Ertaş ÇAKIR
Tarih: 23 Haziran 2020
Anlaşılmayanı Birlikte Çözelim
Hakikat gizleniyor.
Bu yolda yani anlaşılmayana anlam kazandırmak ve sonra da halka anlatmak için önce gerçekleri görebilmemiz gerek. Bizim ana konumuz sevgili memleketimiz Bulgaristan’dır. Oradaki gerçeği dört dörtlük görmek, bu ise bizim en güçlü silahımızdır.
Biz eleştirel bir yayınız. Ne için eleştiriyoruz? Gerçeği görebilmek için kuşkusuz. Ve bu kritik, bir gün gelir ve bir başbakan, bakan veya milletvekili meclis kürsüsüne çıkıp:
“Sayın Bayanlar ve Baylar, şu şu konularda yalan olan şudur, gerçek olan ise şudur!”, diyene kadar devam edecektir. Bugününe kadar böyle bir durum yok! Sofya meclisi henüz gerçeğin (hakikatin) yaşadığı kata çıkamadı. Hakikatin olmadığı yerde ise adalet, eşitlik, dostluklar, karşılıklı saygı olmaz.
Ülkemizde pek konuşulmasa da, Avrupa Komisyonunun bizimle ilgili son raporunda şöyle deniyor:
“Bulgar toplumunda zorlayıcı (şiddetli) bir eşitsizlik var. Toplum birçok konuda dibe oturmuş ve kendini bunalımlardan koparamıyor. Bulgaristan’da Adalet sistemi çalışmıyor, çökmüş. Ülkede çalışan kural yok, demek oluyor ki, yasa ve kuralların çalışmadığı ortamda cangıl kuralları hakimdir yani ekonomik olarak güçlü ve iktidara bağlı olanlar zayıfları ezer, onların enerjisini sömürerek tüketir ve sonunda hepsini dış ülkelere kovma yollarını açar.” Zaten bizde 30 yıldan beri sürekli derinleşen süreç bu değil mi?2007’de Avrupa Konseyi Bulgaristan’a denetim (moritoring) uyguladı. Şunu hemen belirteyim, vatandaş Bulgar hükümeti, meclis, yargı üzerinde Avrupa Birliği denetim gözü olmasına daha ilk günde olumlu baktı, bunu hatta bu resmen isteyenler oldu. Bu dış kontrol sayesinde vatandaş, “insan hakları, azınlık haklarının tanınması gibi konularda ülkemizde bir şey yapılmadığını, hukukun üstünlüğü olmadığını, yargının çalışmadığını”, “Bulgaristan’ın imzaladığı uluslararası anlaşmaları rafa kaldırdığını” öğrendi. Bilgilendi. Azınlıkların başı ilan edip, korumalı tutuk konağında beslenen A.Doğan’ı kullanarak yoksul halkın öfkeli tepkisini bastırdı. Bastırıyor. “Hukukun üstünlüğü” son günlerde yeniden aktüel önem kazandı. 27 AB ülkesine “Covid-19” zararlarını kapatmak için verilecek yardım paraları AB devamlı gözetimi (monitoring) devam eden ülkelere, bu olaya, “hukuk üstünlüğü sağlayamayan ülkelere” yardım yapılmayacağı açıklandı. Bu çok umut verici bir haber, çünkü Bulgaristan 15 milyar Avro gibi bir para bekliyordu.2020’de AB üyeleri arasında moritoringli 2 ülke var: Bulgaristan ve Romanya. Bu, hukuksal açıdan çok ciddi bir olay. Borisov hükumeti 2009’dan beri “Adalet Reformu” başlatsaydı, belki de bunlar başımıza gelmezdi. Borisov hükumetinin “Adalet Reformu” yapmaktan kaçması, kendini ve partisini, totaliter rejim katillerini hapisten korumaya çalışmasından başka anlama gelmez. Ceza kanununa “davalar bir yıldan fazla süremez, emsal kararlar yargıda adaletin devamıdır, mülk adaletin temelidir gibi esaslar getirilse” ülkedeki gerginlik birden gevşer, 30 yıldır sürünen davalar sonuçlanır ve halk bir nefes alırdı. Son haftaların seri skandallarından sonra, Baş Savcı İvan Geşev, 23 Haziran “Faktor” bg yayınında şunları açıklamak zorunda kaldı:“Milletvekilleri, politik partiler ve Cumhurbaşkanı sekreteri politik olarak görevli kişilerdir. Cumhurbaşkanı rüşvetçiliğe ve görevi kötüye kullanma gibi konularda aktif olmamıza çağrıda bulundu. Bakan