Tarih: 05.04.2020
Renginar GÜLER
“Covid -19” belasıyla mücadele ediyoruz. Bizler ellerimizi günde birkaç defa yıkıyoruz. Bu edebimizde var. Temizlik kurallarını okulda değil, biz Türkler temizliği evde öğreniriz. Atalarımız göbek taşlı hamam inşa etmişler. Tas – kese üreten, hamam gelenekleri olan halkız. Bizlere zanaatlarımızı yasaklayarak unutturan Bulgar devleti hala dört maske üretemedi…
1878’den sonra Rus ve Bulgar el ele verip Türk hamamlarını yıkarak vahşilik ve kültürsüzlük diploması aldı. Senede bir defa yıkananlar arasında kaldık. ÜNESKO gibi milletler arası kurumlar da onların ağızlarına bakıp çeşmelerimizi yıkanlara tapşin tuttu. Oysa çeşme başında türküler söylenir, hamamlarda kız sofrası açılır oynanırdı.
Hamam ve cami yıkmak, Türk okullarını devletleştirip kapatmak vs yüz karası olaylarının icatçıları yaptıklarını hep ters anlattılar. Cami ve yanındaki medreseyi (üniversiteyi) yıkmanı haklı tarafı mı olur?
Bulgaristan’da yalan bilgilerle yönlendirmenin alıp yürüdüğüne bugün de şahidiz. Başbakan Borisov’ın bir basın toplantısında 20 kere korona virüs ve 40 kere para dedi. Demek halkı soymaya mı hazırlanıyorlar?
Övündüklerine bir bak!
1956 yılında veba aşısı yapmışız. Günümüzde yaşlıları koruyacağından dem vurdular. Bulgaristan’da artık kurumlara güven sıfırlandı. Yeni açıklanlara bir bakalım. 5 seneden beri mahkemeye düşen davalar, hele ticari davalar parayı peşin ödeyenin isteğine göre, kazanma garantili dağıtılıyormuş yargıçlara. Adalet olmayan yerde devlet olamaz. Çöküşün kenarındayız. Anlaşılan önce B. Borisov düşecek. Doldu, çalınanı taşıyamaz mı oldu?
Şu koşullarda bile halkın saçına gül suyu serpip manipüle (kafa bulandırma) işleri devam ediyor.
Şimdi 10 milyar Avro (20 milyar leva) dış borç ve 4.5 milyar ek iç harcama yapılacakmış. Kimi aldatıyorlar. Borçlar hep çalınan paraların yerine konmadı mı? Sıkıyönetimin 45 gün uzatılıyor. Cumhurbaşkanı Radev veto hakkını kullanmasa yandığımız gün, kullanırsa GERB partisi meclisten çıkıyor ve hükümet çekiliyor. Bu ayının arkasında ne var henüz göremiyoruz.
Biz, Bulgar propagandasında negatif (olumsuz) simayız. İktidardakilerin sihirli ellerinde negatif olaydan pozitif (olumlu) olay üretme ustalığı var. Bunun tersi de mümkün, olumludan olumsuz da yapabiliyorlar. Üstelik bu ustalığı sıkça kullandığını görüyoruz.
Örnek: Eski bir öykü olan, Bulgar komitalarından – toplam 25 kişidirler – Vasil Levski dışında 24’ünün Rus Çarlığı askeri istihbaratından maaş aldığı 100 yıl gizlendi. Yapılan şudur ki, birer Türk katili komitalardan “olumlu” simalar yaratıldı. Her birine anıt dikildi. Sokak ve okul adı verildi. Bilgi karartması yapıldı.
Onlardan biri olan haydut Georgi Sava Benkovski Tatar Pazarcık’a bağlı Panagürişte (Otu Bol) köy meydanında altı Türk öldürüp gözü dönmüşleri kudurtmak için kanını bile içirtti. Koprivştitsa köyüne gidip Romen (Müslüman Çingene) evlerini yaktı. Cinayetler Halk Ayaklanması ilanı olarak öykülendi. 142 yıldan beri pozitif anlatılıyor. Tarihi olmayan Bulgar halkı gerçekleri ters yüz anlatın tarih yazdı. Bu gün de öyküleniyor.
