Ahmet TÜFEKÇİ
Tarih: 18 Mayıs 2021

Giriş

Seçim hükümeti yurtdışındaki seçmenler lehinde ilk adımı attı. 300 ‘den fazla kayıtlı seçmeni olan seksiyonlara seçim makinası verilecek. Dış ülkelerde 500 seksiyon açılacak. 3 milyon gurbetçimizin 1 milyonu Türkiye Cumhuriyetinde yaşadığından dolayı seçim makinalarından 133’ünin T.C.ye gönderilmesi adaletli olur. Bunun için seçimle ilgili iletişim şart. Yurtdışında adaletli seçim yapılabilmesine 57 milyon 100 bin leva ödenek ayrıldı.

Öte yandan yeni İç İşleri Bakanı Raşkov, 4 Nisan’dan sonra seçim makinalarından bir kısmının jandarma denetimindeki devlet depolarına teslim edilmediğini, Polis Müdürlüklerinde bulunduğunu ve seçim sahtekârlığını önlemek açısından bu işin soruşturulacağını bildirdi. Bakan Raşkov, “şu an devlet kurumlarının çalışmadığını, çünkü devlet güvenlik birimleri müdürlerinin Eylül ayına kadar ücretsiz izine çıktığını duyurdu.

Amerikan sosyolojik araştırma şirketlerinden biri Bulgaristan meclis seçimleri üstüne yaptığı etraflı araştırmasından aldığı sonuçları açıkladı. 1990 seçimlerinden beri ülkede 800 seçim sandığından % 98 aynı parti çıkmıştır. 1400 sandıkta da % 60 hep aynı siyasi parti kazanmıştır. Bulgaristan’da totaliter komünizm rüzgârı hızla esmeye devam ediyor. İl polis amirlerinin seçimlerde oy alıp satanlara çadır açtığı kesin kanıtlandı.

Son açıklamada ise, hükümet değişikliğine rağmen, banka sisteminde yolsuzlukların devam ettiği, büyük şirketlerinden 8’ine 1 milyar leva kredi verildiği ve Dubay’da Rus sopacılar tarafından dövülen ve halen Rila / “Borovets”  kış tatil köyünde güç tazeleyen Delyan Peevski’ye bağlı 4 şirketin bu paranın % 50’sini aldığı bildirildi.

Bu son gelişmeler, seçkin kişilerden oluşan yeni hükümete rağmen,  Bulgaristan’daki yenilenmenin henüz yerinde saydığına kanıt sundu.

Model ve sistem değişikliği bir hayal.

Bulgaristan gerçekliği bizi “değişiklik” kavramını “dayatma”  yani “model ve politik sistem aşılama” değimleriyle değiştirmeye zorluyor. 142 yıldan beri aynı yöntem uygulanıyor

Tarih kendisi ahlaksız ve namusuz olamaz.

Ahlaksız ve namusuz olan insanoğludur. Ve bu esas üzerinde tarih her gün her birimize ders veriyor. Geçmişle ilgili ya pişmanlık duyup tövbe edersin ya da inkâr etmeye devam. Bu yapılmadıkça bunalım derinleşerek kangrenleşir.

Yazılarımızda birçok defa bir kuyu içinde olduğumuza işaret ettik. Hatta bu benzetmeyi cumhurbaşkanı, başbakan ve meclis başkanı ve ya parti liderleri adından kullanırken tırnak içine aldık.

Vurguladığımız felaketin bedeli vardır. Bu bedel parayla ödenemez. Ödenebilecek olsa bataktan çıkardık, hürriyetimize kavuşur, dobra dobra yaşar ve mutlu olurduk.

Bizi ezen yükü kaldırabilsek, Bulgaristan’da sivil toplum, eşitlik, özerk demokrasi yönetimler doğar ve gelişirdi. 142 yıldan beri bu özlem bir türlü tay duramadı.

