Geçtiğimiz birkaç yılda, birçok değişik ülkede, genelde genç, eğitimli insanlar sosyal medya’nın da yardımıyla çeşitli bölgeleri ‘işgal’ etti. Rusya, Mısır, ABD, Brezilya, Türkiye, İspanya, Bulgaristan gibi farklı ülkelerde çıkan protestoların en belirgin ortak özelliklerinden birisi, iktidar değişiminde değil, yönetilme şeklinde bir değişim talep edilmesiydi.
İngiliz The Guardian gazetesinden Ivan Krastev‘in haberine göre, bu protestocuların ortak özelliği, ne politik elitlere ne de iş adamlarına güvenmemeleri. Bu insanlar, kamuoyunun ilgisini, yeni ideolojiler veya karizmatik liderler sayesinde çekmediler. Manifestoları ile değil, videolarıyla, olaylarıyla hatırlanacaklar.
Kısacası dünya çapında yapılan bu protestolar Vaclav Havel‘in bir zamanlar söylediği gibi ‘güçsüzlerin gücü’nün ortaya çıkışı olarak değil, güçlenenlerin cinneti olarak değerlendirilebilir.
Dünya çapında gelişen protesto hareketleri göz önüne alındığında, Bulgaristan’ın aslında özel bir rölü var. Bulgaristan, bir demokraside yanlış gidebilecek herşeyi temsil ediyor; İşlemeyen kurumlar, yolsuzluk ve buna eklenen genel umursamazlık hali. Bu aslında demokrasinin neden hâlâ tek ümidimiz olduğunu açıkça gösteren bir tablo. Ancak, bu gibi bir durumdan doğan potansiyelle sivillerin harekete geçebileceğini gösteren ve artık gitmesi gerek hükümetlerin sivil hareketle devrilebileceğini gösteren bir tablo.
Burada, Sofya’daki protestoların bize ‘dünya çapındaki orta sınıfın devrimi’ ile ilgili ne anlattığına bakmak gerekli. İlk olarak, 40 günü aşkın bir süreden sonra Sofya’daki protestocular dünya çapında ilgi gördü, fakat hükümet kabinesinin kılını bile kıpırdatamadı. İkincisi, Facebook ve Twitter’ın çağında, şehirli orta sınıfın artık politik bir izolasyon halinde kalamayacağı ve diğer sosyal sınıflarla da kaynaşmasının gerektiğini öğrenmiş olması. Üçüncüsü, hükümetin protestoculara karşı şiddet kullanmakta ne kadar hazır ya da hevesli olduğu ve bunun kamuoyunda ne kadar râbet gördüğü. Bulgaristan’da hükümeti destekleyen protestocu gruba sadece 300 kişi dahil olurken, Türkiye’de bunun tersi yaşandı. Hükümet karşıtı protestoculara polisin ağır baskı ve şiddet uygulayabildi. Bunun nedeni Başbakan Erdoğan’ın binlerce insanı kendi saflarına çekebilmesiydi.
Bulgaristan’da bu yılın başına dayanan, seçim-protesto ekseninden alınacak son derste, protetoların neredeyse herşeyi değiştirebileceği, tabi bu insanların nasıl oy kullanacakları konusundaki bir değişim demek değil. Eğer bu protestoların sonucunda politik bir alternatif çıkmazsa, bu olaylar sadece katılımcıların hatırında demokrasiyle yaşadıkları kısa bir flörtleşme olarak kalacak. Ancak kaybetmelerine rağmen, belki de protestocular kazandı. Son yapılan kamuoyu yoklamalarına göre, iki aylık protesto sürecinin ardından, Bulgarların demokrasi ve Avrupa Birliği’ne desteklerinin arttığı saptandı.
Bulgaristan’daki protestoların Avrupa’da bu denli yankı yapması ve destek görmesinin nedeni, tabi ki Brüksel ve Avrupa’nın diğer büyük merkezlerinin takındığı tutuma da bağlı. Alman ve Fransız büyükelçilerinin 4 Temmuzda hükümeti eleştiren bir makâleye imza attılar. Bu makâlede Bulgaristan’ın bugünkü ve geçmişteki hükümetlerinin oluşturduğu politik model sert şekilde eleştirilmişti. Ardından, Avrupa Birliği Adalet Komisyonucusu Vivian Reding Sofya‘ya geldi ve Bulgaristan Başbakanı’nın yapmadığını yaptı. İnsanlarla konuştu.