*** SOHBET MASASI ***

Misyon Gazetesi’nin “Sohbet Masası” köşesinin ilk konuğu BULTÜRK Derneği Genel Başkanı Sayın Rafet Ulutürk, gazetemizin Genel Yayın Yönetmeni Mümin Topçu’nun sorularını cevaplandırdı. Röportajın Devamı-2;

  • Soru Mümin TOPÇU
    Bugün, Türk azınlık etno-sunun bir temsilcisinin değeri bir Bulgar’ın veya Çingene’nin kininden daha mı zayıf, yoksa daha mı yüksek oluyor?

İnsana değeri onu yetiştiren veya çevresi verir. Biz Türkler dikey bir topluluktan geliriz. Bizler Allah’ın emirlerine uyan bir Millet olduğumuz için İslam’da Barış dini olduğuna göre, bizde kötülük düşünülmez. Bulgarların sosyal yapısı ise yataydır. Biz aynı soydan gelmiş olsak bile iki kökten farklı kimliğiz. Bulgaristan Türk kimliği asırlarca tüm Müslümanları bünyesinde taşımış ve eşit haklarla barındırmıştır. Gasp edilip yıkılana kadar 2700 okulumuz, yarısı yıkılana kadar 2353 cami ve medresemiz, toprağımız, evimiz, bağımız bahçemiz vardı.

Bu toplumsal manevi yapıda yetişen her kişinin değerini Türk kamu örnekleri veriyordu. 1878’den sonra Türklerin görüşüne başvurulmaz oldu. 1944 yılına kadar, Bulgaristan Türkleri konusunda uzun zaman Türkleri temsil eden bir makam yoktu, Prenslik Osmanlı devletine vergi ödediği için, kaybedilen “93 Harbine” ve başa gelen tüm belalara rağmen, Osmanlı ümmetine bağlılık halk arasında ağır basıyordu.

1913 İstanbul protokolünden ve savaşlarından sonra Bulgaristan Türklerini İstanbul’da eğitim almış, ama Bulgar devletine hizmet eden müftüler ve Başmüftülük temsil etti ve Türklerin körleştirilmesi süreci başlatılmış oldu. O dönem Çiftçi Partisi lideri Al. Stanboliyski bu süreci değiştirip, Müslüman nüfusun iradesine hürriyet tanınmasına yol verdi. Türkleri el ele verip ülkeyi birlikte yönetmeye davet etti. 1929 Birinci Türk Milli Kurultayı örgütsel ve düşünsel birikimi başladı. İlk kez Müftüler kamuoyu temsilciliğimizden geri çekilmek zorunda kaldı.

Ferdinand ve oğlu III. Boris yerli Müslümanlar konusunda İstanbul’dan kaçmış ve Sofya’ya yerleşmiş Sultan yakınlarıyla danıştılar. 404 okulumuz kaldı. Aydınlar göçü seçti. Sosyalizm yıllarında yargı değerleri değişti, Müslümanlara değeri komünistler ve gizli polis “DS” verdi. Monarşizm döneminde başlayan Türkleri eritme süreci, ikinci aşamasına geçti ve asimilasyon sürecine hız verildi. Ruhunu ve kimliğini satanlar ön plana geçti. Bugünkü sahte demokrasi yılları, totalitarizmin devamıdır. 1984-1989 yılları arasında gizli eğitim merkezlerinde Bulgar-Rus işbirliği ile yetiştirilenler oldu. Bunlar derse girmeden üniversite bitiren ve hatta doktor tezi savunan muhbir Ahmet Doğan gibi kadrolar ve Multi Grup Holdinge hademelik edenler, “soykırım dönemi” olmamış gibi davrananlar ve hak arama davamızı engelleyenler değer kazandı ve kokuşmuş sosyal bataklıkta nilüfer gibi açtılar. Bulgaristan Müslümanları hakkında son söz sahibi, politik partiler, belediye, meclis veya başka bir makam değil, gizli polis ve hain-ajan A. Doğan’dır.

Çok acı bir gerçek ama ömründe bir Türk sofrasına davet edilmemiş şopar Ahmet’in eline kalmamız, Bulgaristan Müslümanları ile devletin arasına karayılan gibi uzanmıştır. Bizim gerçek lidere ihtiyacımız var ve onu ancak bedel ödeyen ve halkımızın iradesi seçmelidir.

 

  • Soru Mümin TOPÇU
    Demokrasiye geçişin başlangıcında ve AB üyeliğinden dolayı, Bulgaristan birçok Türkiyeli yatırımcının ilgi alanına girmişti, fakat nedense onlara ülkeye girme fırsatı tanınmadı ve en az 10 000 Türkiyeli iş insanı yatırımdan vazgeçti. Bulgaristan toplumu bu muameleyi gerçekten hak ediyor muydu? Bunun suçluları kimler?

1990 yılına kadar Bulgaristan Türkleri memleketimizin dış ticaretine katılmamıştı. Bu işler, Uluslararası İşbirliği ve Dış Ticaret Bakanlığı ve bazı deflet şirketleri tarafından yürütülüyordu. Türkler üreticilerdi. Madencilerdi. Fabrika işçileriydi. İnşaatçılardı. Bulgarlar üretimde çalışanın aklının gelişmediğine inanmıştı. Bu bir Rus görüşüydü.