Adına yolsuzluklar, dolandırıcılar, rüşvetçiler, talancılar, senin benim adamım toplumu desek de, içinde yaşadığımız toplumun eşkıyalar, çeteler, kapkaçlar toplumu olduğunu geniş halk kitleleri de kuşkusuz gördü ve tepki gösteriyor. Kollarını sıvamış ve bu gidişe “Dur!” demeye çalışıyor. Girişte, Bakan Raşkov’un çizdiği tablo, Bulgaristan’ın kilitlemiş bir sömürge ülke olduğuna işarettir.

Memleketimizdeki kavga iktidar kavgasıdır. Boyko Borisov ve GERB partisinin yönetimden çekilmesi ve yerine kuralları daha adil bir düzen isteniyor. Toplum bu davayı benimsemiş ve yürütüyor. Evrimsel ve aşamalı bir süreç. Sonu nereye çıkar bilinmiyor.

Aşılamayan felaket

İleri hamlelere evrim ve devrim, ters olana da karşı devrim deriz.

Karşı devrim daha ileri olan bir sosyal gelişim aşamasından daha geri olan bir sosyal ekonomik ve kültürel yani medeniyet devrine geri itelemek veya zor kullanarak dayatmaktır. 1878’de kurulan Bulgaristan’ın başına gelen budur. O devirde kapitalist sosyal ekonomik ve adalet düzeni olarak Osmanlı yarı feodal Çarlık Rusya’dan daha gelişmiş ve ileri bir aşamadaydı. İşgal edilen Bulgaristan topraklarında sömürge sistemi ilişkileri uygulanmaya koydu ve 1878-1944 döneminde ekonomik, kültürel ve toplumsal ilerleme durdu. Bulgaristan teknolojik – sanayi devrimini gerçekleştiremedi. Değişik etnik topluluklara bölünmüş, bütünleşemeyen, birleşemeyen, millileşemeyen bir toplum kaldı.

Bu konuda, adil bir araştırma yazısı, namuslu bir kalemden çıkan bir roman, adaletin gücünden duruşma salonunda kırılan bir kalemin çatırtısını dile getiren bir destan okumadım. Daha ötesi, onurlu, namuslu ve ruhunu satmayan bir Bulgar yargıcın hayat hikâyesini de okumadım. İçeri düşenlerimiz ise ya çıkamadılar, çıkanlar korkudan yazamadılar. Başa gelenlerin tekrar etmesi insan ruhunu donduran, büyük bir korku! Devrin karakteristik çizgilerini taşıyan sima oluşmadı.

Şöyle ki, biz bugün hayat huzuru, birbirimize güven, gelecekle birlikte coşma ve sofra başında ekmeyi bölerken hissettiğimiz duygular bakımından belki de Osmanlı çağının son yıllarından 100 yıl gerideyiz. Trakya ve Mısır ovaları Bizans’ı ve sonra Osmanlıyı beslemişti. Bugün Trakya orada, ama Bulgaristan 5 milyonu besleyebilmek için gerekli gıdanın % 80’nini ithal etmek zorundadır. Bir yıl oldu sokağa çıkamıyoruz, hastaneden çıkamayacağız korkusu, hayat korkusu yolumuzu kesti. Olay, normal şartlarda başa gelen çekilir den öte, daha önce yaşanmamış,  aşılamayan çok yönlü bir felaket.

Kaybedilen değerlerimiz

Biz çok şeyler kaybettik! Onların arasında en değerli olan insandır, İnsanlarımızdır. Soylarımızın yarattığı toplum ve düzendir.

1877-78 savaşında 500 bin Bulgaristan Müslümanı telef oldu. Ardından 1 milyon Müslüman vatan toprağını terk etti. Pomaklar 4, Türklerse 12 büyük göç yaşadılar.  Kaybedilen insan olduğunda felaket başlar. En büyük değer insandır ve tüm diğer değerler insan emeği ürünüdür. Yüce değerimiz Müslüman Türk, yarattığı ürün de Türk toplumu ve devletiydi.