Bu arada Ruslar Bulgarların uydurma, çarpık ve baştanbaşa düzmece öyküler yaymasına göz yumdu. Hristo Botev, Vasil Levski ve öteki haydutlardan hiç biri Türkler tarafından öldürülmemiştir. Sahte Bulgar sanatı negatif simalardan pozitif kahraman biçimlendirmede ustalaştı.
Ülke, belleği zayıflamış ve gurur duyulacak tarihleri olmadığından, gerçekleri ters yüz ederek yazıp anlatırken, çarpık toplumsal bellek oluşturma işleri devlet siyaseti oldu. Aynı şekilde Türklerin şanlı tarihini çarptırarak yerine sözde onurlu bir Bulgar tarihi yaratma çabaları sürekli desteklendi. Bu çelişkili yönelim, kötülüklerin yolunu açtı ve halkın arasını açtı, Bulgar milli hayallerine (ütopisine düşmanlık tohumları ekti.
Okullarda gerçekler okutulmazdı
Okul kitaplarında, radyo ve TV yayınlarında bu amaçla seçmeli (selektif) yaklaşım uygulandı. Gerçekler anlatılmadı. Osmanlı tarihinden her olayı sürekli negatif, Ruslara ve Bulgarlara ilişkin olayları da devamlı pozitif anlatanları yıllarca izledik. Onlar bizim gömümüz geçmişte sol gözümüz gelecekte mutlu olmamızı kıskandılar.
Gerçekler yeni yeni çıkmaya başladı
Parlak örneklerden biri de, adam öldürmekten suçlanan ve ölüm cezasına çarptırılan komitacı Vasil Levski’nin tutuklu bulunduğu koğuşta kafasını duvara vurarak öldüğü bilinse de, darağacına çekildiği öykülenerek, milli kahraman yapılması, heykeli her şehre dikilip, adı okullara verilmesidir. Ölüm yıldönümü milli anma günü olarak resmi törenlerle bugün de kutlanıyor. Rusya imparatorunun maaşlı ajanları olan ve Bulgaristan’ı “kurtarmaya” değil, Rusya Çarlığına bir eyalet olarak katmak isteyen komitacıların çarpık öyküsel kimlikleri günümüzdeki Moskofçuların eylemlerine temel olurken, sosyalizm yıllarında memleketimizin iki defa Sovyetler Birliği’ne 16. Cumhuriyet olarak bağlanması gibi sonuçlar doğurdu.
Son 142 yılda Bulgaristan esaret ruhundan kurtulamadı.
Komitacı Georgi Sava Rakovski’nin “Rusya’nın demir parmakları arasına düşen her kişiyi yalnız çile bekler!” sözleri doğru çıktı. Bugün Bulgaristan’da milli menfaatler paramparçaysa sorumluları Bulgar Rusçularıdır. Yine Rus baskısı nedeniyle Bulgarlar bağımsız ve egemen bir ülke olmaya şahlanamadılar. Türkleri de böyle bir davaya davet etmeye cesaret edemediler. Bulgaristan Müslümanlarının hem Bulgar hem de Rusya esaretine başkaldırışları ise ters yorumlandı.
Bize insan haklarımız çok görüldü.
İmparatorluklardan gelişimizden hep korktular. Birçok devlet kurmuş olmamız uykularını kaçırdı. Anılarımız ve Türk vicdanımızda teslim ve esir olma olmayışı hepsini ürküttü. Türkün hür yaşama yönelimi doğaldır.