Hele de anlamadığı bir dilde konuşmak zorunda bırakılmışsa, körelmesi ve geri zekâlı olması güvence altındaydı. Okullarda ise, beyini pıhtılaştıran “bilgiler” sunuluyor ve ana babalar okuldan dönen çocuklarına “bugün ne öğrendim yavrum?” sorusunu dahi sormaz olmuştu. Hiçbir işe yaramayan şiirler, metinler veya zamanını yaşamış hususlar ezberletiliyordu.

Bu nedenle insanlarımız tarım kooperatiflerinin dağıtılmasına, sanayi tesislerinin talan edilmesine, ticaretin donmasına ve mağazalarda rafların boşalmasına anlam veremediler. Hiçbir kimsenin elinde birikmiş para, sermaye yoktu. Ticaret iki taraf arasında olur. Bizim tarafın eli boştu. Biz Türkiye Cumhuriyeti sermayesinin ülkemizde karşılamaya hazır değildik. Türkiye Cumhuriyeti ile ticaretin kurallarını da bilmiyorduk. Kimsenin arkasında bir banka, üretim birimi yoktu ve olsa bile sipariş almaya hazırlık yoktu. Türkiye Cumhuriyeti’nden hazırlıklı gelen şirketler Bulgaristan özelleştirmesinden pay aldılar. Şumnu Alüminyum tesisi parlak örnektir. Bulgaristan’a yatırım yapma niyetiyle gelen “Şişe Cam” da fabrikalar kurdu. Ahşap ve tekstil fabrikaları açıldı. Doğuş Holding iki-yönlü ana yol ve Sofya’da yeraltı tren yolları açtı. “Mapa Cengiz” Sofya Pernik otoyolunu ve arıtma tesisleri kurdu. Kırca Ali’de TEKLAS fabrikaları 1-2-3 açıldı. İrili ufaklı tesis çalıştı, köfteciler, dönerler, baklavacılar ve daha birçok tesis ve seri montaj fabrikaları açıldı. Başarısız olanlar kendilerine el uzatacak birilerini bulamadılarsa önce kendilerini suçlamalıdırlar. Bulgarlar Türklere büyük ölçüde alıştı, çarşılarımızı, Edirne pazarını, turistik tesislerimizi, sanatımızı vb sevdiler ama bu hala bir başlangıçtır. Burada en büyük ödev hala çekingen davranan soydaşlarımızındır. Bulgaristan’da okuyan gençlerin memleketimize kök salmasını bekliyoruz. Türk sermayesinin Bulgaristan Türklerine başka bir açıdan bakmasını, kucaklanmamızı bekliyoruz. 10 bin kişinin geri dönmesine gelince, biz Büyük Türkiye ile birlikte Balkanlara tsunami gibi gelmelerini değil, taşmalarını sabırsızlıkla bekliyoruz.

 

  • Soru Mümin TOPÇU
    1985-1989 yılları arasında, eski komünist rejim esnasında öldürülen suçsuz Türklerin geleneksel anma törenlerine, sizce neden etnik Bulgarlar katılmıyor?

Bu ilginç bir soru. Evet burada da ilki yaşatmış olduk. Bir defa BULTÜRK’ün seçtiği Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev’in (1913-1917) şehit anıtımıza çelenk koyduğuna tanık oldum. Komünizm dönemi şehitleri konusunda Bulgar toplumu ikiye bölünmüştür. Bir kısmı faşizm, bir kısmı komünizm şehitleridir. Ayrıca Türkler, Pomaklar, Makedon, Ulah ve Romanlar bu cetvelin dışındadır. Bulgar asker, partizan ve savaş kahramanı anıtlarında Türk ismi yoktur. 1989’a kadar bizim mezarlık dışında dikili taşımız yoktu. Şimdi Türkan Çeşmede, Prestoe, Mestanlı, Kornitsa, Gluhar’da ve daha birçok yerde anıtlarımız var. Burgaz’ın Dikenli (Trınak) köyünde KAHRAMNANLAR ÇEŞMESİ aktı, fakat kaç defadır tahrip ediliyor. Derin analiz yapıldığında Bulgar toplumunun memlekette Hıristiyan, komünist ve Rus anıtından başka anıt görmek istemediği ortaya çıkıyor. Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında Bulgarlar Almanların yanında olsa da, ülkede Alman anıtı da yok. Oysa 1944’te Bulgar semalarını, Sofya’yı koruyan Alman pilotlardan şehitler var. Öte yandan Sofya’yı bombalarken düşürülen Amerikan pilotlarına ABD Büyükelçiliği avlusunda büyük anıt dikildi. 1989’dan sonra dikilen Bulgaristan Türkü Kahraman Anıtları çok anlamlıdır, çünkü totaliter diktatör Todor Jivkov’un devrilmesi yolunu onlar açtı. Bulgarlar bunu kabul etmek istemeseler de, büyük sayıda akademisyen artık bu gerçeğe vurgu yapıyor.

