Murat ULUTÜRK
Tarih: 07 Şubat 2021

Birinci yazımı okuyanlar, “Böyle gelmiş böyle gider, Bulgar eşeyinden katır olmaz, ancak semeri değişir ya da boyanır ve pazarda satılır” demişler.

Ben okurlarıma katılıyorum. Sizin fikrinizi ben, yine değişmeceli anlamda, “Bulgarların bir kısmı monarşi (Çarlık), sosyalist ve yeni-liberal (şimdiki) dönemde ancak bir gölgede öteki gölgeye değişti, başka değişen bir şey olmadı” tespitimle beslemek istiyorum.

Yazılarımda sıkça “devrim” ve “evrim” gibi kavramlar kullanıyorum ve okurlarım aynı şeye bazı yazılarınızda “ihtilal yani devrim”, başka bir yazınızda “darbe, askeri darbe” demişsiniz, doğal gelişme sürecini de “evrim” olarak analiz etmişsiniz, biraz netleştirir misiniz, demişler.

İşaret ettiğiniz kavrakların içerik farkını şöyle aşabilirim:

Kuşkusuz Bulgaristan örneklerinde bu önemli kavramların özünü biraz daha derin ve geniş açmak gerekiyor.

Devrim (ihtilal) nedir?

Politik, ekonomik, sosyal ve kültürel ilişkileri kökten değiştiren toplumsal olaydır. Sebebi içsel ve dışsal olabilir. Bulgaristan’da her defasında daha fazla dışsal olmuştur. Politik ilişkilerin değiştirilmesi dediğimde devlet yönetim biçiminin değişmesini, sosyal ilişkiler dediğimde sistem değişikliğini, ekonomik ilişkiler değişmesine işaret ederken mülkiyet biçiminin değiştiğini ve kültürel ilişkiler dediğimde de hukuksal ilişkiler de içinde olmak üzere, ahlak, töre ve yaşam tarzının değiştiğini anlatmaya çalışıyorum.

Bulgaristan’da ilk politik değişiklik 1978’de Rusya – Osmanlı İmparatorluklar arası “93 Harbinin” 1877-1878 Savaş sonunda Berlin Konferansı kararlarıyla meydana gelmiş. Vidin’den Varna’ya, Sofya ovası da içinde Bulgar Prensliği kurulmuş, politik olarak Osmanlı Sultanının bu topraklar üzerindeki egemenliği değişmiş ve yerine Bulgar devleti –Prenslik ve özel mülkiyet kurulmuştur. Padişah emriyle yönetilen toprakların yönetim biçimi değişmiş ve parlamenter demokrasiye geçilmiştir. % 90 köylerde yaşayan insanların toprak mülkiyeti ve taşınmazları Osmanlı kütüklerinden çıkarılıp Bulgar defterlerine yazılmaya başlamıştır. İl yıllarda “olmaz böyle bir şey” diyen Müslüman köylüler taşınmazlarını Bulgar devlet kayıtlarına geçirmemiştir.  Kültürel değişikliklere bir de üstyapı değişikleri deriz. Bir yandan Prenslikte ve Anayasasında Doğu Ortodoks dini devlet dini ilan edilirken, İslam da ayakta kalmış, Osmanlı devrinden kalan dini kurumlarda yaşamış, töreler ve yaşam tarzı aynı kalırken, Şeriat Mahkemeleri de 1934’e kadar adalet dağıtmış ve asker alınan Müslüman gençler yemin ederken Kuran öpmüş ve Allaha yemin etmiştir.

Hemen şunu ilave edeyim, Müslüman toplum değişime zorlanırken yasa çıkarılmamış işler hep meclis dışı emirlerle, baskı kullanılarak, zorla halledilmeye çalışılmıştır. Sanki Türkler yasa dışı yaşıyor gibi bir hava meydana getirilmiş ve bu sürmüş gitmiştir.

Fakat burada mutlaka söylenmesi gereken birkaç cümle daha var. Bulgar prensliğinde yapılanlar bütün nüfusun ortak hayır, bereket, maddi ve manevi nimetini vs yaratmak için değil, yalnız Hıristiyanlar ve Bulgarlar yararına olan değerler yaratma işine kilitlenmiştir. Bu anayasadan başlar. Anayasa geneldir, ama Bulgar anayasası Türkleri ve diğer etniklerin dertlerini, dilini, dinini, kültürünü, ihtiyaçlarını, özlemlerini ve hayallerini içine almamıştır. 142 yıl önce Bulgar eliti Prenslik toplumunun Bulgarlardan ve azınlıklardan, Hıristiyanlardan ve Müslümanlardan oluştuğunu görmek istememiştir. Genel, umum olanı yarım, tek yanlı  görmüş ve sakat nizam ve devlet kurmuştur.