Ekonomi, hukuk, ahlak, bilim, sanat, toplum ve yaşam tarzı hep insan ürünüdür. Bunu bilen Osmanlı devleti, 1878 Martında San Stefano (Yeşil Köy) Geçici Barış Protokolü görüşmelerinde, Koca Balkan’ın kuzeyinde ikamet eden Müslümanların Balkan sıra dağlarının güneyine alınmasını ve Trakya’daki Hıristiyanların Balkan Dağlarının Kuzeyine – Rus işgalindeki bölgeye – göçünü önermişti. Rus heyeti bu öneriyi kabul etmedi. Niyetleri işgal ettikleri topraklardaki Müslümanları sömürmekti. Rusların Balkanlardaki Müslümanları köleleştirme stratejisi daha o zaman ortaya çıkmıştı. Çarlık Rusya’nın toprak köleliği sitemi uygulanacaktı ki, özel mülkiyetini işleyerek geçinen Müslüman Türk topluluğunu asırlarca geri itmek anlamına geliyordu. Müslüman insan köle edilirken, siyasetin, devletin ve milli kültürün dışında bırakılacaktı.

Geleceğin aynası geçmiştir 

Geleceğimizde bizi ne beklediğini görebilmemiz için, önce şöyle bir geriye bakıp arkamızda neler bıraktığımızı değerlendirmeliyiz. Geçmiş bizim irademizin ne kadar eğildiğini gösterir. Geçmişte baş eğmiş ya da eğmemiş olmamız ise, geleceğimizi belirleyendir. Türklerin tarihi kahramanlık ve zafer tarihidir. Türkler İslam’la donanmış medeniyet yaratan ve yayan bir millet ve devlettir.

Biz Ruslara ve Bulgarlara asla ve hiçbir zaman beyat etmedik. Bu nedenle 1879’dan beri Bulgar devleti dışında tutulduk, içine alınmadık. 142 yıldan beri facialar yaşarken baş eğmemek için vatan toprağımızdan defalarca kovulduk, göçe zorlandık. Türk kimliğimizle yaşamak için şehitler verdik, veriyoruz. Geçmişe iradeli ve şerefli bakışımız değişmedikçe, geleceğimizi belirleyen her zaman kendimiz, inanç ve irademiz olacaktır. Gördüğümüz zulüm ve kötülükleri af edip unutmadıkça ve yeni kuşaklara aktarabildikçe gelecekte başımız her zaman, her yerde dimdik duracaktır. Geçmiş ile gelecek arasında duran öz irademizdir. Geçmişte yaşadıklarımıza değer vermeden, ileri adım atamayız, ufkumuzu göremeyiz. Geçmişi çarpıtan masalların gelecek için önemi yoktur. Bu, özellikle tarihimizden, dilimizden, dinimizden, kültürümüzden ve adalet anlayışımızdan ve geleneklerimizden söz etmeyen, kimliğimizi tanımayan Bulgar eğitim-öğretim sistemi için geçerlidir. Gerçekleri saklamak, unutturmak faydasızdır. Bizim bilgi ve irade kaynağımız ancak gerçekçi ve namuslu olandır.

Geçmişimizi doğru dürüst değerlendirmeden geleceğin ufkunu açamayız.

Bizden olmayan biri bizi biz gibi göremez. Herkes kendi acısını kendisi bilir. Bizim, bugün artık geç, 500 aydına ihtiyacımız var. Aydınlarıyla tozlaşamayan bir halk körelir ve söner. Tarihte bunun örnekleri çoktur. Bulgarların her gün Bulgarcaya tercüme edilmiş Türk filmi seyretmeleri, Türk edebiyatının Bulgarcaya tercüme edilmesi vs. onları etkileyebilir, ama onlarda ne Türk kokusu ne de Türk ahlakı yaratır. Onların ateşinde oluşan kimlikte Türk düşmanlığı vardır ve hayat kendiliğinden bunu değiştiremez. Kültür aşılanır, fakat yeni kuşaklara kendiliğinden geçmez. Doğu ve Batı zihniyeti Bulgar toplumuna her fırsatta Türk düşmanlığı aşılamış ve bu değişmeyen güçlü bir etkendir.