Tarihimizi ve öykülerimizi biz yazdık
Biz Türkler, Prenslik, Çar monarşisi, sosyalizm, totalitarizm ve “liberal demokrasi” dönemlerinde kendi tarihimizi hep kendimiz yazdık. Yazıya dökülmesine yol verilmediğinden dolayı öykülerimiz sözlüdür. Sözlerimizin hece anlamında, bizim hakkımızda başkalarının anlattıklarına kulak vermeme esastır. Kendi öykümüzü kendimizin anlatmamız gerçekliğine ölçü ve garantidir. Bu bakıma, yazılı olmayan, her zaman sözlü öykülenmeye hazır olan kendi hafızamızda ve irademizde yaşayan öz tarihimiz var. Bu tarih, Bulgar devlet tarihinden farklıdır. En büyük özelliği, Türk ruhuyla yaşaması ve birlik ve beraberliğimizi pekiştirmiş olması, gerekli görüldüğünde isyan etmiş olmasıdır.
Örnekleyelim: 1958-1960 yılları arasında Türk ve Bulgar okullarının birleştirilmesinin ardındaki tehlikeyi sezdik. Hemen Türkiye sınır kapısının açılmasında ısrar ettik. Türkiye’ye göç için başvuranlarımızın sayısı birden 400 bine ulaştı.
Bulgaristan’da ayaklanmaları halk kendisi yaptı
21 Mayıs 1989’da bütün Bulgaristan’da patlayan ayaklanmamıza 72 bin kişi katıldı. 1984 Aralığı ile 1985’in Mart sonu arasında yediden yetmişe isyan ettik. Bulgar devletinin orduları, milis, jandarma ve gizli servisleri bizimle baş edemediler, şehitler verdik, ama yenilmedik. Bugün tüm dağılmış olsak da Bulgaristan Türk kimliği ruhuyla, hepimiz aynı ruhla yaşıyoruz.
Şöyle bir anımı paylaşmak istiyorum.
Küçük kızdım. Evimizde okumaktan eskimiş Bulgarca bir kitap vardı. Babamın en sevdiği kitaptı. Ben onu Bulgarca başka bir kitap açarken görmedim. O eser, Fransızcadan çeviri Osmanlı tarihiydi. Yıllar sonra ben de açtım ve Osman Paşa’nın Napolyon’dan üstün bir komutan olduğunu okudum. Rusların Bulgaristan’a toprak köleliğinden kurtulmak isteyen Ukraynalılarla saldırdığını, Osmanlı devlet düzenini, köy ve kasabalarını gören, kendi evlerinde yaşayıp kendi toprağını işleyen Bulgar köylülerine dudak ısırdığını okudum. Bize okulda anlatılanların tam tersiydi.
Şu da var. Yazılı tarihimizi, bizi dönüştürmek ve istedikleri yöne yani kötülüklere yönlendirmek isteyenlerin öykülerinde de bulabilirsiniz. Onların dosyalarında bizim çok ayrıntılı kitaplaştırılmış tarihimiz var. Mesela, Bulgar İstihbaratı VI. Şubesinin IV. Amirlik şefi Albay Veselin Boşkov Bulgaristan Türklerini 4 ciltte anlattı. Son eseri “Asırlık Saldırı” başlıyla çıktı ve bu kitabın 7. Sayfasında Bulgaristan Türkleri ve Pomakların tarihi bir bütün olarak ele alınırken şu görüşe yer vermişti:
“Türklerden ve Pomaklardan istenen Büyük bir halkın evlatları oldukları bilinciyle yaşamalarıdır. Sesini duyuracak, haklarını söke söke alacak ve zaman geldiğinde Türkiye ve Bulgaristan’ın birleşmesi gündeme geldiğinde özerk bir azınlıkta birleşmeleri gerektiği şuurunda buluşacaklardır.”
Aynı sayfada Albay Boşkov bu fikrini şöyle örneklemiştir:
“Gümülcine Muhtar Cumhuriyeti’nin ilan edilmesinden tam 60 yıl sonra Blogoevgrad (Yukarı Cuma) eyaletine bağlı Kornitsa köyü 29 Ocak 1973 tarihinde, silahlı ayaklandığında, “yeni Türk yönetimi” üç renkli Bulgar sancağının yerine kendilerinin olan Türk Bayrağını dalgalandırdılar ve Kornitsa Türk Cumhuriyeti ilan ettiler.”
