Bulgaristan, Türkiye’nin Avrupa Birliği üyesi komşusu ve yeni yapılan seçimlere rağmen hala siyasi çalkantıların devam ettiği Balkan ülkesi. 2006 yılında Sofya, Plovdiv, Veliko Tırnova, Kırcaali kentlerinin yanı sıra Orta Balkan’daki tarihi beldelerini ziyaret ettiğim ülkenin, Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin kültürel miras kapsamında düzenlediği gezi sayesinde bu kez Karadeniz kıyılarını da görme imkanı buldum.
Otobüsle düzenlenen gezinin zorlukları bir yana Karadeniz kıyılarının nasıl birer turizm cenneti haline geldiğini görme fırsatım oldu.
Gezinin asıl amacı olan konuyla başlayalım. Recep Altepe, Osmangazi Belediye Başkanlığı döneminde başladığı tarihi ve kültürel mirasa sahip çıkma projelerini tüm eleştirilere rağmen başarıyla sürdürüyor.
Geçen yıl Makedonya’ya yaptığımız gezi sırasında, daha iyi tanıma fırsatı bulduğum yöntemini kullanıyor Altepe…
Aslında çok basit ve iş bitirici.
Balkanlar, Osmanlı’nın 400 yıl hüküm sürdüğü topraklar ve koca imparatorluk çok sayıda önemli eserini de bu topraklarda yükseltmiş. 100 yıllık ayrılığın sonunda, tabii ki bunların bir çoğu tahrip edilmiş, ayakta kalmayı başaranlar ise harap durumda.
Yöntem şöyle: Önce eserler tespit ediliyor, ardından sponsorlar bulunuyor. Üzerine Büyükşehir Belediyesi’nin deneyimi de eklenince ortaya hükümetin de taktirde karşıladığı başarılar elde ediliyor.
Altepe, Makedonya, Bosna Hersek ve Kosova’nın ardından Bulgaristan’daki çalışmalara el attığında, gönüllü sponsorlar ortaya çıkmış. Bunlardan biri de BTSO’nun geçen dönemki başkanı ve Bursa’nın başarılı işadamlarından Celal Sönmez. Sönmez, teklif geldiğinde hem şaşırmış hem de sevinmiş. Çünkü Bulgaristan ata toprağı. Babası Ali Osman Sönmez bu topraklardan göç etmiş. Yıllarca buralara bir şey yapmak istemiş ancak dönemin şartları içinde başarılı olamamış. Teklif gelince iki caminin onarımını üslenmiş. Açılışlara da eşlik ederek, sevincini hemşerileriyle paylaşmış.
Bu tür öyküler, Balkanlarla da sınırlı kalmamış. Gürcistan’a kadar uzanıyor. Altepe, Osmanlı’nın kuruluş yıllarında Balkanların önce gönüllerini fetheden erenler gibi çalışıyor. Oy beklentisi, seçim yatırımı olmadan hizmet veriyor. O yüzden de bu bölgelerde Türkiye’deki bir çok liderden daha çok tanınıyor. Çünkü Altepe, sadece tarihi ve kültürel miras ile ilgili değil, her zorlukta yardıma koşuyor. Geçen yıl sel felaketinde, Bursa Büyükşehir Belediyesi ekipleri, Soyfa’dan daha erken bölgeye ulaşarak yaraları sarmış. Bayramda, sünnette, aşure günlerinde Bursa imkanlarını seferber etmiş.
Törenlerde yaptığı konuşmalarda da bunu dile getiriyor. Yapılan yatırımların Türkiye ile Balkanlar arasında köprü oluşturduğunu ve eski dönemlerin aksine artık tüm toplantılarda sadece Türk Bayrağı’nın açıldığına dikkat çekiyor. Altepe’nin konuşmasından birkaç satır başı vermekte fayda var.