1878’den önce Plevne savaşının felaketle sonuçlanacağını, Bulgaristan’da yaşadığımız topraklarda hayatın baştanbaşa ve kökten aleyhimizde değiştirileceğini ve o zamandan başlayarak hepimize gereksiz insanlar olarak bakılacağını sezinlesek de düşünüp bilinç edinememiştik. Atalarımız, yaşadığımız topraklara daha yüksek bir medeniyet getirmişti. 1878 Rus esareti altına düştüğümüz tarihtir. 1944’te olay tekrar etmiştir. Bulgar devletine savaş ilan eden bir devlet “kurtarıcı” olamaz. Bu nedenledir ki, Bulgaristan’da dikilen 180 Rus ve Sovyet anıtı “kölelik simgesidir” ve yıkılmalıdır. Bu gölge kalkmadan Bulgaristan’da ne özgürlük ne de demokrasi olabilir. Yeni Bulgar tarihi – III. Bulgar devleti tarihi –  Rus esaretiyle başlamış ve bu esareti yaşatan simgeler sökülüp atılmadan, özgürlüğümüzün ağacı yeşeremez. Bugünkü demokrasi ve adalet savaşımından ancak yeni bir diktatörlük, Cumhurbaşkanlığı rejimi doğabilir.

1993 yılında Sofya Büyük Şehir Belediye Meclisi başkentin merkezindeki “Kurtarıcı Sovyet Eri ” anıtını yıkma kararı almıştı. Türk partisi olmakla övünen Hak ve Özgürlük Hareketi’nin (DPS) görev süresinde kurulan Prof. Lüben Beriov (1992-1994) hükümeti bu kararı durdurdu, uygulamadı. Bulgaristan Türkleri için bu davranış utanç vericidir. Ahmet Doğan’ı hain eden büyük olaylardan biridir. Özgürlük ve milli bağımsızlık yolunda belimizi doğrultabilmemize engel olan felaketlerden biridir. 1989 dönüşümüyle doğan umutlar baltalanmıştır. Dikkat çekicidir, Türkiye Cumhuriyeti’nin Bulgaristan Türkleri temsilcisi olarak yıllarca arkaladığı Dr. İsmail Cambazov  “bizim Bulgarlarla ve Bulgar devletiyle sorunumuz yok” derken, aşırı sağın Türk düşmanlarının başlarından biri olan Angel Cambazki’nin de “Bizim Bulgaristan Türkleriyle sorunumuz yok” demesine anlam vermek zordur. Oysa bizim dilimiz hala yasak, edebiyatımız ateşe verilmiş, kültürümüz yok ediliyor. Bilim çevrelerine göre ancak bir nesil ömrümüz kalmıştır. Bulgaristan’da milli kölelik devrinden kurtulmamızın yolunu, adında “özgürlük” sözü olan bir politik partinin kesmesi, hepimiz için bugün de utanç vericidir.

Rus anıtlarında yaşayan anlam.

Kendimizin olan topraklarda yönetim Rusların ve dolayısıyla Bulgarların eline 1878’de geçmişti. İstilacı güçler önce memleketten kovulacaklar listesine zenginlerimizi, toprak sahiplerimizi, malı mülkü olanları, zanaatçılarımızı, öğretmenlerimizi, okul müdürlerimizi, toplum ve devlet işlerine bakanlarımızı ve dini ve manevi hayatımızın öncülerini aldı. Bulgar Prensliğini Müslümanlardan boşaltma planı Osmanlı devletine dahi başkaldırmış Pazvant oğlu Osman gibi asi ruhluların yaşadığı Vidin, Niğbolu, Zviştovi, Vraça gibi şehirlerde ve etraf köylerde başlatılacaktı ve başladı. 1944 yılına kadar bu topraklar Türksüz ve Müslüman sız medeniyete kısır nadas kaldı..

 İstilacıların ilk amacında Bulgaristan Müslümanlarının eğitimli, namuslu ve söz sahibi, kültürlü tabakasını yok etmek de vardı. Bu topraklarda derin bir medeniyet yaşıyordu. 2700 okul ve medresemizi öğretmensiz, 2353 camimizi imamsız bırakmak, kadı, derviş ve ozanlarımızı, yapı ustalarını, hekimleri vs yeni durumu analiz edebilen ve insanlara akıl verip önder olabilecek olan her öncüyü ve ailesini göçe zorlama, kovma uygulaması başladı. Cahil ve aydınsız toplumların yok olmaya mahkûm olduklarını biliyorlardı.