Demek oluyor ki, 1879 Bulgar eliti Prenslikte yaşayacak olan tüm toplum için ortak bereket, fayda, bolluk, esenlik yaratmayı düşünmemiştir. Bu nedenledir ki, Bulgar politikası daha ilk günden sakattır. Kuşkusuz bunun böyle olmasında esaretçi Rusların etkisi büyüktür. Böylece Bulgaristan Türkleri daha ilk günde çifte esaret altına düşmüştür. Birisi Rus esareti, ikincisi de ne yapacağını bilmeyen Bulgarların esaretidir.

İnsanlar arasındaki temas, iletişim, yardımlaşma ortak nimet ve değerler yaratmak için kurulur. Bu bakıma aramızdaki bağlar daha ilk adımlar atılırken kopmuştur. Dilimize ve kültürümüze saldırılar aslında anlaşma tolumuzu kesmiştir. Ortak hedef belirlememiz imkânsız olmuştur. Ve bu durumun 1.5 asır sürmesi kapanmaz yaralar açmıştır. Bulgarlar bizim özel menfaatlerimizi görmezden geldikleri için daha üst bir düzeyde ortak çıkarlarda buluşmamız da olanaksızlaşmıştır.

Devlet ne zaman belirir?

Kişisel, ailevi, mahalli, etnik, ulusal menfaatlerin üzerinde ortak var olmamızın çıkarı, ortak davamızın çıkarı oluşunca devlet kurulur. Bu ortak çıkar oluşmamıştır, çünkü biz daha 1879’da oyun dışı bırakıldık ve bugün de değişen bir şey yok. Bu çıkarın adı CUMHURİYETTİR. 1879’da Bulgaristan’da Cumhuriyetin kilit taşı, temel taşı toplumsallığımızın bütünlüğü olarak, toplumsal denge olarak yerine konmamıştır. Ortak nimetimiz soksa, ortak hedefimiz yoksa bir devlet değiliz anlamına gelir. İlk günden bu bugüne parçalanmışlığımız buna kanıttır. Politik düzeyde bizimle temas bile kurulmamış, dış güçler dinlenmiştir. Onlarsa hep Ruslar ve Almanlar olmuştur.

Bulgarların 20. Yüzyıl tarihinde en önemli olay budur.

Temel konu olduğuna inanarak, Bulgarların evde ve okulda  namus eğitimi almaması, faziletli insanlar olarak yetişmemeleri ve ahlaklarının bizim ahlakımızdan çok farklı olmasına değinmek istiyorum ki, bu üç değerle ilgili farklı kişiler arasında ortak değer ve hedef belirlenmesi, tek yumrukta birleşmeleri imkânsız gibi bir şeydir. Bir kişi başka birine karşı düşmanca yetiştirilirse, onunla dost olamaz, aynı hedefte birleşemez. Bunları yazarken moral ve siyasetin soyut öğretilmemesi gereğine inanıyorum. Doğrusu, biz, Bulgar okullarında yanlış eğitildik, beyinlere düşmanlık tohumları saçıldı. Bulgar toplumunda Türklerle ilişkilerde müspet,(olumlu, pozitif) örnekler yok. Biz bu örnekler olmadığından dolayı basit hayattan daha yüksek erdemli bir yaşam biçimine geçemiyoruz. Bugünkü Bulgaristan koşullarında 1879’da olduğu gibi, iyi insan olabilme olanaklarımız yoktur. Biz serbest değil, politik sistem öyle kurulmuş ki, biz hepimiz başkalarından bağımlı kimseleriz. Kişinin özünde olsa bile toplum kabul etmeyince çabalar boşunadır. Olay budur. Bunu bozmak da politikacıların ödevidir. Politik sistem değişikliği dediğimizde önce bu anlaşılmalıdır. Bağımlı durumumuzdan özgür duruma geçmeliyiz. Bu nedenle, Türk siyaset adamlarının toplumun önüne çıkmasına yol verilmiyor. Biz bu toplumu onlarda olmayanla değiştirebiliriz. Bu cevher bizde var.

Aynı medeniyet içinde erdem ve namus örnekleri verirken, bunların bütün toplum için geçerli olması gerekir, bu yoksa çatlama, bölünme ve ayrılık doğurur. Çocuklarını Türk ve İslam düşmanı yetiştiren Bulgarları 1984-1989 yılları arasında karşımızda silahlı bulduk.  Bu her şeyden önce farklı erdem ve namus ölçütleriyle alınan eğitim ürünüdür.

