Rafet ULUTÜRK
Tarih: 11.11.2021
Liderlik yolunda şehit düşen büyüklerimizi rahmetle anıyoruz.
Bulgaristan Türklerinin lider meselesi birkaç defa tutuşmaya çalışan ama kendi bildiği gibi yanamayan, gönüllerde bir umut olarak kalan ve onu bekleyen halk da sürekli güneşte ısınmakla yetinen, bir durumdur 142 yıldan beri bu böyle….
Derin dönüşüm ve parçalanmalar, liderlerin halkın önünde parlaması gibi konularda siyasi felsefe külliyatını yeniden okuyan ve beynimizde kalan birikimi son damla hakikat için, bir daha sıksak, o son damla kuşkusuz şu olacaktır:
ÖZÜNDE SON HEDEF OLMAYAN HİÇBİR ŞEY GERÇEK OLAMAZ!
1878’de Berlin’de, eski kıt ’anın en deneyimli usta siyaset terzileri (diplomatlar) Bulgaristan Prensliği adında bir Balkan eyaletine yeni kılıf biçerler. “93 Harbi” olarak tarihe geçen o büyük savaştan sonra Tuna boylarında, Deliorman, Dobruca, Sofya vadisi ve Balkan ardında kalan Müslüman ahali için özel bir yeri, özel bir düğüme yoktur bu yeni kılıfta. Dolayısıyla “Eski Bulgaristan’da” kalan Müslümanlar için son bir hedef de yoktur yeni Prenslik sınırları içinde kalanlara anlaşılan işleri oluruna bırakılmıştır.
1878 Berlin Anlaşmasında ve kendilerinin kaleme aldıkları 1989 Tırnova Anayasası hedeflerinde uzak ve yüksek bir yerde ulaşılması zor bir ülkü (ideya) olduğunu sezinlemek kolaydı.
1885’te “Doğu Rumeli” ilhakı ufuktaki hedefe rota oldu.
Berlin Anlaşmasının ve Anayasasının, bir hamlede, 1908’de rafa kaldırıp bu günkü Bulgaristan’ı Krallığa taşıması, 142 yıllık yeni Bulgar tarihinde olağanüstü önemli bir olaydır. Var oluşumuzun içindeki son hedefi sezinleyen ve Bulgaristan’ı Krallık ve kendini de Bulgar Çarı (Kral) ilan eden Ferdinand – Sanks-Koburg-Gotski, Bulgar halkının toplumsal gereksinimini yakalamış, kişisel hırslarıyla bütünleştirerek yani beliren bir zorunluğa cevap olarak, “lider” kılığında sahneye çıkarılmıştı.
10 yılda 3 savaşta yenilen, halka felaket yaşatan, sonra da tacını indirip, bir daha geri dönmemek üzere Bulgaristan’ı terk etmeye zorlayan iradesinin önderi, Bulgar çiftçi devriminin mimarı, halk lideri, vahşice katledilen Aleksandır Stanboliyski vardı.
Kral Ferdinand, yaradılıştan bir biyolog’tu. Osmanlı devrinden kalma gül vadileriyle ünlü Bulgaristan’da, o ancak Kara Deniz şehri Balçık ’ta bir kaktüs bahçesi bırakabilmişti. Kaktüs dikenlerinin büyüdükçe sertleştiğini ve kalınlaştıkça zehirli uçlarının sivrildiğini iyi biliyordu.
Ardından halk liderliğine yükselen Stanboliyski, “ünü babamı gölgelerse ben ne yaparım” korkusuna kapılan, 24 yaşında taç giyen III. Boris emriyle, “devlet içinde devlet olan” haydutlar tarafından katledildi. III. Boris ancak bir faşist monarşi diktatörü olabildi.
1918 Asker Ayaklanmasından ve 1923 işçi isyanından, 1925 ve 1934 Asker kökenli tutucu darbeciler arasında sık sık el değiştiren Bulgar hükumetlerinden lider çıkmadı. 1934-1944 arası yaşanan silahlı iç savaş ise, hem 10-15 bin kurban aldı hem de Bulgarlar arasında yeni kanlı bir hesaplaşmaya ancak ortam hazırlamış oldu.
Böyle de olsa, Büyük devletlerin yardımlarıyla Bulgarların yazmaya koyuldukları Yeni Bulgar Devleti Tarihi sayfalarında Türklerin en özenli erdemlerle nakış edilmeleri gerekiyordu. Ne var ki unutulanlar hep Bulgaristan Türkleri oldu. Acılarına tutunan insanlarımız, ayak basacak, baş koyacak bir yerden başka bir şey istemezken ezildikçe uyanıyor, sürüldükleri savaşlarda verdikleri şehitlerin kanından vatan ilhamı doğuyor, karanlıkların aydınlanması uzun süren Hak-Adalet ve Allah yolunda, sivil toplum örgütlerinde tekrar dirilme yoluna yöneliyordu.
Bu süreç sanki daha 1906’da kurulan ilk Türk öğretmenler birliğinde güç toplamaya başlamıştı. Ardından gelen Çiftçi kooperatifçiliği, “Turan” gençlik örgütleri”, Bulgaristan Türklerinin ilk Milli Kongresine götüren diriliş aşamalar belirlemişti. Ekonomik yaptırım yükü ağır olsa da 1919 Neuily Anlaşması da Bulgaristan Türklerinin “hakları tanınsın” demişti sanki.
Son hedef özde gizlidir bilincinde olanlar, objektif olarak monarşiyi olumsuz lamaya yönelen toplumsal hareketlenmeyi okurken gülümsüyor, gözler çakmak çakmak çakıyordu. Zamanı dolmuş Çarlık rejiminden kurtulmak ve demokratik bir Cumhuriyette iktidar ortağı olmak isteyen Müslüman ahali de gelişmeleri yakından takip ediyordu. Cumhuriyet hilesiz bir parlamenter demokrasi biçimi olarak azınlıkların ezilmişliğini kendiliğinden buharlaştırıp yok oluveriyordu. Çok kültürlülük, birlik olma ve dayanışma bu topraklarda oluşan toplumların fıtratında mutlaka olmalıydı.
Sağlıklı, huzurlu ve mutlu günler dilerim. Lütfen Paylaşınız.
Teşekkür ederim.