İkincisi 1989 Mayıs Ayaklanması anıtımız henüz dikilmedi. Bu yeni Bulgar tarihinde en büyük ayaklanmadır. 72 bin kişi katıldı. Bulgaristan ekonomisi durdu, toplumsal yapı çöktü ve komünist rejim yıkıldı. Eğer böyle bir anıt dikilirse herkesin gelmesi beklenebilir. Çünkü ayaklanmamız Bulgaristan anti-komünist cephesini birleştirdi. Hala ulus devlet sevdalısı olan Bulgar kamuoyu azınlıkların, Türklerin yaptığı paha biçilmez iyilik de olsa kabul etmek istemiyor. Bulgar toplumu sık sık ruhsal birlikten söz etse de Türklerin sabrını, mertliğini ve azmini kıskanıyor ve kendinden üstün gördükleriyle yakınlaşmaktan korkuyor.

Başka sebep görmüyorum. Anma günlerine katılmaları, anıtlarımıza çiçek demeti ve çelenkle gelmeleri zaferimizi kabul etmeleri anlamına gelir. Bu ise, onlarda olmayan bir olgunluk ister. Ben, Bulgaristan’a ziyarete gelen NATO Generallerinin de bizim anıtlarımıza çelenk koymasını bekliyorum, çünkü anti-totaliter mücadelede kardeşlerimiz şehit düşmeseydi, Bulgaristan NATO’ya asla üye olamazdı. Onlarda bu görevlerini yerine getirmeleri gerekir.

 

  • Soru Mümin TOPÇU
    Bu gün “Belene” giriş kapısında burada hapis yatanların isimleri yazılı fakat burada isimlerde Türkçe isim yok. Burada Türk Yatmamış mı oluyor? Nedir bunun anlamı?

“Belene” ölüm kampı Tuna nehrinin “Persin” adasındadır. 1949’da açılmış ve 1989’da kapanmıştır. Buradan çıkamayanların adadaki toplu mezarında taş yoktur. Faşistler, toprakların kooperatifleştirilmesine ve komünizme karşı başkaldıran Bulgarlar, (bu arada büyük sayıda Türk), 1956 Macaristan İsyanına karşı koyan Bulgarlar çoktu.

1964, 1972-73’te isim ve din değiştirilmesine karşı ayaklanan Pomaklar, 1968 Çekoslovakya olaylarını kınayanlar, 1984-1989 Türk soy kırımı denemesi, Türk kültür kırımı ve Türklere terör ve zulme başkaldıranlar, Türk aydınları, Türk kimliğinden ödün vermeyenlerin hepsi bu adada işkence gördüler, isimleri burada elektrik şok altında, yara bere içinde değiştirildi. Belene Bulgar tarihinin XX.yüzyıl yüzkarasıdır. Bir anıt parkına dönüştürülmesi girişimi başladı. Fakat tamamlanamadı. Girişindeki beyaz mermer anıta adada ölen, kalan tüm kahramanların kendi isimlerinin altın harflerle yazılması kararı alındı. HÖH bu konuda susuyor. DOST da girişimci değil. HŞHP kurucusu Kasim Dal yılda bir defa törene katılıyor. Türkiye’de kafileler geliyor. Soruların hepsine cevap “Olacak!” ama ne zaman henüz bilinmiyor. Olmasını isteriz tabii. Şahsen ben Bulgaristan’da Türklerin nasırlı elleriyle kurulan 80 baraj duvarına isimlerinin teker teker kurulması taraftarıyım. Bulgar devlet yetkilileri Olimpiyat Şampiyonumuz Naim Süleymanoğlu’nun Mestanlı Spor Salonu önündeki anıtına da yılda bir defa çelenk koymak zorundadır. Bulgaristan, Şampiyon Naim gibi bir sporcu çıkarmamıştır. O bir efsanedir. Anıtlarımız Türk kimliğimizin onurlu bir parçasıdır.

 

  • Soru Mümin TOPÇU
    Bakanlar, valiler, siyasi parti yöneticileri, belediye başkanları için de geçerli aynı durum. Misal olarak, Kırcaali Valisini hiç bir zaman Cebel’de veya Türkan Çeşme’de görmedik. Neden?

Sıraladığınız kişilerin Mleçino, Cebel ve Prestoe-Kaolinovo Anıtlarına ya da Türkan Çeşme’ye çiçek götürmesi Bulgar devlette devamlılık ilkesine ters düşer.

Bulgar toplumu geçen asrın 80’li yıllarında eğitilmiş, ideolojik su almış kişiler tarafından eğitiliyor. Toplum komünizmden arınamamış, toplumsal olumsuzlama (reddetme) gerçekleşmemiş, komünist ceset çalılık içinde yatıyor, kokuyor, toplumun burun direğini kırıyor ama herkes “bu bahar bol gül açtı, güller ne güzel kokuyor” diyor. 1989 öncesi Bulgar komünist devleti KİNTEKS şirketi üzerinden silah ve uyuşturucu ticaretiyle uğraşıyordu. 26 Haziran 2020 sabahı İç İşleri Bakanlığı ve Bulgar Polisi Organize Suçlar Şubesi yöneticileri görevden alındı. Uyuşturucu trafiğinden haraç aldıkları, uyuşturucu dağıtımına şemsiye açtıkları vs. suçlardan tutuklandılar. 320 kilo uyuşturucu birden ele geçirildi. Bu kişiler eski komünist dönemin kirli işlerinin uzantısı olup devlet yönetiyorlar. Bu adamlar bizim kardeşlerimizi kurşunlayanların ta kendileridir. Onlardan nasıl olur da böyle bir saygı hareketi bekleyebiliriz?