-“Balkanlar bizim bir parçamız. Burada Bursa’nın tüm renkleri var. Burada kendimizi bir yabancı gibi hissetmiyoruz. Burada Osmanlı döneminden kalma birçok anıtsal yapı var. Bu yapıların çoğu yok olmuş ya da harabe durumdaydı. Şimdi tek tek ayağa kaldırmanın gayretindeyiz”
– “Bizler, birlikte güldük birlikte üzüldük. Balkanlar’daki Türk kardeşlerimizin mutluluğu için elimizden gelen gayreti gösteriyoruz. Onlarla birlikte olduğumuzu göstermek, dostluk ve kardeşlik için buradayız. Allah bu beraberliğimizi daim kılsın. Her zaman yanınızdayız. Sadece Bursa, Balkanlar’a yeter. Bursa sayesinde artık Balkanlar canlanıyor. Hedefimiz bu toprakların hep canlı kalması. Bulgaristan ile Türkiye kardeş ülke. Burada kendimizi Bursa’da gibi hissediyoruz”
Bu gezi sırasında da , Osmanlı dönemine ait Kırcaali’deki Yoğurtçular Köyü Camii ve Kırcaali’nin Rudozen bölgesindeki Çepentsi Camii ile Varna şehrindeki Sonave (Sandıklı Köyü) Camii ve Sloveykova (Damlalık Köyü) Camileri törenle ibadete açıldı.
Açılışı yapılan Yoğutçular Köyü Camii’nin bulunduğu yer ise oldukça ilginç. Bulgaristan Başkanı Todor Jivkov döneminde isim değiştirmelerle başlayan Türk ve Müslüman topluluğunun ilk direnişi başlattığı nokta olması nedeniyle önem taşıyor. Direnişte 17 aylık Türkan bebek annesinin kucağında şehit edilmişti. 26 – 27 Aralık 1984 tarihlerinde gerçekleşen olayların anısına köyün girişine Türkan çeşme anıtı dikilmiş. Bulgaristan’da çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu Hak ve Özgürlükler Hareketi tarafından dikilmiş anıt. Mermer plakanın üzerine de HÖH imzası konulmuş.
Bursa’dan açılış için gelen heyete öyküyü anlatan köylüler, bir yandan üzülürken, diğer yandan yeniden kavuşmanın mutluluğunu yaşıyor. Onlar içinde Bursa’nın ayrı bir yeri var. Bursa zorunlu göç sırasında soydaşlara kucak açmış, onları sahiplenmiş kent olmanın ayrıcalığını yaşıyor.
Bulgaristan’ın genelinde olduğu gibi Türk köyleri de aynı sıkıntıyı yaşıyor. Güzelim verimli topraklar ve evler yaşlılar ve çocuklara kalmış. Bir çoğu AB’nin sağladığı serbest dolaşımla değişik ülkelere gurbetçi olmuş. Biriktirilen paralarda da ilk iş olarak köylere modern evler yapılmış. Yaz aylarında birkaç gün geçirmek için yapılan modern evler boş duruyor. Köydeki ağaçlar ise meyvelerini toplayacak insanları bekliyor.
BU MU AB ÜLKESİ?