Yardımcıları, bakanlar, Romen, Yahudi, oligarşiden biri yoksa fakir biri mi fark etmek yasa dışı etkinliklerinden sorumludur. Politikacılar, politik sorumluluk taşımak istemiyorlarsa, kadrolarını kontrol etsinler, yasalara uygun çalışsınlar ve sorun yaşamasınlar.”Bulgar Baş Savcısı şimdiye kadar böyle bir demeç vermemişti. Biz, son günlerde Bulgaristan’da Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık, Başbakanlık ve Halk Meclisi ve bakanlıklar arasında sert çatışmalar yaşandığına tanık oluyoruz. Başbakan ile Cumhurbaşkanı birbirlerini sürekli suçluyorlar. Anayasadaki maddelerin hepsinin içi boşalmış, anlamsız hale gelmiştir. Halkın iradesi geçersiz olmuştur. Basın özgürlüğü bakımından dünya sıralamasından 111 yerde olan ülkemizde önemli bilgiler halka sunulmuyor, gerçekleri söyleyen sosyal medya susturulmuş, susmayanlar kapatılıyor ve sonuçta “sizde hukuk üstünlüğü yok” kararına imza atanlar, “her koyun kendi bacağından asılır” uygulamasına geçiyorlar. Halktan korkan bir hükumet ayakta kalamaz. Adalet reformu demokrasinin temelidir. Dışarıdan telefon açılarak, mektup gönderilerek yapılamaz, halkın kendi eseri olmalıdır. Bulgaristan Müslümanlarının azınlık hakları ancak Sofya meclisinin alacağı bir kararla savunulur. Bu bakıma 2021’in Mart sonunda yapılacak olan genel seçimler büyük önem kazandı. Daha 9 ay önceden siyasi güçlerin hepsi kollarını sıvadı ve hareketlendi. Adalet ateşini söndürmemek için gazetecilerin soru sorması, sosyologların analiz yapması ve gerçeklerin halka iletilmesi gerekiyor. Eğer bugün sahnede oynanan kavga perdesi iki oligarşi cephesi arasında iktidar için kızışıyor ve şiddetleniyor sa, şunu kabul etmemiz gerekir. Sahnedeki, oligarşi adıyla ünlenen, hazır-oncu kalın enseli zenginler ithal malı değildir, dışarıdan gelmediler, bizim toplumumuzda, bizi sömürerek, aldatarak, yalandırıp dolandırarak ense yaptılar, para toplayıp zengin oldular. Biz hepimiz onların büyümesine seyirciydik. Örnek olarak tütüncülüğü alalım. 280 bin ton tütün üretiyorduk. Tütüncülük, Jivkov döneminde döviz kaynağı idi. 1993’te tütün parası ödenmeyince Cebel gelinleri asfalt üstüne yatıp yolları kestiler. Ne Ahmet Doğan, ne de Amerikan Büyükelçisi tütüncü bölgesine girebildi. Cebel kasabasına! Sonra fiyatı düşürdüler. Protestocu olduk. Yol kavşaklarında balya yaktık. Sonra kendi tarlalarımızdan koptuk, Yunanistan’a gidip kölelik yapmaya alıştık. Ardından yine “bizden” sandığımız Tarım Bakanı Mehmet Dikme’ye inandık, Başbakan II. Simyon’a güvendik, derken koskoca BULGARTABAK Holgin, (dünyanın en büyük tütün şirketlerinden biri) Moskova’nın tütün üreticisi Türk aileleri bir yudum ekmeğe muhtaç bırakmak planlarına kurban edildik. Peevski milyarder olsa bize ne? Ömründe gelip de bir Türk sofrasına oturmuş, katranlı ellerle ekmeğimizin ucundan tutup çorbamızı içmiş mi? Bir Türk öğrencilerle dolu sınıfa girip çocuklara birer bilgisayar mı dağıtmış? Hangi baltaya sap olmuş? Biliyorum. Bizim kahvelerde de aynı konu açılınca, hemen “Ama “Sarnıtsa”yı o belediye yaptı, asfalt yol yapılması için 10 milyon leva, okulun sıva boya işine 100 bin leva, muhtarlığın Belediye Sarayı yapılması için 50 bin leva verdi, gibi deliler atacaksınız önüme! Her defa sorduğum gibi, bu defa da soruyorum. Bu asfaltı Peevski değil de, bir soydaş vakfı ya da sivil toplum örgütü STK yapsa, okulun sıva işlerini bir dayanışma derneğimiz yapmak istese, izin verirler mi?!.
