Bulgaristan’da Tuna Nehri üzerindeki Belene Adası’nda muhalifler, Türkler ve Müslümanların tutulduğu toplama kampı, bir zamanlar içinde çığlıkların yankılandığı binalarıyla eski günleri hatırlatıyor.
Bulgaristan’da 1989 yılına kadar hüküm süren komünist rejimin, düşünceleri, soyları ya da inançları nedeniyle zulmettiği muhalifler ve Türkler hala adalet ararken; düşüncülerini, dinlerini veya Türklüklerini inkar etmedikleri için tutuldukları, işkence gördükleri toplama kamplarından Belene, kuruluşunun 70. yılında onlar için “kapanmayan bir yara” olmayı sürdürüyor.
Tuna Nehri üzerindeki Belene Adası’nda muhaliflerin tutulduğu toplama kampı, bir zamanlar içinde çığlıkların yankılandığı binalarıyla eski günleri hatırlatıyor. 1949’da kurulan ve önceleri muhaliflerin yollandığı kamp, 1984’te “Soya Dönüş” adı altındaki asimilasyon kampanyasına karşı çıkan Türk ve Müslümanlara hapishane oldu.
1987’de kapatılana kadar 23 binden fazla kişinin tutulduğu kamp, kötü şöhretini işkenceler ve mahkumların ağır şartlar altında çalıştırılmasıyla edindi. Burada yaklaşık 8 bin mahkum zulüm altında cam verirken, bu kişilerin cesetleri ya Tuna’ya atıldı ya domuzlara yem edildi ya da hala yerleri bilinmeyen toplu mezarlara gömüldü.
Paslı tel örgüleri, boş gözetleme kuleleri, kırık camlı binaları ve bazı mahkumların ölüme yürüdükleri köprüsüyle kamp, kuruluşunun 70. yılında hüzün dolu bir törene sahne oldu. Eski mahkumlar ve yakınlarının katıldığı törende, vahşet dolu günler ile komünist rejim zulmünün kurbanları gözyaşlarıyla anıldı.
Yaşadıklarının bir daha başkalarının başına gelmemesi için çaba gösteren eski mahkumlar, o günleri ve beklentilerini AA muhabirine anlattı.
“Eziyet çektik ama Türklüğümüzü de muhafaza ettik”
Türk ve Müslümanlara karşı 1984’te yapılan asimilasyon kampanyasına karşı direniş örgütü olarak faaliyet gösteren Demokratik İnsan Hakları Ligi kurucularından Sabri İskender de 1985’te buraya gönderilenlerden.
Eziyet çektiklerini ama Türklüklerini muhafaza ettiklerini anlatan İskender, “Türk olduğum için ve Türklüğümü savunduğum için buraya getirildim. Tam 111 gün tek kişilik hücrede kaldım.” ifadesini kullandı.
Mayıs 1989’da trene bindirilip Türkiye’ye gönderildiğini söyleyen İskender, “Sağ olsun Türkiye Cumhuriyeti ve Türk halkı bizi bağrına bastı, yardımcı oldu ve Türkiye’de hiç zorluk çekmedik.” diye konuştu.
Belene mağdurlarından Mehmet Vatansever de adada geçirdiği ve “korkunç” diye nitelediği günleri anlatırken “Türklük ve Müslümanlık namına bugün olsa yine aynı mücadeleyi gösteririm.” dedi.
“Dedelerimizin toprağında yabancı gibi yaşadık”
Komünizm rejimi karşıtlarından Seydalı Akgün, babasının 1954’te Belene’ye sürüldüğünü, kendisinin de kampta 5 yıl hapis yattığını söyledi.
Kampa Türk ve Müslüman oldukları için getirildiklerini belirten Akgün, “Bizleri Tuna Nehri’nde vaftiz ederek Hıristiyan yapmak istediler. Ancak biz Türklük ve Müslümanlığımızdan asla vazgeçmedik. Yaşadığım topraklarda adeta düşman edildim. Dedelerimizin, anneannelerimizin, babalarımızın yaşamış olduğu topraklarda bizler, birer yabancı, mülteci, işgalci gibi yaşadık; normal bir hayatımız olmadı.” diye konuştu.