Bulgaristan gezisi sırasında, Türkiye ile aynı dönemde başvuru yapan Hırvatistan da AB üyesi oldu. Bulgaristan yıllar önce üye olmuştu. Ancak, onca desteğe rağmen Bulgaristan hala sıkıntı içinde. Yüzde 20 oranındaki elektrik zammıyla başlayan gösteriler hükümetin istifasına neden olmuş, ardından yapılan seçimlerde ise hala istikrar sağlanamamış durumda. HÖH yine hükümet ortağı olmayı başarmış ancak seçimlerde Türkiye’nin ve özellikle Ak Parti’nin izlediği politikadan dolayı kırgınlık var. Rudozen bölgesinin HÖH temsilcisi, gazetecilerin “Başbakan Erdoğan ile buzlar ne zaman eriyecek” soruna, ilginç bir yanıt veriyor: “Biz burada Türkler ve Müslümanların birlik içinde hareket etmesini istiyoruz. Ben Ürdün’de ilahiyat eğitimi gördüm. Sayın Başbakana önerim; kızgınlıkla karar vermesin”
Diğer yandan ücretler düşük, işsizlik had safhada. İnsanlar AB ülkelerine işçi olarak gidiyor. Yeni yeni modern tarım yöntemleri kullanılmaya başlanmış. Şarap üretiminde önemli mesafeler kaydedilmiş. Tabi yatırımları yapanlar hep yabancılar. Fabrikalar harabe görünümünde. Otoban diye adlandırılan yollar ise bizim duble yolların yanına bile yaklaşamıyor. Bulgaristan’a gidişte Kapıkule, Kırcaali güzergahını izleyerek Filibe’ye ulaştık. Dönüşte Varna, Burgas güzergahını kullandık. Burgas’dan Hamzabey Sınır Kapısı’na ulaşan yol tam bir felaket. Dört buçuk saat boyunca bir veya iki trafik tabelası ve aydınlatma görebildik. Kapıdan Türkiye’ye giriş yaptığımızda ise zaman tüneline girmiş gibi olduk. Üç şeritli yollar, aydınlatmalar, tabelalar, yol çizgileriyle konforun ne olduğunu anladık.
Bulgaristan’ın bu yolunun Türkiye’ye Romanya transit hattı olduğunu öğrenince hayretlerimizi izleyemedik. Heyetteki bir çok kişi, “Bu mu AB ülkesi” demekten kendini alamadı.
POMAKLAR VE 600 YILLIK KURANI KERİMİN ÖYKÜSÜ
Rudozen bölgesindeki Çepentsi Camii’nin bulunduğu köyde Pomak diye adlandırılan Bulgarlar yaşıyor. Köyde Türkçe bilen çok az ama Türklere ve özellikle Osmanlı İmparatorluğuna karşı çok büyük hayranlık var. Köydeki iki minareli camii bölgenin en büyük camilerinden biri. En az 200 yıl önce inşa edildiği söyleniyor. Uzun yıllar yıkık ve harabe kaldıktan sonra 1992 yılında esaslı bir onarımdan geçmiş. Ancak yeniden ayakta duramayacak hale gelince Bursa’dan yardım istenmiş.
Camiinin açılışı sırasında köydeki ilginç bir öyküyü de öğrenme fırsatı buluyoruz. Osmanlı döneminde en parlak günlerini yaşayan bölgeye Semerkant’ta yazılan altın varaklı Kuranı Kerim hediye olarak gönderilmiş. Uzun yıllar camide muhafaza edildikten sonra komünizm döneminde, el konulacak korkusuyla camiye önüne duvar örülerek hazırlanan bölmeye gizlenmiş. Gizleyen kişi ölmeden önce sonra sırrı yakınlarına anlatmış. Jivkov devrildikten sonra da duvar yıkılarak Kuranı Kerim ortaya çıkarılmış. Tabii yüzlerce el yazması kitap ve Osmanlı memurlarının gönderdiği mektuplarla birlikte. Şimdi camii içinde kütüphanede sergileniyor. Köylüler kendi aralarında görevliler seçerek eğitime gönderip, eserlere sahip çıkıyor. Üzeri ahşap olan Kuranı Kerim, hem Sofya Üniversitesi uzmanları hem de Türkiye’den gelen bilim adamları tarafından incelenip tescillenmiş. Köylülerin istedikleri tek şey bu eserin korunması için onarım yapılması. Ancak tek şartları var. Bu onarım yerinde yapılsın.
KARADENİZ’İN İNCİSİ VARNA
Yürek değil be, çarıkmış bu, manda gönünden,
teper ha babam teper
paralanmaz
teper taşlı yolları.
Bir vapur geçer Varna önünden,
uy Karadeniz’in gümüş telleri,
bir vapur geçer Bogaz’a doğru.
Nazım usulcacik okşar vapuru,
yanar elleri…
Usta Şair Nazım Hikmet, 27 Mayıs 1957’de yazmış bu dizileri kim bilir hangi duygularla. Ancak vatan hasretiyle yazdığı dizilerden anlaşılıyor.