Türkiye iç işlerimize karışıyor olmaz mı? İzin vermezler. Ne olacak cevapları: “Verin parayı Bulgar devletine. O nerede ihtiyaç varsa oraya yönlendirir. Peevski neden ayrıcalıklı biri. Halktan üstün mü? İşte bu nokrada bizde adalet, hukuk üstünlüğü yok. Avrupa da bu işlere hem göz kulak oluyor, hem de hiç bir şey görmüyor. Bulgar sözde “zayıfa yardım ederken” kendi ayrımcı siyasetini güçlendiriyor. “Covid-19” salgınında da öyle oldu. Bir yandan “biz bu işle başa çıkıyoruz” yaygarası, demogojisi başladı, azınlık bölgelerinden test alınmadı. Olay sonradan patladı ve 1 ay önce biz “salgını yendik” yaygarası kopardılar. Bugün TV ekranında yere bakarak maskeleri takın, ellerinizi sabunla ovalayın derken, ardından “ikinci dalga kapıda” geldi. Dün 9 kişi daha ölmüş, 97 yeni vaka var. Hangisine inanalım? Güven sıfır. İlgi sıfır. İletişim sıfır… Yardım sıfır. Kollama sıfır. İnsanlık sıfır… Zayıf düşüp hırpalandık. Bu işlerde, emperyalist devletlerin “güçlüyü zayıflatma” stratejisinin bize uygulandığını görüyoruz. 1878’den önce, Rusçuk valisi Mithat Paşa döneminde “Pirot” (günümüzde Sırbistan’da bulunuyor) şehrindeki Ziraat Bankasından Bulgarlara kredi verilirken, Prenslik devrinde (1978-1908) hiçbir Müslüman çiftçiye kredi verilmemiştir, Türkleri zayıflatmayı amaçlayan bu uygulamalı siyaset yıllar geçtikçe meyvelerini vermiştir. Günümüzde Avrupa Birliğinden tarım üretimi için gelen yardımların % 90’nı zengin Bulgarların kasalarına akmaktadır. Buz almamaya, tepki göstermemeye, erimeye ve bitmeye alıştık… Daha doğrusu alıştırıldık. ”Avrupa’nın en yoksul insanları Bulgaristan’da yaşıyor” derken, Türkler ve Çingeneler anlaşılmalıdır. Bulgaristan 600 zengin Bulgar ailesi ve Borisov’un maaş verdiği 240 bin kişi tarafından yönetiliyor. Bulgaristan Türkleri yıllar önce şimdiki topraklarına geldiklerinde hiçbir makam Bulgar köylülerin arazisini alıp, Türk göçmen aileler arasında dağıtmamıştır. Sarı Saltuk Babayla 12. Asırda ilk 20 binlik kafilede gelen ve Tuna boyuna yerleştirilen Türklere tamamen boş arazı ve işlenir topraklar gösterilmiştir. Memleketimiz topraklarına Edirne, Kosova, Niğbolu ve Varna ovalarında Haçlı Birliklerini yenerek yerleşen Osmanlı devletiyle gelen Türk köylü üreticiler de boş arazilere yerleşmişler ve geleneksel hububat, teknik ürünler, meyve sebzecilik, hayvancılık işlerine devam ederek gelişmişlerdir. Osmanlı devleti Bulgar köylülerin toprağını elinden almamıştır, yemesine içmesine, diline dinine karışmamıştır. Türk boylardan Bulgar ailelerden toprak satın alan bile pek olmamıştır. 1878’den beri, Rus imparatorlarının Bulgaristan’da uyguladığı zayıfı destekleme (Bulgarları destekleme) ve güçlüyü zayıflatma (Müslümanları muhtaç olma durumuna itme) siyaseti, toplumu parçalama ve yeni ve eski güçlüyü sömürme ve iplerini çekme siyaseti izlemiştir. Bulgar bunu fark edip, eşitlik temelinde devlet kurmayı seçmediği için bugün bu durumdadır. Masal anlatıyorlar. Bulgar Anayasasında, “insan hak ve özgürlüklerinin kısıtlanması ya da engellenmesi, Anayasa’da değişiklik yapılmadan yapılamaz” yazsa da, Bulgaristan’da bu konuda temel kanun sürekli hasıraltı edilmiştir.Bu ay Başbakan Boyko Borisov’la ilgili