Biz BULTÜRK yayınlarımızda devlet yapısında değişiklik olmadığını anlatmaya ve okurlarımızı uyarmaya çalışıyoruz. Burada “devlette devamlılık” değimini en olumsuz anlamda kullandım. Söz konusu olan Bulgar monarşi, komünist ve sözde liberal demokrat devletinin faşist damarının atması ve memleketimizi zehirlemeye, halkımızı parçalamaya ve çocuklarımızı zehirlemeye devam etmesidir. Bu uyuşturucular okul önlerinde dağıtılmıyor mu? Koruyan kim? Polis! Bu gün bizim karşımızdaki devlettir…

 

  • Soru Mümin TOPÇU
    Türk etnosun temsilcileri ise, bütün resmi törenlere katılmakta. Bu demokrasi mi?

Bu olayı Kırca Ali Belediye Başkanı Müh. Hasan Aziz örneğiyle yorumlayalım. 3 Mart milli bayram gününü kutlarken, “Ruslar bizi Osmanlı esaretinden kurtardı” diyor. Bir defa Kırca Ali ve Güney Doğu Rodoplar’da daha 8 belediye Bulgar Çarlığına 1877-78 Plevne Savaşından 40 yıl sonra katıldı. İkinci, Bulgaristan 3 Mart 1878’de Osmanlı esaretinden kurtulmadı Rusya İmparatorluğu esaretine düştü. Üçüncü bir milletin esaret altına düşüşünü Milli Bayram olarak kutlamasına anlam veremiyorum.

1989’a kadar, ikinci defa Rusya (Sovyet) esaretine düştüğümüz 9 Eylül 1944 tarihini Milli Bayram olarak kutluyorduk. Hiç olmazsa ikisini birleştirseydik, o da olmadı. Bir insan, ben Belediye Başkanı koltuğunda kalayım diye atalarımızı “Şipka Savaşında” katledenlere “kurtarıcımız” nasıl der, aklım ermiyor. Bunu kendi adına yapsa, neyse ne, ama bir de oyunu aldığı Türkler adına konuşuyor, HÖH partisi adına konuşuyor. Ben buna OLMUŞ ARMUT derim. Dalından her an düşmeye hazır. Bu işlerin demokrasiyle alakası yok. Bunlar insan ruhunun esir alınmış, aklının da kafatasına mıhlanmış olduğu yılların tortusudur…

Biz bunlar kadar “demokrat” olamayız… Gerçek demokrasiye alışabilmemiz için monarşi, totalitarizm ve liberalizm karanlığından çıkıp, gözlerimizi ovalamaya ve güneşe alıştırmaya başlamamız gerekir. Ben Hasan Aziz gibi kardeşlerime, önce bir suya bakınız ve çevrenizi görünüz. Allah’ın verdiği gözlerle insan kendini göremez. Su aynası insanı düşündürür, düşünen insan açılır ve açıldıkça da kendinden ve yaptıklarını görmeye ve utanmaya başlar. İnşallah açılırsınız.

 

  • Soru Mümin TOPÇU
    Kırcaali emniyet müdürlüğünün saat kulesinden saat başı söylenen ırkçı ve milliyetçi marşlar için ne düşünüyorsunuz? Ayrıca sizden başka bu konuyu dile getiren yok?

Saat kulesi zamanı göstermek için kurulur. Bulgaristan’ın birçok şehrinde Osmanlı zamanında kurulmuş saat kuleleri vardır. Müslümanların zamanı namaza ve ezan sesine göre işlerken, Hıristiyanlar da çan sesine ayak uydururken, Osmanlı devleti ümmete giren etniklerin aynı zamanda nefes alması yatıp kalkması ve işbaşı yapmasını kolaylaştırmak için kurmuştur bu kuleleri. Kırca Ali saat kulesi bir defa İç İşleri Bakanlığı Binasına monte edildiği için çok anlamlıdır. Bunun bir anlamı bu yörenin amiri polistir, işler poliste başlar, poliste biter anlamına gelir.  Melodiler, Osmanlı devri Bulgar uyanış devri şairlerinin şiirlerini yaşatır. Yani biz hep daha Türk “esaretindeyiz” ama ne olur uyanın artık manası yüklüdür bu melodilerde.

Sadece İki Şarkının sözlerinden kısaca;

1- Kalk, kalk, Balkan kahramanı
derin bir uykudan uyandı,
Osmanlı hainlerine karşı
Sen Bulgarlara liderlik et!

 

2- Yılan henüz küçük iken,
Gelin toplanalım!
Başını ayaklarımızla ezelim,
özgürüz diyelim!

Oysa bir halk 200 sene uyanamadıysa hasta olmalı, vay haline.  Şahsi fikrimi soruyorsanız, ben bu melodilerin çalmaya devam etmesinden yanayım. Çünkü asıl esaret altında olan şu an biziz. Bir defa Rus esareti devam ederken, monarşi, totaliter ve sözde liberal demokrat 3 farklı özellikli şekilde yaşamaya devam ediyor. Bu saat bizi uyandırdığında kaldırılabilir. Şimdi işimize yarıyor. Çalsın varsın! Bu saat Türkleri uyandırır inşallah…

 

  • Soru Mümin TOPÇU
    Emniyet müdürü, Türk kökenli birisi olsa, aşırı Bulgar milliyetçiliğini körükleyen bu marşlar son bulur mu?