Demek oluyor ki, bir Rusya saldırısı olan 1877-78 savaşı (Plevne muharebesi ve ya Osman Paşa Harbi olarak da bilinir) sonucu kurulan Bulgar Prensliğine Bulgar tarihçiler ve politikacılar “devrim” demişlerdir. Burada devrim niteliği olan değişiklikler daha sonra yapılan reformlardır. Bunların başında bir anayasal düzene geçilmesi, 1882’den 1934’e kadar Osmanlı maddi mirasını yıkıp yok ederek ülke görünümünü Avrupalılaştırma, resmi dil olan Osmanlı Türkçesinin yerine Bulgar dilinin resmi devlet dili ilan edilmesi önemlidir.  Bulgar kesimin medeni kanuna geçmesi ve özellikle de genç devlette devlet işleri ile kilise işlerinin birbirinden ayrılmış olması çok önemlidir. Anayasa vatandaşları eşit ilan etmiş olsalar da,  Müslümanlara ve İslam’a daha ilk günden savaş açılmıştır. Bulgarca bilmiyorsunuz gerekçesiyle seçilmiş Müslüman temsilciler kurucu meclise (1879) alınmamıştır. Benimsenen ötekileştirme siyaseti Türkleri sürekli göçe zorlanmıştır. Onların mal ve mülklerine el konması, camilerin kiliseye dönüştürülmesi örnekler arasındadır. Türk ve Müslüman tebaanın cahil bırakılıp körleştirilme siyasetinin devlet siyaseti haline getirilmesi, 1878 Bulgar Devrim özellikleri açısından değerlendirildiğinde onun bir demokratik ve özgürlükçü devrim değil, azınlık hakları ve özgürlükleri açısından bir karşı devrim ve gericilik olduğuna kanıttır. Bu arada 1909’da Prenslik Krallık (Çarlık) olmuş ama değişen bir şey olmamıştır.. Monarşinin başka bir özelliği çok partisi sistem olsa da, Türk partisi kurulamamış ve Bulgar partilerinde de Türk Şubeleri açılmamış ve Müslüman Türkler devletin üst katında temsil edilmemiştir. Birinci Bulgar devriminin ana çizgileri bunlardır.

İkinci Bulgar Devrimi olarak yazılan ve anlatılan 1944 devrimi, Bulgar Çarlığının “Kızıl Ordu” (Sovyetler Birliği Ordusu) tarafından işgal edilmesi sonucu başta Albay Kimon Georgiev olan 3 kişilik bir askeri grup tarafından 9 Eylül 1944 gecesi gerçekleştirilmiştir. Şekli bakımından bir darbedir. Özü bakımından ise, daha sonra faşist politik sistemin sosyalist devlet biçimiyle değiştirilmesi, sosyal yaşamın reform görmesi, özel mülkiyetin köylerde kooperatifleştirilmesi, kentlerde ise devletleştirilmesi ve manevi yaşamda ise dini gelenekleri reddederek dinsiz bir dünya anlayışı, uydurma sosyalist ahlak uygulaması açısından analiz edildiğimde bir devrimdir. Fakat Bulgaristan Türk azınlığı başta olmak üzere, azınlıkların doğal ve yasal, dini ve sivil hakları, doğal haklar ve evrensel hak ve özgürlükler açısından bakıldığında faşizm yılları zulmünün devamıdır. Müslüman Pomaklardan başlayarak 1913’te ilk isim ve din değişikliği zorbalıkla Bulgarlaştırma politikasına hayat hakkı tanımıştır. 1935’ten sonra Rodoplarda (Bulgaristan’ın Tanrı Dağları) bu baskılara devam etmiştir. 1934’te Ulahların ismini değiştirmiş, 1962’de Çingenelerin ve Gagavuzların isimlerini değiştirmiş, belirli aralardan sonra 1964 ve 1972-75 yılları arasında Pomaklara uzun süreli ve değişik biçimli şiddet uygulayan devlet dayanılmaz zulüm sonunda Türk isimleri Bulgar isimleriyle değiştirilmiş ve İslam dini yasaklanmıştır. Bu bakıma, 1971’den sonra sosyalizmim politik yapı olarak terör devletine de dönüşmesi ve 1984-1989 yılları arasında Bulgaristan Türklerine soykırım denemesi uygulaması, 1944-devirmini Bulgaristan’da azınlıklara ve onların en temel haklarına, tarihleri ve gelenekleri, dilleri ve dinleriyle yaşamalarına karşı uygulanan bir karşı devrim olduğunu görüyoruz. Birinci (1878) ve İkinci (1944) Bulgar devrimleri Çarlık Rusya ve Sovyetler Birliğinin baskısı, dayatması, zorlamasıyla gerçekleştirilmiştir. İkisi de Bulgar halkının iradesine karşı olan sosyal politik olaylardır. Bu iki devrimde en belirgin olan Bulgar toplumunun zengin kısmının ve şehirli elitin 1878’de Osmanlı Padişahı gölgesinden Rusya ve dolayısıyla Alman İmparatoru ve 1933’ten sonra Alman Nazizm’inin önderi Adolf Hitleri gölgesine geçmiş olmasında ona uymasında gizlenir. Birinci dönemde Bulgaristan’da mal mülk kayıtlarının değişmesi dışında tarım reformu yapılmamış ve sanayileşme de gerçekleşmemiş, kültürel dönüşümde sadece azınlıkların geleneksel kültürlerinin olumsuzlaşmasıyla sınırlı kalmıştır. Osmanlı bağrında başlayan Bulgar milli kimliğinin oluşumu tamamlanmamış, halk Bulgarlar ve azınlıklar olmak üzere ikiye parçalanmış, azınlık toplulukları devlet yapısına davet edilmediklerinden dolayı, Bulgar demokrasi ve devler oluşumu da yarım kalmıştır.