“Meğer suçumuz Türk olmakmış”
Ömrünün 16 ayını Belene’de geçiren Mehmet Türker, kampın kuruluş yıl dönümü dolayısıyla düzenlenen törene katılmak için eski mahkum ve yakınlarından oluşan 50 kişilik bir grupla Türkiye’den geldiklerini belirtti.
Türker, “Buraya sürülmüş olmamızın sebebini daha sonra öğrendik. Meğer suçumuz Türk olmakmış.” dedi.
“Dünyanın en uzak yeri Belene’ydi”
Petar Pençev de eski mahkumlardan babasının portresiyle törene katıldı. Babasının 1947 sonrası bir muhalif olarak yaşamının uzun bir bölümünü toplama kamplarında geçirdiğini anlatan Pençev, “Burayı çocukluğumdan bilirim, benim için dünyanın en uzak yeri Belene kampıydı. Çünkü belki her yere gidebilirsin ancak Belene’ye gelip, burada suçsuz hapis yatıp çürüyen babanı göremezdin.” dedi. Pençev, sürekli işkence gören babasının tahliye edildikten sonra çektiği acılara daha fazla dayanamayarak 1979’da canına kıydığını belirtti.
“Hayır, bizden af yok”
Parlamento Başkanı Tveta Karayançeva, Belene kampının, Bulgaristan’da insan doğasının en çirkin yüzünü gösterdiği yer olduğunu söyledi. Kampın insanların canavarlara dönüştüğü bir cehennem olduğunu kaydeden Karayançeva, bugün ana muhalefetteki Bulgaristan Sosyalist Partisinin (BSP) devamcısı olduğu Komünist Partinin yaptıklarından utanç ve pişmanlık duymadığını belirtti.
Komünizm döneminin bu karanlık sayfasının asla kapatılmaması gerektiğini vurgulayan Karayançeva, “Bu vahşetlerin tekrarı olmasın diye tekrar ve tekrar okunmalı. Hayır, bizden af yok, Belene; kaderlerin, yeteneklerin, kültürlerin çökertildiği bir yer, en büyük üzüntünün abidesidir.” diye konuştu.
Komünizm diktatörlüğünün sön döneminde, 1984 yılı sonrası Belene’ye ağırlıklı olarak Türk ve Müslümanların da sürüldüğünü anımsatan Karayançeva, “Burada hapsedilen Müslümanlar, bu dünyada olabilecek en doğal, en temel hakkının peşindeydi. Onlar sadece kökenine bağlı kalıp etnik ve dini kimliğini sürdürmek istemişti. Yazıklar olsun. Belene, komünist iktidarın en korkutucu sembolüdür.” değerlendirmesini yaptı.
Belene Belediye Başkanı Milen Dulev de Bulgaristan’ın eski komünist ülkeler arasında toplama kamplarının hiçbirini müzeye dönüştürmeyen ve “utanç verici geçmişi ile hesaplaşmayan tek ülke olduğunu” bildirdi.
Komünist Partisi zulmü
İkinci Dünya Savaşı sonrası eski Sovyetler Birliği (SSCB) ordusunun desteğiyle 9 Eylül 1944’te darbeyle iktidara gelen Bulgaristan Komünist Partisi, muhalifleri yargılamak üzere “Halk Mahkemesi” kurmuştu.
Mahkemenin 4 aylık çalışmasında 28 bin 630 kişi, 134 toplu davada yargılanırken 2 bin 730 kişi de hemen idama yollanmıştı.
Muhaliflerle kolay kolay baş edemeyeceğini anlayan rejim, ülke genelinde toplama kampları kurarak varlıklı, aydın veya “kızıl rejime” aykırı gördüğü binlerce kişiyi buralara göndermişti.
Naziler ve SSCB rejiminin yaptıklarına benzer şekilde inşa edilen 30 kampın arasında Belene kasabasının karşısındaki adada 1949’da kurulan kamp da yer almıştı. Uzun süre açık kalan kamp 1987’de kapatılmıştı.
AA