Hayır, bulmaz çünkü bu belediyenin işidir. İsterse bir saat başı Türkçe, bir saat başı Romanca, bir saat başı Pomakça ve bir saat başı da Bulgarca melodi çalabilir. O zaman herkesin gönlü hoş olur. Herkes melodisini bekler. Samimi olan barış isteyenler bunu yaparlar…

Polis müdürünün Türk olması, Türkleri kollaması anlamında diyorsanız, bence olmaz. Kurulmasını istediğimiz eşitliğe dayanan adalet bozulur. Biz Türkler herkese adalet istiyoruz. İnsanlar durdukları yerden “MVR Şefliğine Türk geldi de ne oldu?” derler ve hak eşitliği ve tam özgürlük davamızın özü yara alır. Biz BULTÜRK olarak, majoriter seçim sisteminden yanayız. 16 Kasım 2016’da yapılan halk oylamasında, yeni kurulan “Var, Böyle Bir Halk!” partisinin önderi Slavi Trifonov da en fazla oy alan seçilsin derken, bu isteği liste dışı kalmıştı. Amerika’da ve birçok Avrupa ülkesinde bu iş böyledir. Cumhurbaşkanı Radev de majoriter oylarımızla seçildi. Belediye Başkanı Hasan Aziz de aynı sistemle 5 defa seçilmiştir. Ne var ki Baş Savcıya, il ve ilçe savcılarına. Polis şeflerine gelince “olmaz” diyorlar. Neden mi, çünkü direk oylamaya seçilen bir Polis Müdürü seçmenine kelepçe vururken biraz düşünür. Ayrım yasaktır, adalet zorunludur, eşitlik bozulmaz bir ilkedir kavramlarının özünü öğrenmeden meydana çıkamaz, halkın gözüne bakamaz. Böyle seçilen bir Polis şefi ister Türk ister Bulgar olsun, ilk işi mahzendeki sopaları kırdırmak, Kırca Ali merkez MVR binasını mahzenden en altta tavana yeniden boyatmak, boyadan sonra da binanın çekisi kokusu değişsin diye kapı pencereyi bir hafta açık tutması gerekir. Bunu yapmadan hiçbir şey değişmez. Bir de Kırca Ali girişinde POLİSİN KULLANDIĞI CAMLI PATRUL YERİ bir an önce kaldırılmalıdır. Çünkü burası İsim değiştirme esnasında 1984 yılında şehre giriş çıkışta kontrol için yapıldı ve halkımız onu görünce o yılları anımsatıyor. İnsanın önce nefes ettiği hava değişir, ardından kulağının işittiği paslanmış müzikler değişir ve insan, insan olmaya başlar. Bizde bu kapı henüz açılmadı. Gerçek demokraside Bulgaristan subaylarının yarıdan fazlası, Bulgaristan komiserlerinin yarıdan fazlası, Bakanların da yarıdan fazlası, yargıçların da yarıdan fazlası vs. azınlıklardan seçilmelidir ve her biri insan haklarını koruyacağına ant içmelidir.

 

  • Soru Mümin TOPÇU
    Sizce, Razgrad Emniyet Müdürü olan Rasim, yönettiği şehrin saat kulesinden, isim değiştirme olaylarında şehit edilen Türklere adanmış bir marşın söylenmesine izin verir mi?

Razgrat toplumu böyle bir marşı dinlemeye hazırsa verebilir. Ne var ki, Razgrat kamuoyu şehirdeki Rus ve Sovyet esaretçilerin anıtlarını yıkmaya henüz hazır olmadığı gibi, Türk Kahramanlar Marşı dinlemeye de henüz olgunlaşmamış olabilir.

Burada anlaşılması gereken şöyle bir özellik var. Bulgarlar milli devrimini yaşamamış bir halktır. Milli devrimini gerçekleştirememiş halklar hamdır. Meyve vermeye başlamamış bir ağaç gibidir. Ham kimlik tuhaf, aklından geçmeyen hareketler yapar. 1913’te Pomakların üzerine toplu tüfekli ordu sürülmesi, minarelerin yıkılıp camilerin kilise yapılması, fesleri toplayıp Pomak kafasına kalpak geçirilmesi, köylerin yakılması, ismini değiştirmeyen Pomakların öldürülmesi, kadınların ırzına geçilmesi bu tip olaylardır ve ardından “birlik olalım” sözleri gülünçtür ve toplum yönetme kabiliyeti olmayan kişilerin devlet başında düştükleri gülünç durumlara örnektir. Bulgar tarihinde bu gibi örnekler çok. O korkunç aylardan bugüne bir asır geçse de, Kara Su (Mesta) boyu Pomakları köylerinde kapalı kaldılar. Korku büyük güçtür. Bir asır şehirlere inemediler, başka bir din, başka bir yaşam tarzı, başka bir medeniyet kabul etmiyorlar. Bulgar’a el açmaktansa, İngiltere bataklıklarında boğuşmayı tercih ediyorlar. 1912’de Osmanlıya yapılan saldırı, Edirne’de Selimiye Minarelerinin bombalanması, yine bir kısa görüşlülük ve kendini bilmezlik örnekleridir. Sofya’da bir yağmur akşamında patlatılan minareleri söylemiyoruz. Bir örnek daha vereyim: Aynı Bulgar Kralı Ferdinand 1910’da kuzeni olan İngiliz Kralı VII. Eduard’ın cenazesine katılmak üzere Londra’ya gider. Yola çıkmazdan önce, Sofya’da evde diken terzilerden birine, son Bizans İmparatoru olan XI. Konstantinos’ın resmi tören elbiselerini diktirir ve bir bavulda beraberinde götürür. Niyeti Birmingham Sarayında yapılacak törende kendisine Bizans Kralı Tacı giydirilmesi ve matem alayına Bizans’ın yeni imparatoru olarak katılmaktır. Tabii bu hayali de suya düşer.

