Romalılar döneminde Vidin’in ismi Bononia’ydı. Macarlar Bodon derler. XIV. asırda eski Bulgarların da kısa süreli başkenti oldu. Ondan önce de şüphesiz Kumanlar, Peçenekler, Hunlar-Macarlar ve Avarlar, Kıpçaklar vardı ama onlar tarihlerini yazmadılar. İlk yazan sanki oranın yerlisiymiş gibi sahip çıktı. Haksız değillerdi de.
Vidin kuzey-batı Bulgaristan’ın ucunda, Tuna kıyısında yer alan bir ildir. Ne acıdır ki Türklerin tarih yapmaktan yazmaya fırsatı olmadığı gerekçesine sığınsak da tembellikten yazmadığı için Vidin’e ait kaynaklara Türk olmayan kaynaklardan ulaşıyoruz. Avrupa Hunları için de bu geçerli. İtalyanlar nasıl gördüyse Avrupa Hunları öyle! Yabancıların insafında Avarlar, Peçenekler kayboldu gitti ya da Pomak, Torbeş ve hatta Boşnak diye isim değiştirdi. Ortaçağda Bulgar-Avar olan Vidin sırasıyla günümüze kadar Bulgar, Bizans, Bulgar, Macar, Kuman yönetiminde devam eder. 1260-1396 yılları arasında Kuman Türklerince yönetildi. 1396 Yılında Osmanlı Türklerince fetih edilen Vidin öncesi ile de bir Türk şehriydi.
1662 de Evliya Çelebi’nin kayıtlarına göre 24 mahallesinden 19’u Türk, 4’ü Bulgar ve biri de Yahudi mahallesiydi. Başka bir kaynağa göre ise Vidin’de 669 Müslüman ve 269 Hristiyan, 31 Yahudi ve 27 göçmen ailesi vardı. Araştırmacı Jirecek1891 yılında Türklerin göçlerle azalan nüfuslarına rağmen Vidin’in nüfusunu 8000 Bulgar, 3500 Türk ve 1300 İspanyol Yahudisi olarak verir. 1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonrasında imzalanan Ayastefanos Antlaşması ile Vidin Bulgar Prensliğine bağlandı. Bu tarih “Türklerin Göç Kaderi”nin başladığı tarihtir. Vidin’de 1873’de 10200 Türk, 1887’de 3487 Türk, 1934’de 1423 Türk, 2001 de’139 Türk vardı. 2011 sayımlarına göre Vidin’in nüfusu 48.071’dir.
1740 yılında savunması güçlendirilmek için Vidin Kalesi kuzeyine Kumkale, güneyine Gazibayır kalesi yapıldı. Vidin, o tarihlerde Avrupa Türkiye’sinin en güçlü yeri ve Ortodoks Piskoposunun oturduğu yerdi. Vidin’de Bulgaristan’ın en eski müzesi olan ve Sami Paşa tarafından yaptırılan 1854 tarihli silah müzesi vardır.
Vidin’e Kırım Savaşı sonrasında (1855) 300 kişilik bir Kırım Oğuz Tatarı ( Akçar ve çevresindeki köyler) ve 200 Çerkes aile (Mithat Paşa ve Sabri Paşa köylerine) yerleştirildi.
Zamanla Camiler de tarih sahnesinden birer birer çekildi. 1908’de 12 cami, 1970’de 4 cami, 2011’de tek cami (Pavzandoğlu Osman Camisi) kaldı.
1934 yılında Bulgar Hükümeti Vidin İlini 12 beldeye böldü. Akçar, Camsız ve Yeniköy beldelerinin Türkçe ismi muhafaza edildi. Avrupa’daki uluslaştırma politikaları Bulgar devletini de “Ari Bulgar Irkını Oluşturma” gayretine sevk etti. “Olduğu yerden uzaklaştır ve karıştır” politikası ile son yüzyılda çoğunluk oldukları Vidin’den Türkler önce Bulgaristan içlerine göç etmeye daha sonra da ülkeyi terk etmeye zorlandı.
1938 yılında Vidin’deki Bulgar lisesinden onlarca Türk mezun olmuştur. Bunlardan biri de Türk dili üzerine uzman Prof. Dr. Hasan Eren’dir.
Türk yönetiminde Vidin’in dili kuşkusuz Türkçe idi. Çingenelerin konuştuğu Türkçe, İstanbul Türkçesi yanı sıra kendine özgü kuzey batı Rumeli Türkçe ağzı olan Vidin ağzı vardı. Vidin ağzı Vidin Türklerinin kuzey doğu Anadolu’dan göç ettiklerini (1460-70) de gösterir. Türk yönetiminde Vidin’de ayrıca Boşnakça, Bulgarca, Sırpça ve Eflakça da konuşulmaktaydı.
Bulgar yönetimi, zamanla Türk dilinin cümle yapısını bozdu. Daha sonra devlet dili olmaktan çıkan Türkçe halk dili konumuna düştü. Türk halkının 1937 yılına kadar ilkokulları açıktı. Halk arasında “Türkçe cahil dili” olarak tarif edildi. Türklerin kendileri de Türkçeyi konuşmak istemedi. Rumeli’nin her noktasında böyle oldu. Son bir hamle Türk okulları kapatıldı ve bir avuç Türk ana dillerini unutmaya zorlandı. Sonu “asimilasyon”la biten “entegrasyon” başladı. 1959 yılından sonra Vidin’e sonradan gelen Türkler vardı ama Vidin Türkleri çoktan vatanlarını terk etti.
Tuna’nın suyunun getirdiği Adakale kahvesinin kokusunun ulaştığı Vidin mahzun ve öksüz kaldı. Zaten Adakale de daha fazla dayanamadı. Nazlı Vidin’siz, Türkçe’nin olmadığı ruhsuz Vidin’siz kendini Tuna Nehri’nin serin sularına bıraktı. Boğuldu gitti…
Anadolu’ya göç kurtuluş gibiydi onlar için. Hala öyledir. Ama kendileri için değil çocukları için. Göç edenlerin birinci nesilleri kendilerini hep eksik hissetti. Kahırlarından kısa sürede öldü.
J.Gyula NEMETH’in yazdığı ve Abdurrahman Güzel’in Türkçeye kazandırdığı “Folklorik ve Dini Metinler Üzerinde Vidin Türkleri Ağız Araştırmaları” eseri kuzey batı Balkanlardan göç edenler ile orada yaşayanların kütüphanelerinde olması gereken bir eser. İstifade ettim.
Dil varsa millet var. Milletin ruhunu, dinini alacaksan dilini al yeter. Vidin Türkleri’nde bunu gördüm. Bir kez daha kendime geldim.
Türkçem tatlı dilim,
Konuşmazsam seni,
Doğranayım dilim, dilim.
Oğuzhan Balkanlı, ORHA Ajans