Türk belleğine yuvalanmış bilinci ve vicdanı gören Bulgar istihbarat ve devleti 1944-1989 yılları arasında onu çürütüp çökertmeye, yanlış yönlendirmeye, tarihinden koparmaya, Müslüman birliğini parçalamaya, siyasi parti kurmasını ne pahasına olursa olsun önlemeye ve otonomide birleşmesi yolunu kesmeye çalıştı.
45 yıl süren bu gizli ve açık, devlet gücüne karşı nasırlı ellerin sıktığı yumrukların Türk vicdanı ile devletle Bulgar milliyetçiği arasındaki savaşımda, Todor Jivkov “Biz Türkleri yendik!” dese de, yıkılan kendisi oldu. Onun bu cümlesi bizi düşman bildiklerine kanıttır.
Yarım asır süren ve 2 kuşağı kucaklayan amansız çatışmanın tarihsel özetini kendi açımdan kısaca anlatmak istiyorum:
İkinci Dünya Savaşından hemen sonraydı. Bulgar’ın savaşta akmamış kanı şar şar akıyor. Komünistlerin kiraladığı Azrail’in beğenmedikleri toplama kamplarına tıkılıyordu.
Yıllardan 1945 idi. Toprağın, tarım araçları ve hayvanlarının kooperatifleştirilmesi kanunu çıktı. Türkler malsız mülksüz kalıyor, toprak kölesi durumuna getiriliyordu. Halk uyandı. “Olmaz” dedi. Başkaldıran Bulgarlarla birlikte Türk çiftçiler de sürülmeye başladı. Sınır boylarında yaşayan Türkler de toprağından ve köylerinden sökülüyordu.
1946’da Türk okulları devletleştirildi. Emirler hep Moskova’dan geliyordu. 1878’den beri Ruslara öfke bileyen Bulgaristan Türkleri hem esareti hem de körlüğü kabul etmek istemediler.
1948 sonunda 1000 delegeyle Sofya’da toplanan BKP V. Kongresine 35 Türk delege de katılsa da, başkaldıran Müslümanları yatıştırmak zordu. Türkleri korkutmak amacıyla 250 bin kişinin 2 ayda ülkeyi terk etmesi istendi. Türkiye’nin sınır kapılarını açmasında direnen Moskova idi. Katmerli kölelikte yaşamak istemeyen Türkler eşek-katır üstünde, öküz arabalarıyla yola düştü. 115 bin sınırı geçince kapı kapandı.
Ansızın plak değişti.
İşlerin Türkler olmadan olmayacağını anlayanlar ters hayatı öyküleyenleri anlatıp ütopi yıldızları yakmaya başladılar. Kültürel otonomi çerçevesinde serbestlik tanındı. Sular sanki duruldu. Bu büyük değişimde insanımız tek yumruk, birlik ve beraberlik içindeydi.
Sonu 40 yıl gelmeyecek yeni bir yalan öyküsü anlatılmaya başlandı. Öne çıkan partizan, yatak, savaş kahramanı Türklere el uzatıldı. Onlardan biri Karlovo’lu Bulgaristan Halk Çiftçi Birliği militanı Hüseyin Arif’ti. 1943’ün karlı bir gecesinde Koca Balkan doruğundaki mandırasını basan jandarmalar peynire kaşara uzandıklarından başka, Hüseyin beyin abasına poturunu, sarık, kuşak ve keçeli çarıklarını da aldı. Onu dağ başında kışta karda anadan doğma bırakırlar. O da gece gece kar aydınlığında şehre inmeyi başardı. Kenar evlerin önüne sabah ayazında yıkıldı. Donup kangrenleşen vücudundan sağ kolu ve 2 bacağı kesilip alındı. Bir gün kapısı çalındı. Gelenler 2 partizandı. “Çok ekmeğini yedik, sana Kapitalizme ve Faşizme Karşı Savaşçı ve özel emekli maaşı bağlayacağız” dediler. Hüseyin Bey’in verdiği cevap: “İyi de, siz bugün verip yarın alırsınız. Ben almayayım!” diye cevap verdi.