İkinci Bulgar devriminde 1950-1960 arasında Bulgaristan Türklerine okul, sanat grupları, tiyatro, gazete, dergi, radyo vb gibi üst yapıda yeşerme haklarının tanınması, kooperatifleşme şeklinde gerçekleştirilen tarım reformu ve sanayileşme sürecinde Bulgaristan Türkleri motor rolü görmüştür. Tek ihraç malı olan tütün ve sigara üretiminde, hayvancılıkta ve madencilikte ana üretim gücü Türklerdi ve 1979’da Bulgar ihracatından gelen dövizin % 94.5’in Türklerin emeğinin ürünüydü. Üstelik fabrika ve büyük ölçekli sanayi tesisleri, elektrik santralleri, baraj ve sulama tesisleri yapımında çalışanların yarıdan fazlası Türk erkeklerdi. Olaylara bu açıdan bakıldığında Bulgaristan sosyalist darbesi Bulgarlar tarafından gerçekleştirilirken, Bulgaristan’daki sosyalist devrim de Bulgaristan Türklerinin elleriyle gerçekleştirilmiştir diyebiliriz. Ne yazık ki, sosyalist devrimin totaliter rejime kilitlenmesi ve 1984-1989 soykırım denemesi, baskı, terör ve zulümle Türklere karşı bir iş savaş gerçekleştirmesi, sosyalist yapıya anti-demokratik, faşizan nitelik kazandırmış ve 1989’dan sonra uygulanan etnik temizlik siyasetiyle doğrudan insan düşmanı faşizan soykırım çizgileri kazanmıştır. Tabii ki bu “karşı-devrimci dönüşümler sonucu Bulgar devlet, toplum, ekonomisi, sosyal hayatı ve kültürü çok ağır ve bunalımlara düşmüş ve içinde bocalayıp kalmıştır.