Razgrat Polis Baş Amiri Rasim Bey olgun biridir ve ham meyveyi dalından koparmaz.

 

  • Soru Mümin TOPÇU
    Eski Kırcaali Medrese binası ne zaman gerçek sahiplerine iade edilebilir?

1946 yılında Bulgaristan’da okul binaları ve okullara ait birçok taşınmazlar devletleştirilmeye başlamıştır. Türk okullarının Bulgaristan Türk topluluğuna iade edilmesi için önce Bulgaristan Müslümanları Tüzel kişiliğini kurmamız şarttır. Anayasa ve Yasala halen buna izin vermiyor. Hatırlarsınız, dini taşınmazlarımızı, camilerimizi ve vakıf mallarımızı belediyelerden ve devletten geri almak için yıllarca mahkemelerde süründük ve birinci dereceli mahkemelerde davaların hepsi lehimizde karar çıkarsa da, futbol taraftarları ve motorlu sürüleri hareketlendiren ırkçı milliyetçi Türk ve İslam düşmanlarının yarattığı olaylar Yüksek Mahkeme’de iadenin durdurulmasına sebep oldu. Toplum çok hassas ve toprağın depremde çatladığı gibi çatlayıp cepheleşiyor. Kapkara hesaplaşma bulutları gökyüzünü kaplıyor.

Kısacası, Bulgaristan demokratikleşmeye hazır değil. Toplum kaskatı ve kendini içine çekmiş, her meşru isteğimize karşı kirpi gibi dikenlerini yükseltiyor. Bu konuda önce yeni demokratik bir Anayasa ve hukuk reformu mücadelesi vermek gerek. Şimdilik Bulgaristan’da “hukuk reformu” isteyen bir tek “Evet, Bulgaristan!” partisi var. Hukukun üstünlüğü sağlanmadan, adaletten söz edilemez. Hele Hıristiyan ve Müslüman olarak ikiye bölünmüş, biraz da Katoliklerimiz var, yeni güne kuşkuyla bakan, güvensizliğin ayyuka çıkmış olduğu bir ülkede, “hukuk reformu” sloganı atan her politik güce destek vermemiz gerekiyor. 2015’te Adalet Bakanı olan Hristo İvanov, “Hukuk Reformu” yasası hazırlamıştı, totaliter katillere karşı davaların da en fazla bir yılda kararla sonuçlanmasını öngörüyordu. Biraz üzüntüyle anıyoruz amma o zaman bu kanun tasarısının mecliste görüşülmesine şahsen Lütfi Mestan engel olmuştu. Biz BULTÜRK reformdan yanayız ve bu olmadan Bulgaristan’da azınlıkların eğitim-öğretim sorunlarının, vakıf mallarımız arasında bu okulun da iade edilmesi probleminin çözülemeyeceğine inanıyorum. Toplumun kısmen değil kökten ve bütünsel dönüşerek yenilenmesi zorunlu olmuştur. Günümüzde Bulgaristan 300 bin hükümet dışı örgüt (STK) var ama bunların içindeki “BİZ” neredeyiz? BULTÜRK dernekçilik örneğini Bulgaristan’a taşımamız gerekiyor. Kendini toplum için feda edecek kişiye ihtiyaç vardır. Kadro eğitimi, yetiştirme problemi hala aktüeldir. Toplumsal yapımızı Türkiye-Bulgaristan AB hatlarında elektronik temelde örgütleyebilirsek başarılı olabiliriz. Bulgaristan atılımı yapmaktan, dijital toplum ve dijital devlet kurmaktan kaçmaya devam ederse AB üyeliğini de kaybedebilir, çünkü demokratik dünya içinde bir olumsuz tümör olarak irileşiyor ve ameliyat gerekecektir. Tüm okullarımızı, camilerimizi, medreselerimizi, saray ve konaklarımızı, hamam ve bedestenlerimizi, çarşılarımızı geri almak hakkımızdır. Biz Bulgarlarla savaşmadık, savaş kaybetmedik ve tarihsel ve dini değerlerimizi ipotek de etmedik, mülkümüzde olmaları ve kullanmamız en doğal hakkımızdır. 1984’te bize saldıran totaliter Bulgar Komünist devletiydi ve yenik düştü. Bunu kabul etmek zorundadır. Kabul etmediği sürece Bulgaristan dönüşemez.

 

  • Soru Mümin TOPÇU
    Türkler, Bulgaristan devletinin mağdur vatandaşları mı?

