zihni beyni açık insanlardır. Bu gerçek okullarımızın kapatılmasına tepkilerimizde sergilemiştir. Kuşkusuz Osman Paşa Plevne’den çekilirken eyaletteki 624 Türk okulunun yakılıp yıkılması gibi çok ağır yaralarımızı da hiç unutmadık.  Osmanlıca yazımı, Latince alfabe ile değiştirme sürecinde yenilikçiliğe birlikte destek verdik, bağnazlarla mücadele ettik. 1950’lerden sonra fırsat bulduk ortak çabalarla eğitim ve kültür devrimi gerçekleştirdik.  Ortak kimliğimizin çizgilerini uygarlaştırabildik. Tarımda kolektif üretimi kısa sürede benimsedik. Yardımlaşmayı ön plana aldık. 1972’den sonra Türk kimliğimizi belirleyen kazanımlarımızı birlikte savunurken her zaman ve her yerde irfan ocaklarını ayakta tutmaya ortak gayret gösterdik. 1984–1989 baskı, terör ve zulüm dönemine birlikte göğüs germemizde ve 1989 Mayısında hep birlikte ayaklanmamızda ortak ruhumuzun şahlanışına tanık olduk. O dönem bizim bireysel kimliğimizin kolektif kimlimiz içinde eriyip kaynaştığı direniş aşamamızdı. HÖH ortak irademiz üzerine bina edildi. “Bulgar Etnik Modeli”ni hep beraber olumsuzladık vb. Ne yazık ki, totalitarizm döneminde iftiracı hainlerle pirelendik, fakat 1990’da sonra manevi ve ruhsal yenilenme sürecinde yine ortak gayretlerimizle birincin taşını ayıklayabildik ve ortak davamıza ihanet eden kimlikleri birer birer ortaya koyduk.

 

Bulgaristan Türklerinin etnik bireysel ve kolektif kimliği arasında belirli farklar vardır.  Şöyle ki, bireysel kimliğin belirlenmesi, bireyin kendini algılaması anlamına gelir. Bireyin kendini algılamasıysa toplumun ve bireyin aydınlanması, bilgi ve deneyim birikimiyle mümkün olur. Fakat bu süreç de bizde çok çelişkili geçmiştir. Sık sık camilerin kapatılması, Kuran kurslarının yasaklanması, matem törenlerindeki baskılar, çocukların yıllarca ders dışı, ortada kalması devamlı tırmanan güçlükler doğurmuştur. Bulgar devleti bizi irfan yoluna buyur ederken hep şartlar koştu. Bireyi Türk topluğundan ayırma yolları aradı. Topluluğu parçalamayı denedi. Bu amaçla dinsiz, ateist mayalamada başarı oldu. HÖH kadroları bu tayfadan seçilmiştir.  Ne ki, etnik azınlık olarak sıkıştığımız durumlarda her zaman kaynaşma ve bir olma yolunu da bulabildik. 1984–89 zulüm yılları Bulgaristan Türklerini tabanda ortak kimlikte buluştururken kolektif benlik olarak yüksek bilinçlenme düzeyi sağlamıştır. O zor yıllarda insanlarımız Bulgar devletinde yaşayan Türk etnik topluluğu olduklarını bütün dünyaya duyurma olanağı aramış ve bulmuştur. “Büyük Göç” de etnik kimliğimizin inkârına ve zulme tepki olarak sel gibi akmıştır. O gün bu gün, artık çeyrek asır Bulgaristan Türk kimliği ötekileştirilmeye devam etse bile, Türklerin oyu olmadan Bulgaristan’da hiçbir cumhurbaşkanı seçilememiştir.

 

Şu da var tabii, 1878’de Osmanlı’dan koparılmasaydık bizim özgün çizgili Bulgaristan Türk kimliği oluşturmamıza gerek olmayacaktı. Berlin ve Neuly Anlaşmalarına göre Bulgar devleti Müslüman Türk azınlığa özerk var olma hakkını tanımış olsaydı, 20. yüz yıl Bulgar ulusal kimliği ve Türk azınlık kimliği arasında kıyasıya mücadele asrı olmayabilirdi. Bulgaristanlı Müslüman Türkler asimile edilip bireysel ve kolektif kimliksiz bırakılmak istenmeseydi, Mayıs 1989 Ayaklanması yaşanmaz, bir asırdan beri ardı arası kesilmeyen göçler de olmazdı. Kuşkusuz kolektif kimlik dendiğinde ortak kader, alın yazısı, birlik bilinci ile dinsel ve herkesi içine alan ortak kültürel özellikler de ayrı ayrı konulardır. Ne de olsa, genel olarak ortak kimlik dinsel ve kültürel temele yaslanır.  Kültürel değerlerin ise, diğer kültürlerle etkileşim halinde olduğu ve siyasi, sosyal ve ekonomik durumdan etkilendiği bilinir. Bulgar ulusal devletinin, tek uluslu toplum oluşturma planlarında Türk bireysel ve ortak kimliğini sürekli engellediği ve gelişimini köreltmeye çalıştığı gün gibi ortadadır.

 

Bu bakıma Bulgaristan Türk kimliği etnik, dinsel, kültürel, idesel, siyasal vb kimlikleri kapsayan çok boyutlu bir olgudur ve bu çok renklilik için bizim için belirleyici olan anadilimiz, dinimiz, edebiyatımız ve özgün kültürümüzle aynı kapsamda olan gelenek ve göreneklerimizi yaşatabilmemizdir. Türk kimliğimizi oluşturan haklarımızın yasallaştığı koşullarda Bulgar toplumsal ortamında yaşamamız bizim birey ve ortak kimliğimiz için tehlike arz etmeyebilir. Tek uluslu ve tek kültürlü kimlik anlayışına dayanan günümüz Bulgaristan’ında son dönemde kimlik kavgamız gittikçe sertleşiyor ve zorlaşıyor. Bu açıdan ele alındığında, bir Avrupa Birliği üyesi olan Bulgaristan, uluslar arası insan hakları yasalarının istemlerine uyarak çok kültürlü ve çok etnikli bir ulusal yapılanmaya geçmek zorundadır. Bu sorun devlet eliyle çözülemezse, olaya özel girişimlerin el atması da beklenen sonuçları verebilir. Aslında Bulgaristan Türk kimliği oluşumu aile dışında özel Türk okullarında, vakıf okullarında gelişmiştir.Bizim temel kimliğimiz Türk kimliğidir. Dinimiz İslam’dır. Kültürümüz, özünü değiştirmeme kaydıyla sonradan gelen edinimlere açıktır. Manevi çöküş ve yok olmayı kabul edemeyiz.  Bulgar toplumunda edindiğimiz üst kimliğimiz bizim temel kimliğimizle yaşamamıza engel olmamalıdır.  Şu da bilinmelidir ki, Bulgaristan Türklerinin etnik kimliği Bulgar devlet sınırlarıyla sınırlı değildir. Aynı kimlik sahibi dış ülkelerde yaşayan bir milyondan fazla soydaşımız vardır.

 

 

 

 

 

 

Reklamlar