Kötülükler 1956’da diken sürdü.
Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi Politik Bürosu’nun Genel Sekreter Todor Jivkov başkanlığındaki gizli oturumlarda Türklerle ilgili alınan kararlar, belirlenen strateji, uygulama yöntemleri, sahte yaklaşım, aldatma taktikler vs vs tarihimizin özünde yer alır. Onların bizim için yazdığı tarihin esasında şunlar var:
1) “Siz Türk değilsiniz!” Bu sahte sav, komünist partisi, Bulgaristan Türklerini Osmanlı’dan ve Türkiye Cumhuriyetinden, Türkiye halkından, Türk ve İslam Dünyasından koparmak için kullanıldı. Türkiye’deki akrabalarımızla ilişkilerimiz kısıtlandı, mektuplaşmamız engellendi vs.
2) Sahte tarihteki özelliklerden başka biri ise şudur: “Bulgaristan’da yaşayan Türkler Osmanlı döneminde devşirilmiş ve İslamlaştırılmış Bulgarlardır.” Yalan Türk ve Pomak tarihleri yazıldı, binlerce toplantı yapıldı, filmler çevrildi. Bugün Türk kimliğimizin tanınmamasının temelinde olan bu yalandır.
Türkleri asimile etmek için çok yolara başvuruldu
Türkleri daha sonra asimile edip eriterek Bulgarlaştırmayı hedefleyen bu sahte iddia 1967-1989 yılları arasında birçok gizli bilimsel konferansta tartışılmış, kapalı enstitülerde tez olarak geliştirilip savunulmuştu. Bulgar Bilimler Akademisi katındaki bilimsel tez savunmalarıyla BKP MK’ne devlet siyaseti olarak sunulmuş ve uygulanmasına geniş yol açılmıştır. Ahmet Doğan’ın doktora tezi bu konu hazırlanmış. Kendi kendilerine gelin güve olan bu sözde bilim adamları ve komünist siyasetçiler, devlet güçlerini de kullanarak Türk kimliğimizi zorla söküp yerine Bulgar kimliği akıtma çabalarında çok sert tepkilerle karşılaşmışlardır. Batı Rodoplar’ın Pomak bölgelerinden 12 defa geri püskürtüldüler. 1984 ile 1989 yılları arasında ummadıkları Türk isyanıyla karşılaştılar.
28 Aralık 1989’da Halk Meclisi kuşatıldı.
Türkleri ana-dilsiz, dinsiz, kültürsüz ve özellikle de tarihsiz bırakma hedefinde tosladılar. Onlar, ana dili olmayınca geçmişini öyküleyemeyecek, yazı dili olmayınca da belgeleyemeyecekler ve kör, sakat, engeli Türk kimliği biçimlenecek umutları tutmadı. Ne yazık ki bellek ve vicdan değiştirmenin gerçekten olanaksız olduğunu sanki bilmiyorlardı.
Bunların dışında Türk topluluğun Türk kimliğinin tepki gücünün kudretini, yenilmezliğini, tarihlerinin bir bütünsellik arz ettiğini ve bu tarihin çok derin kökleri olduğunu sanki hafife almışlardı.
Devlet geleneği olmayan, çök kültürlü bir devlet kurmaktan korkan ve tüm olayları baskı ve terörle çözmeye ve halletmeye çalıştılar. Sofya yönetimi, Türklerle başa çıkamayacaklarını, onların yönünü değiştirmenin olanaksız olduğunu anlayınca, Bulgarlar başlarına bir “şopar” diktiler. Olayı bir başka yazımda anlatırım. Hak ve Özgürlükler Partisinin (DPS) kurulması Bulgar devletinin geriletilmesi anlamına gelir. Türklerin isimlerini geri alması da ırkçı düşmanın sahadan kovulması ile elde edildi.
Konumuzu devam ederiz.
Siz dışarı çıkmayın, bol bol su için, dua edin ve korona virüsle aktif mücadele etmeye devam edin. Evde kal sağlıklı kal.
Paylaşınız ve kendinize iyi bakınız.