Üçüncü Bulgar Devrimi 1989’da büyük bir anti-totaliter ve anti-komünist iç birikim sonucu gelse de, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliğinde devir çarkının durması, bu 15 devlet birliğini dağılması, Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin iktidardan çekilmesi, Doğu Avrupa’da sosyalist blokun çökmesi ve bir zulüm simgesi olan “Berlin Duvarı” nın yıkılmasıyla gerçekleştir. Bu devrimin motor güzü de 1989 Türk ayaklanması olmuştur. Sosyalist-totaliter baskı ve terör diktatörlüğünden yeni-liberal demokratik devlet düzenine geçiş şeklinde 1989’da biçimlenen bu dönüşüm ilk yıllarda anti-komünist nitelikler gösterse de, komünist-totaliter düzenden kurtulamamış, politik sahnede kalmasına engel olamamıştır. 1991 Anayasa değişikliği, Komünist Partisinin toplumsal yönetici güç olmaktan vaz geçmesi, çok partili sisteme geçilmesi, tazımda özel mülkiyete dönülmesi, sosyalist ekonominin hurdaya çıkarılıp yok edilmesi ve hatta Sovyet blokundan koparak Avrupa Birliği ve NATO kucağına atlama beklenen değişikliği getirmemiştir. Fakat bu anayasa, T. Jivkov ve BKP iktidarını deviren iç gücün Müslüman Türklerin kimliği ve kültürel hakları yine tanınmamıştır.  Siyasi sistem değişikliği zihniyet değişikliği sorunudur. Eğitim sisteminde reform yapılmamış ve 30 yıldan beri zihniyet değişmemiştir. İnsanların dünya görüşü değişmeden hiçbir köklü devrim yapılamaz, bir şeyler eşelense bile mutlaka yarım kalır. Bulgaristan’daki olaylar, Osmanlı gölgesinden, Rusya ve Sovyet yani Moskova gölgesine koşanlar ve oradan da Almanya gölgesine geçiş serüveninden başka bir şey değildir. Parlamentoya halkçı liberal, popülist, yeni liberal ya da konservatör maskeli eski komünistler, onların oğulları, kızları, yakınları ve torunları doldukça, komünist soyların temsilcileri bakanlıklarda, mahkemelerde savcı ve yargıç sandalyelerinde oturdukça devrimci dönüşümden söz edilemez. Azınlıklara köle gözüyle bakıldıkça, uyanık vatandaşların hepsi dış ülkelere kovuldukça, sivil toplum örgütlerine politik yaşamda söz hakkı tanınmadıkça, yurt dışındaki vatandaşlara yasal seçilme hakkı sağlanmadıkça “değişiyoruz, devrim yaptık” gibi sözleri söylemek günahtır. Milli servet dış kökenli 16 oligarşi-grup elinde kaldıkça ve memleketi yöneten 200 aile değişmedikçe, demokratik devrim yapıldığından, zihinsel değişimden, yeni bir dünya görüşünden asla söz edilemez.

Devrimler, toplumsal gelişmenin tıkandığına, yolların bittiğine ve çıkış da olmayışına işarettir. Cumhurbaşkanı bu duruma “bataklık” dedi. Çıkış hala bulunamamıştır. 6 Nisan 2021 seçimleri Bulgaristan’a yol arayanların seçimidir. Görüldüğü üzere 26 Mart 2017 seçiminden birçok vatandaş ders almış bulunuyor. Bir defa VMRO-BND, NFSB ve “Araka” faşist üçlüsü artık dağıldı. Anketlerde % 4 seçim barajını aşamadıkları görülüyor. Parlamento dışındaki demokratik mayalanmadan ve 2020 yaz ve güç gösteri dalgasından meclise 3 partinin gireceği artık ortaya çıkmış bulunuyor. “Var Böyle Bir Halk” – Slavi Trifonov hareketi; Ulusal denetçi Bayan Maya Manoılova, gösterileri yönlendiren “Zehirli Üçlü” – “BG Diril! Ve Mafya İktidardan Defol!” partisi ve son yerel seçimlerde Sofya’da 8 belediye Başkanlığı kazanan “Demokratik Bulgaristan” hareketi anket sonuçlarına göre yeni mecliste yer alacak ve ortaklık kurma beyanları verdiler.

10 Yıldan beri iktidar olan ve 2014 seçimlerinde Hak ve Özgürlük Hareketine Saldıran, 2017’de Türk seçmenlere karşı faşist şiddet uygulayanlarla birleşen GERB partisi ve Başbakan Borisov, artık zamanını doldurmuş ve 4. Hükümet kurmayacağını ilan etti. GERB partisinin özünde komünist partisi biletini karısının çiğiz sandığına saklamış, göğüsleri madalyalı eski polis ve ordu subayları ve onların yakınları kalabalıktır. Onlar sözde “demokrasi” koşullarında, ABD ve Almanya kodamanlarına biat ettiler. Totalitarizm cesedini Bulgaristan’da 10 yıl daha tutabildiler.

Bilmemiz gereken çok önemli bir özellik, sosyalist parti BSP veya statüko partisi olarak iyice kökleşen DPS çömezi Ahmet Doğan ile sözleşmeleri ve totaliter zulmü bir süre daha ayak tutmaları da olasıdır. Bu yönde atılan her adımın halkımıza, seçmene iletilmesi zorunluk olmuştur. Birlik olup bu yolu kesemezsek Avrupa Birliğinin en yoksul ülkesinde, korona virüsün en fazla çlü aldığı ülkede, anadilimizin unutulduğu ve çocuklarımızın okul dışı kaldığı bir ortamda kalacağız.

Bu seçimler bizim için gerçekleri görüp yeni bir seçenekle yönelmemiz açısından son derece önemlidir.

Devam edecek.

Lütfen paylaşınız.

Korona virüsle mücadeleye devam.

Sıramız gelince aşı olalım.

Teşekkür ederim.

Reklamlar