Rafet ULUTÜRK
İnsanoğlunun yarattığı toplumu okuyabilmesi hiç mi ama hiç kolay değil. Kolay olsaydı, her toplumun kendi formatı, kuralları, ahlakı belirlenir ve kabul edildiğinde huzur ve sükûn sağlanır, sorunlar kendiliğinden çözülür ve insanlara dünyayı bir gül bahçesi yapmak kalırdı.
Ama öyle değilmiş, olmamış ve olmuyor işte…
Orta Avrupa dünya tarihinin merkezi haline geldiği 15. yüzyıllarda biz Türkler oraları ele geçirip en yüksek medeniyet ve en düzenli ahlakın taşıyıcıları olarak kapılarını çalmışız. Hedefteki kültürler arası etkileşimle birlikte el ele verip ilerlemekmiş…
- yüzyıl boyunca yazan 21. yüzyılın başlarında kalemini cebine saklayıp dünya yoluna son veren büyük düşünür Sn. Roje Garodi, mükemmelliği bir Protestan olarak aramaya başlamış, Katoliklikte de bulamayınca Müslümanlığı kabul etmiş ve cennette bütün insanlarla birlikte yaşamak için külünün 5 kıtaya saçılmasını vasiyet etmiştir. Kitapları ilgiyle okunan R. Garodi “Geleceğimizde İslam Var” eserinde şöyle yazmıştı:
“Batıyı Ortaçağ karanlığından, barbarlıktan, cahillikten ve canlı cenazelikten dün İslam kurtarmıştı. Bugün de körü körüne üretip körü körüne tüketen ve tükettiren Batı’yı bu korkunç sapmadan yine İslam kurtaracaktır! Ya İslam’ın eşsiz bilgeliği, kültürü ve medeniyetiyle tanışıp onun kurtarıcı insanlık değerlerini paylaşacağız, ya da yakın zamanda yok olacak ve Batı toplumlarıyla birlikte bütün dünyayı da intihara sürükleyeceğiz.”
Roje Garodi, yaratıcılık yolunun sonunda bütün maddi ve manevi gücünü toplayarak Paris’te bir DEĞİŞİMCİLİK ÜNİVERSİTESİ kurdu. Bulgaristan’da Türk ve Bulgarlardan bu Üniversiteyi bitiren hiç kimse yok.
***
Osmanlı’nın Balkanlar’da kurduğu nizam, huzur ve sükûn düzeni 1878 Berlin Konferansından sonra aşama aşama bozuldu.
Bulgaristan 1879’da Tırnova’da hazırlanıp onaylanan kurucu Bulgar Anayasası’na Moral Kodeksi – Nizam ve Ahlak Kanunu – eklenmedi.
Ahlak kuralları Bulgarlar için Doğu Ortodoks Kilisesi pratiğine bağlı kılınırken, Müslümanlar da 1934 yılına kadar geçerli olan Şeriat kurallarına, Müftü, İmam ve Hocaların iradesine bırakıldı. 1934’ten sonra her şey değişti.
Plevne Savaşı’ndan sonra (1877-1878) Tuna boyu, Deliorman, Dobruca, Varna ve Sofya eyaletlerindeki manevi bünyeyi oluşturan ulema, din bilginleri, müftüler, zaptiyeler, öğretmenler, eğitmenler, memurlar ve hukukçular vs. askerle birlikte çekilmiştir.
Buralarda Mithat Paşa’nın Valilik yaptığı o yıllarında, Osmanlı’nın Batılılaşma açısından bu pilot bölgede Müslüman ahali devletten ve kurumlarından tamamen kopmuş, içine kapanarak, kendi topraklarında korka korka üretip tüketerek, İslam geleneklerine, adetlerine ve yaşam tarzına uygun biçimde var olmaya devam etmiştir.
En önemlisi de bu günden itibaren burası benim vatanım sözü unutulmaya ve unutturulmaya başlanmıştı. Bulgar Kurucu meclisinde, Anayasa ruhunun biçimlenmesine ve maddelerinin işlenmesine Türk ve Müslümanlar davet edilmedi.
Selçuk ve Osmanlı İslam geleneklerinin özünü oluşturan ümmet ve adalet, bireysel ve toplu haklar anlayışı çöpe atılıp tek dilli, tek milletli Bulgar devlet ideoloji ve siyaseti uygulamaya çağrıldı.
Bulgaristan’da Nüfus çoğunluğu (1879’da % 52) Müslüman olan Prenslikte Muhafazakâr Parti, Liberal Parti, Liberal Parti (Radoslavov), Halk Parti, Halkın Muhafazakâr Partisi, Demokrat Parti, bağımsızlar ve askerler siyaset sahnesine çıktı. Türk Müslüman Partisi kurdurulmadı.
17 yıl süren (1879 – 1909) ) Prenslik döneminde 25 hükümet ve 1 Prens değişti. Birinci Geçici hükümeti – 2 yıl süreli – Rus istila güçleri kurdu. Bu Prenslerden hiç biri Bulgar değildi. Bulgarlara da hala güvenilmiyordu. (Bulgar Kralı Ferdinand bir COBURG Prensi, Saksonya-Coburg-Gotha prensi I. August’un (Augustus) en küçük oğlu ve Fransa kralı Louis-Philippe’in torunuydu.) Farklı siyasi oyuncuların sahneye çıkıp inmesi çoğulculuk, çok partili demokrasi gibi bir görüntü sergileseler de, Müslümanlar ve Türkler hep siyaset dışı bırakıldı.
Siyaset oyunu yalnız ve ancak Bulgarlar arasında oynandı bu gün de bu oyun devam etmektedir. Türk ve Müslümanlar çaresiz ortada bırakılmışlar. Sözde Türk partisi ile yönetmeyi seçmişlerdi.
Etnik azınlıklar, dil ve din azınlıkları, Hıristiyan olmayanlar Prenslik yıllarında devlet kurumlarında, meclis ve hükümette yer almadılar.
Çeşitlilik içinde birlik veya birlik içinde çeşitlilik ilkesi çöpe atıldı, hayata çağrılmadı. Bulgarlar kendi milli devletini kurmaya heveslenmişlerdi.
Bulgaristan’da demokrasiye geçeli 33 yıl olmasına rağmen bu gün itibarıyla Bulgar partilerinde hala bir Türkü partilerinde başkan yardımcısı yapmamışlardır, daha ne diyebiliriz…
Burası da AB üyesi demokrasilerde 2. 3. sınıf vatandaşlığı hiç olur mu?
Yarın okunacak tarihlerde bunları bol bol göreceksiniz, gerçekler gizlenebilinir ama kötü bir huyu var geçte olsa ortaya çıkıveriyorlar. Bunlar da yarın gelecek nesle aktardıklarımız ve tarihe notlarımız olsun… Geleceğin tarihçileri günümüzü bu satırlardan okuyacaklar…
Saygılarımızla,