Rusları ilgilendiren yerli Müslüman önderlerdi.  Rus çizmesine ve Bulgar haydutlarına boyun eğip hizmet etmeyi kabul etmeyecek Müslümanlar hedef oldular. Bulgar prensliğinden kovulmaları yok edilmeleri anlamına geliyordu. Müslüman aydınların tümü listeye alındı. Hiçbir istilacı kendinden daha deneyimli, daha bilgili ve daha medeni bir milleti yönetemez. Mevlevi dergahları dağtıldı.Kalabalık kitlenin köleleştirilebilmeleri için aydın tabakanın, ruhuyla toplumu aydınlatarak yaşatanların saf dışı edilmesi birinci ödev olmuştu. Bulgarca bilmek şartı getirilerek, Bulgar devleti içine alınma yolları kapanmıştı. Eski komşuluk, dostluk ve yardımlaşma unutturularak, Bulgarlar Türklerden koparılacak, Türklere köle muamelesi yapılacak ve ikinci sınıf vatandaş olarak ötekileştirilmeden rahatsız olmamaya alıştırılacaklardı. Zeki Türk çocuklarının ilerleme yolu kesilirken, gençler kazma kürek askerliğine alındı ve ezildiler.   “Kölelerin biz özgürlüğü ne yapalım!” dedikleri gibi kör edileceklerdi.

Büyük İskender’in (Aleksandır Makedonski) (M.Ö. III. Yy’da yaşamıştır) tüm insanları vatandaş yapma çabaları anımsandığında, 1944’ten sonra kentlere kaydımızın yapılmadığı çok anlamlıdır. Bunun temelinde olansa, köylerde toplum, bilinçli sınıf, dolayısıyla milli şuur oluşumu ve kimlik, kültür ve medeniyet vs olamayacağı gibi saçmalıklardı. Demek istediğim “Berlin Konferansı” ndan sonra her geçen yıl Bulgaristan Türklerinin durumu kötüleşmiş ve bugün artık esemeleri okunmayan, bir avuç ruhsuz tarafından temsil edilen bir kimliksiz anadil siz zümre haline düşürülmüşlerdir. Şu çok ilginçtir. Sovyetler Birliği 1992 yılında Türk Cumhuriyetlerinin hepsine bağımsızlık tanıdı. Orta Asya Türk Cumhuriyetleri kuruldu ve Türkiye Cumhuriyeti ile birleşerek Türk Dünyası, Turan Dünyası kuruldu kuruluyor. Biz Bulgaristan Türklerinin hak ve özgürlükleri, Türk kimliğimiz, dilimiz ve geleneklerimiz tanınmadığı gibi, hala “dedeleri Türkleştirilmiş Bulgarlar” yalanı altında ezilmeye ve eritilmeye devam ediyoruz. Birçok yerde musalla taşı koyacak, mezar taşı dikecek mekânımız yok. Taşıma su ile değirmen dönmez diyenler haklı. Türkiye Diyaneti beslemesi Müftülerimiz, imamlarımız, hocalarımız ve dünü aydınlarımız aldıkları maaşlara beyat ederek dertlerimizin katmerleşmesine seyirci kalıyorlar. Şimdi yeni Kongre toplayıp huzur ve maaşlarını garantilemek niyetindeler. Biz ise sorunların çözümünü ve ruhumuzun şahlanmasını bekliyoruz.

Tarihsel olay bir karşı devrimdi.