Türkler Bulgaristan’ın en gururlu vatandaşlarıdır. Osmanlı’dan günlerimize uzanan maneviyatımız, ruhumuz, geleneklerimiz, göreneklerimiz, törelerimiz, dinimiz o kadar zengin ve güçlü ki, Bulgar devlet gücü bile yapılanması bizi yıkamadı ve yıkamaz. Biz maneviyat olarak dikey bir yapılanmayız. Hiyerarşik itaati biliriz. Bizde olan Bulgar’da yok. Üstelik Bulgar devleti bizi aile, topluluk ve bir azınlık toplumu olarak, algılayamadı. Yanlış ve eğrilere karşı uyanma duyarlılığımızı göremedi.

Toplumsal hassasiyet, sesiz protesto gösterme, tek kıvılcımdan kocaman ateş gibi patlama gibi psişik konularda çözülmedik.

1989 Mayıs Ayaklanmamız buna en kesin kanıttır. 1964’ten başlayarak bütün Bulgar-Rus gizli ve üniformalı polisinin Müslüman problemi altında ezildiğini bilmeyen yok. 1972’den sonra bu işler Ordu ve Jandarmaya da yüklendi. Sürekli sertleşen bir terör uygulandığını hatırlatırken, karşılarındaki insanların işinde gücünde, tütüne, hayvana bakan köylüler olması, hatta devlet makamına selam vermemesi, gerçekten gülünç bir tablo ortaya koymuştu. Bulgarların “zorla yapılan işten hayır gelmediğini” bilmedikleri ortaya çıktı.

İnsanoğlu donsuz, dilsiz ve gözü kapalı dünyaya gelir. Yani daha ilk anda yüzde yüz mağdurdur ve ilk çığlımızla belki de hepimiz “benim olanı hemen verin!” dedik. Burada vurgulamak istediğim kişisel değil, toplumsal mağduriyettir. Kişisele gelince, ben bir Türk’ün Bulgar kapısını çalıp tuz istediğini işitmedim. Ama devlet kapısını çalıp haklarımızı istedik. Ne var ki, ne 1879 Anayasasıyla, ne 1948-1972 Anayasası ve ne de 1991 Anayasasıyla Bulgar devletiyle bir toplum sözleşmesi imzalayamadık. Toplumsal sözleşme 2 taraf atasında imzalanır. Bulgar tarafı buna yanaşmadı. Kendisinin de esaret altında olduğunu ve müttefiklere ihtiyacı olacağını göremedi, durum değerlendirmesi yanlıştı. Türk Toplum dışı kalmamızdan da Kimlik kavgamız doğdu.

1989 Ayaklanmamızın başka bir anlamı yoktur. Kimliğimizden kıymık koparılmasına izin verdiğimiz içindir, 15 binimiz sürüldü. 1972’den 1989’a kadar terör ortamında kaçak yaşayan aileler var. İçeri düştüler. Bulgar ismiyle kayıt yaptırmamak için, doğum kaydı yaptırmamış, hiç okula gitmemiş çocuklarımız var. Vefat eden ama Bulgar adıyla kütük kaydı yaptırılmasın diye, öldüğü kimseye bildirilmeyen yaşlılarımız var. Eve gözü şaşa, kolu kırık, tırnakları sökülmüş, bacağı sakat döndüler. Bulgaristan Türkleri insan hakları, azınlık hakları, temel hak ve özgürlükler, şerefler vatandaş gururundan mahrumdur. Biz onurlu insanlarsak, Türk ve Müslüman benliği, kimliği, edep ve ahlakı, medeniyet ve kültürü ile yüklü olduğumuz için başımız dik. Hiç kimse başka birinin özünden bir şey çalamaz, öz değişmez. Biz çeşitlilik içinde kimliğimizi yaşatabildiğimiz için varız. Sudan sorunları mağduriyetten saymayız. Kendi yağımızda kavrulabilen biziz. Halen yamaç ve yaylalarımıza bal arısı gibi yayılıyoruz ve gün gelecek düşmanlarımızı arılar gibi vızıltıyla yeneceğiz. Bu çok yakındır…

 

  • Soru Mümin TOPÇU
    Yıllar boyu Türkler, Bulgaristan’dan neden göç ettiler?

1877-1878 Plevne Savaşı’nda Osmanlı omurgası kırıldı. İlk kez Avrupa Büyükleri Rusya, Avusturya, İngiltere ve Fransa Osmanlıya karşı birlikte dikildiler.

Birkaç tesadüf olmasa, Tuna nehri ve Kara Deniz’den gelen Rus saldırgan bu saldırı savaşı asla kazanamazdı. Kırım Savaşından (1853-1856) deneyimli, yenilmez ruhlu Osman Paşa, Amerikan ve Alman silahlarıyla donanmış yüksek disiplinli ordusuyla kendi topraklarında savaşıyordu. Askerleri Trakya, Deliorman ve Dobruca Türklerindendi. Vatan savunması yapıyordu. Bulgarlar bölünmüştü. Rus istilası istemeyenler 3 torba altın toplayıp Plevne’de Baş Komutan Osman Paşaya teslim ederken “Bizi Koru Paşam” dediler. Vidin’den Varna’ya Müslüman ahali küçük ve büyük baş hayvanlarını toplamış, Plevne cephesine gönderdi. Her tabya geçilmez bir kaleydi.