yerli ve dış basında çıkan ve onu gözden düşüren, lekeleyen fotoğraf ve videolar ve kayıtlarla ilgili derinleşen yorumlarda vurgu odağı budur. Bu “deliler” yalandır, bu “ses Borisov’un sesi değildir” iddiasında direnenler, “Anayasa ayakaltına alındı.” Her kişinin yatak odası kutsalıdır, mahkeme kararı olmadan girilemez” ve ben tezler öne sürüyorlar. Soruyoruz: Öyleyse 1984’te Türk köylerine tanklarla, zırhlı araçlarla hangi anayasa maddesine göre, hangi tarihli mahkeme kararına göre saldırıldı? Böyle bir mahkeme kararı varsa gerekçesi neydi? Yatak odalarımıza girmek değil, eşlerimizin çeyiz sandıkları açıldı ve karıştırıldı, yüklüklerimiz yıkıldı. 37 kardeşimiz hangi anayasa maddesine göre kurşunlandı? 15 000 kardeşimiz hangi anayasa ve yasa maddesine göre tutuklanıp, kürek cezasına çarptırıldı, sürüldü, hapsedildi, toplama kamplarında dövüldüler ve eve sakat döndüler? Nerde o anayasa, nerde o kanunlar, yoksa yalan tarihin masallarını mı anlatıyorsunuz… Doğruluk aranıyorsa, 1989 Aralığının sonunda Tüm Müslümanların Türk isimlerini geri alma ve din haklarını kullanma hak ve özgürlüğü iade edildi. Fakat Türk kimliğimiz yasallaşmadı, tanınmadı. Hangi anayasa maddesine ve hangi yasanın hangi fıkrasına göre Bulgar yapıldık veya “İslamlaştırılmış olduğumuz ilan edildi” ve bu iddia geçersiz ve yalan olmasına rağmen, bozulmuyor, geçersiz kılınmıyor? Kılınmadı. Kimliğimiz tanınmadı. Bu gelişmelerin hepsi Bulgaristan’da var olmaya devam ettikçe lafebeliği, kanunsuzluk, hukuksuzluk devam ediyor ki, “hukukun üstünlüğünden” asla söz edilemez. Baş Savcı Romen ile Yahudi’yi yan yana eşit koyduysa, Bulgarin önüne bizi de ilave etsin. Belge olur. Bilinsin Çifte arşın politikası memleketimizdeki adaletsizliğin temellerinden biridir. Fakat şu iyi bilinmeli, başımıza çok şeyler geldi, bazıların sızısı dindi, yarası kap tutu, ama öyleleri var ki, asla unutamazsın. Ben tam saz tellerine dokunmaya başlamıştır, kiraz altında, kaysı bahçemizde nameler arıyordum, “akort” sözünü öğrenmiş ve sazın burmalarından birine püskül takmıştım. Tellerini kopardılar. Sapını kırdılar. Hiç unutamam! Zulümde yetiştik. Küçük yaşta hayatın ters yanını da görmemiz, bir yere kadar iyi oldu. Öyle bir okul olsa ve bu okulda hayattaki kötülükler, hileler, küstahlıklar öğretilse, çocuğumu oraya yazdırırdım. İnsanın zulüm ortamında yüzmesi zor, iyiliklere sürtünüp ilerlemek işten değil. Bugün bu kadar.*** Memlekette hava yağışlı. Şu korona virüsü, temiz ırmak, baraj ve göl suyunda 25 gün yaşıyormuş. Nasıl bir varlık şaştım. Hem havada, hem suda hem de insan hücrelerinde yaşayabiliyor. Bir video seyrettim. Korona belası, insanın akciğerine girince, dışındaki o topçuklar küçük kancaya dönüşüyor ve bir hücre yakalayıp onu açıyor, içine incecik bir hortum salarak kanını emiyor, boşalan yere kendini yerleştirerek kapanıp saklanıyordu. Bu video, “Covid-19” un yapay akıl ürünü olmadığını, insanoğlunun bu kadar mürekkep bir varlık yaratabilecek düzeye gelişmediğini kanıtlamak için çekilmişti. Sizi korkutmuyorum. Demek istediğim, ellerimizi yıkayalım, sosyal mesafeye uyalım, dezenfekte istemlerine de uyalım. Hepinize sağlık dilerim.Paylaşanlara teşekkürler.