Varna’ya ulaşınca hele bir de limanın karşısındaki bir otele yerleşince bu dizeleri birden Zülfü Livaneli’nin bestelediği şarkıyla hatırladım. Uzun ve sapsarı kumsala sahip Varna’da Nazım’ın yaşadığı yıllardaki gibi turizm beldesi olma özelliğini hala sürdürüyor. Turist profili de pek değişmemiş. Yine Ruslar ilk sırada. Türkiye’den gelenler de var ancak, çoğunluk yine Bulgar ve Ruslar.
Geniş bir meydan ve trafiğe kapalı yürüyüş yolları cıvıl cıvıl. Gündüz plaj olarak kullanılan Golden Sands sahilindeki tavernalarda eğlence hafta içinde bile sabahın ilk ışıklarına kadar devam ediyor. 500 bine varan nüfusuyla kentin ekonomisinin lokomotifi öğrenciler ve turizm. Türkiye’den gelenlerin Bodrum ve Marmaris’le kıyasladığı Varna’dan Bursa’nın alması gereken dersler olduğunu inananlardanım. Çünkü, önümüzdeki günlerde tramvay hattının çalışmaya başlayacağı güzergahla birlikte Bursa’da da uygulanacak yayalaştırma projeleri için iyi bir örnek. Kentte tarih ve doğa iç içe. Araç trafiğinin olmaması da kentte yaşayanların hayatını zorlaştırmak yerine kolaylaştırıyor. Bu arada yürüyüş yollarına renk katan sokak sanatçıları ve kafeleri de unutmamak lazım.
Tek kötü tarafı ise fuhuş sektörünün ulaştığı durum. Geceleri yürüyüş yollarındaki pazarlıklar turistleri rahatsız edecek boyutlara ulaşmış, hele bir de Türk olduğunuzu öğrenirlerse yandınız. Peşinizden ayrılmıyorlar.Cuma günü namaz kılmak için camii arayan Bursa heyetindekiler ise güpegündüz yapılan teklifler karşısında ancak sabır çekebilmiş. Bunda Türklerin yarattığı imajın da etkisi var tabi.
NESSEBAR’IN BÜYÜLEYİCİ GÜZELLİĞİ
Karadeniz kıyısında minik bir yarımada. Adı Nessebar; tamamı ahşap ve taş evlerle bezenmiş bir kent… 40’a yakın kilise olduğu söyleniyor. Çoğu halen restore ediliyor. Bu özellikleri sayesinde Bulgaristan kıyılarının en önemli turistik merkezlerinden biri. Haline gelmiş. Her yıl binlerce turist akın ediyor. Sanki zaman donmuş gibi bu kentte. Tur otobüsü ve diğer araçlar kentin girişindeki otoparka alındıktan sonra yarımada yaya olarak dolaşılabiliyor.
UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası Listesi’ne 1983 yılında giren kent, ülkede tarihi dokusu en iyi korunan yerleşim merkezlerinden. Kentin yarımada kısmındaki eski Nesebar, kara kısmı ise yeni Nesebar olarak biliniyor. Eski Nesebar İÖ 5. yüzyılda kurulmuş. Eski Nesebar’ın nüfusu 3 bin, yeni Nesebar’ın ise 4 bin Çok sayıda hediyelik eşya satan dükkanlar ve restoranlara sahip. Üstelik satıcıların bir çoğu anlaşabileceğiniz kadar Türkçe de biliyor. İstanbul’un fethedildiği 1453 yılında Osmanlı hakimiyetine girmiş ve 18’inci yüzyıla kadar da devam etmiş.
Aslında UNESCO Dünya Kültür Mirası Projesi için yoğun çaba sarf eden Bursalı uzmanların Nessebar’ı incelemesinde büyük fayda var. Bizdekiler dağınık bölgelerde de olsa. Eserlerin nasıl korunacağı ve turizme nasıl yönlendirileceğinin güzel bir örneği.
http://yenibursa.com
Okunma Sayısı: 961
Bunu beğen:
Beğen Yükleniyor...
İlgili