Yerli Müslümanların arasından olup,  Rus istilacıları en fazla rahatsız eden ikinci grup ise, İslam din adamları olmuştur. İşgalci komutanlardan biri olan, Rusçuk bölgesindeki çarpışmalara katılan  III. Aleksandır da İslam’a inanan bir Müslüman’ın hiçbir zaman bir Hıristiyan işgalci Rus askerine, bir Bulgar haydutta, komitacıya boyun eğmeyeceğini kendi gözleriyle görmüştür. Rusya köylerinde, o dönem toprak köleliği kavgaları vardı. Babası II. Aleksandır’ın 1861 yılında köleliği kaldıran “toprak reformu” başarısız olmuş. 280 köylü ayaklanması yaşanırken, onun emrindeki askerler bile savaştan sonra toprak köleliğinden kurtulmak için cepheye gelmişlerdi. Osmanlı devrinde Bulgar köylülerinin özel mülkiyet, iri ve ufak baş hayvan sürüleri sahibi olduklarını, kendi topraklarını işlediklerini, zanaatçıların ürettiği ürünleri iç pazarda olduğu gibi beş kıtaya sürdüklerini gördüğünde dudak ısırmıştır. Kiliseler çan, Bulgar okulları zil çalıyordu. Bulgar köylüler huzur içindeydi. III. Aleksandır şaşırmıştı. Onu asıl şaşırtansa gördüğü yeni zengin dünyanın o sürekli kötülenen ve aşağılanan Türk zihniyetinin ürünü olmasıydı. Yüzleşişle bir medeniyetler çatışması vardı. Fersah fersah geri kalmış olan Rus İmparatorluk düzeni, Osmanlıda 1836’da başlayan kalkınma ve yükseliş devrinin zirvesinde bulunuyor ve topraklarında yaşayanların huzur ve mutluluğundan güç alıyordu. Ruslarsa yalana dolana dayanarak Balkanları ezmeye gelmişlerdi. Tarihsel olay, toplumsal kalkınma açısından bir karşı devrimdi.

Din adamlarından korku.

Çar oğlunun başını çevirdiği her yer türbe, mescit, cami, kütüphane, misafirhane ve derin gelenekleri olan bir hayat doluydu. Rus Generallerin kafasından “Müslümanların dinini söküp alsak, Türkleri hayvan gibi idare ederiz!” gibi fikirler geçse de, bu tamamen imkânsızdı, çünkü gördükleri insanlar dikey bir din ve devlet yapısı içinde Müslüman doğup Müslüman ölüyorlardı. Bu mutlu kader çizgisini değiştirmek imkânsızdı. Bu topraklara din ve medeniyet getiren onlardı. Rusya’da, Avrupa değerleri anlamında,  medeniyet doğmamış ve yaşanmamıştı. Günahları boylarından büyük dinsizlerin Papazlarla kavgaları bitmek bilmiyordu.  Bulgarlar manevi olarak Ruslardan daha zengindi. Okuma yazma ve kültür anahtarı Kiril Alfabesini Ruslara veren onlardı. “Bulgar kadınların ata binmesi yasak” iddiaları da hurafe çıktı. Gördükleri kadınlar eşek, katır ve at üzerinde işe, pazara gidip geliyordu. Rus orduları “kölelikten kurtarmaya geldikleri topraklarda” cennete düşmüşlerdi. Rusların Bulgarları ve Müslümanları amansız soyması böyle başlamıştı.

İslam’ın manevi zenginliği ve halkı birbirine bağlayan değerleri Hıristiyan yalanlarından kat kat fazla ve güçlüydü. Din adamları halk tarafından sevilip sayılıyor, sözleri dinleniyor, uyguladıkları kurallarla ahlaklı yaşama örnek oluyorlardı.  Dini ahlak ve edep, kültürel normları günlük yaşamın özündeydi. İslam’ı yok etmek için Müslümanların kovulması, camilerin yıkılması ve okulların kapatılması kaçınılmazdı. Bu yapıldığında kimi köle gibi çalıştıracaklardı.

2021’de Bulgaristan halkının felaket kuyusundan çıkamaması, art arda yapılan seçimlerden de bir şey çıkmamasının temelinde anlatmaya çalıştığım başlangıç vardır. Yine aynı nedenlerle Bulgar halkı birlik kuramamış, millet olması baltalanmış ve ilan ettiği devletin ipleri de hep dışardan çekilmiştir. Günümüz Bulgaristan çöküşünün köklerinde olan budur.

Devam edecek.

Okuyanlara teşekkürler.

Paylaşınız.

Reklamlar