Olacak işte, 1877 kışı o kadar yağışlıydı ki, “Vit” ırmağı taşmış, 9 değirmeni su götürmüş, buğdaylar çuvalda kalmıştı. İstanbul’dan tren katarlarıyla gönderilen gıdalar silahlar hep Sofya “Poduene” gar peronlarına indirilmiş, Çeçen aileler trenlere atlayıp kaçmayı seçmişti. Süleyman Paşa da karlı “Şipka” tepesini aşamamıştı. Savaş Cephesinde de şöyle bir uğursuzluk yaşanmıştı. Rus taburları 5 sıralı dörtken şeklinde, Napolyon ordularının Mısıra girdiği gibi ilerlerken, Osmanlı’nın Osman Paşa’nın Kurup ve Amerikan topları dörtgenin tam ortasını kez alarak şarapnel dolu bomba yağdırıyor ve keklik gibi yere seriyordu. 1877’nin yağışlı çamurlu kış günlerinin birinde Japonya’nın San Petersburg Askeri Ataşesi savaş oyununun tepsi içinde gibi izlendiği bir tepede, at üstünde belirdi. Elindeki düldülle baktı baktı ve Rus İmparator ordusu karargâhına giderek “dediğimi yapmazsanız, savaşı kazanma şansınız sıfır” dedi ve ilerleyen dörtken karelerin yürümeye son vermesini ve çamura yatıp sürünmeye başlamasını önerdi. O zaman Osman Paşa’nın top şarapnelleri onları keklik gibi yere sermeyecek, saçılıp gidecekti. Bu olay savaşın sonunu etkiledi.

Her Türk köyü kale gibi yerinde dururken, kadınlar kuşak sarık dokur, çorap öğürüp cepheye gönderirken göç sökülmesini etkileyen bir başka olayın da etkisi oldu. Trakya’dan Anadolu’ya ilk göç 11 yıl önce 1876’da Tatar Pazarcık bölgesinde yaşanmıştı. Bir Türk ve Çerkez köyü olan Otubul’da (Strelça) İtalyan konsolosluğundan para alan, Rus askeri istihbaratının maaşlı Bulgar komitaları köyü yakmaya kalkışılar. Ahali camiye toplandı. Bu, Müslümanlara kurulan bir tuzaktı. Abluka altına alınan köye dışardan yardım gelmedi. Köylülerle haydutlar pazarlığa oturdu, Türkler ve Çerkezler hayatları pahasına, evlerini ve mülklerini terk edip göçü kabul ettiler, köyde yalnız Çingeneler-Millet kaldı. Ardından Karlova’lı Tosun Bey komitacılara hayatı cehennem etse, aynı bölgede bulunan Klisura kasabasını ateşe verse de, huzurun bozulduğunu hissetmeyen kalmamıştı. Plevne ve Eski Zara felaketinden sonra anavatan yolu sel oldu. 1878’den sonra Rusların ele geçirdiği topraklardan Müslüman nüfusu temizleme planlı yürürlüğe kondu. Vidin, Rusçuk ve Tırnova’ya kadar yayılan bölgede Türkler yola düştü. Yerli Bulgarlarla problem yaşadıkları için değil, Bulgar devleti kendilerini yabancı bir unsur olarak gördüğü için göçü seçtiler. Bu ilk dünden zaruri bir göçtü ve arası hiç kesilmedi. Sofya “Kliment Ohridski Üniversitesi” Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Daniel Vılçev’in ifadesiyle “soya dönüş” adı altında Bulgaristan Türklerine karşı “soykırım denemesi” yapılmıştır. Bulgar devletinin bu kıyımdan cezasız kurtulması, memleketteki gerginliğin bugün de gevşememesinin temel nedenidir. Katilleri korumayı ana ödev olarak üslenen Ahmet Doğan’a “hain” dememizin esas sebebi de işte budur.

“93 Harbinden” sonra “kıyım korkusundan” kaçan insanlarımız, daha sonra maddi ve manevi nimetlerine, cami ve okullarına yapılan saldırılara, ardı arası kesilmeyen yasaklara, baskıya, düzensizliğe ve seçeneksizliğe dayanamamış ve göçü seçmiştir. Birinci Dünya Savaşında 10 bin şehit vermemiz de bize “vatan hakkını” yalnız 3 yıl gibi çok kısa bir süre, ancak Çiftçi Partisi iktidarında tattırmıştır.

1950’lerde Osmanlı toprak mülkiyeti gelenekleri bozan kooperatifçilik ile 1946’da devletleştirilen okullarımızın 1959’da Bulgar okulla birleştirilmesi ve manevi dünyamıza ilk ölümcül darbenin indirilmesine tepki olarak Türkiye Cumhuriyeti konsolosluklarına 480 bin vize dilekçesi gönderildiğini unutmayalım. Bulgar devleti, Bulgar dönüşümünün Atatürk ruhlu Türkler tarafından yapılmasını kabul etmediğinden dolayı, atalarımız memleket toprağından koparılmıştır. Bizdeki göç, insan düşmanı monarşiden ve totaliter komünist zulmünden kaçıştır. Bulgaristan’da demokrasinin meşrulaştığı, dengesizliklerin durulduğu gün, gün göçler durur. Şu da bilinsin: Bulgaristan’da Türk hiçbir zaman bitmez!

DEVAMI İÇİN:
https://www.bghaber.org/bghaber/bulgaristan-demokratiklestikce-turk-dusmanligi-eriyecek-3/

Reklamlar