BGSAM
Bulgaristan Cumhuriyeti Baş Müftülüğü ülkede geçen yıl kükreyen Müslüman düşmanı olaylarla ilgili olarak Baş Savcı Sotir Tsatsarov’a bir rapor sundu.
Bu tepkiyle ilgili olarak Baş Müftümüz Sayın D-r Mustafa Hacı Sofya’da çıkan “PRESA” gazetesinden bilinen gazeteci VALERYA VELEVA ile “Toplumumuzdaki ayrışım çizgisi” başlıklı bir söyleş yaptı, aynen sunuyoruz.
Önce Sayın Baş Müftü Mustafa Hacı’yı tanıyalım:
Mustafa Hacı 11 Mart 1962’de Valingrat’a bağlı Draginovo köyünde dünyaya geldi. 1997 yılında Ürdün’ün “Yarmuk” Üniversitesi Din Bilimi Fakültesinden mezun oldu. Birkaç yıl önce de İstanbul Marmara Üniversitesi’nde doktora lisansını savundu. 23 Ekim 1997’de Bulgaristan Türkleri Baş Müftüsü seçildi. 2000 yılında Bulgaristan Yüksek Müslüman Konseyi Başkanı, 2005’te yapılan Bulgaristan Müslümanları Olağanüstü Kurultayında Baş Müftü olarak yeniden seçildi.
SORU: Sayın Baş Müftü birkaç gün önce şahsen siz B.C. Baş Savcısı Sotir Tsatsarov’a
Bulgaristan’daki anti-Müslüman hareketlenmeyle ilgili bir rapor götürdünüz.
İşaret ettiğiniz noktalar hangileridir.
YANIT: Kamuoyunda bilinen Bulgaristan’da camilere ve şahıslara karşı gerçekleştirilen saldırılara işaret ettim. Sunduğum cetvelde 50 – 60 örnek var. Bunlardan bazıları şunlardır: Sliven ve Pazarcık’ta cami duvarlarına yazı yazmak; Varna camiini yakma teşebbüsü; Sofya’da “Pirotska” sok. Metin’e yapılan hunhar saldırı; 2011’de Sofya camiine yapılan kanlı saldırı vb. Bu saldırılardan bazılarına katılanları polis işini yaptı, suçluları yakaladı ve sorguya sevk etti, fakat saldırganlardan büyük kısmı serbest dolaşıyor. Birçok yerde saldırı faillerinin aranmadığını biliyoruz. Bu da bizi huzursuz ediyor.
SORU: Siz Bulgaristan’da Müslümanlara karşı ezelden hoşgörü olduğunu biliyor ve
bunu dikkate alıyorsunuz, değil mi?
YANIT: Son yıllarda milliyetçilik insanlar arasındaki ilişkileri bile değiştirebildi. Malımızı mülkümüzü geri almak için mahkemelerde dava açmamızla dolayımızın dikenlik haline geldiğini gördük. Bizim tavrımızda can sıkan bir şey olduğu kanısında değilim, çünkü ne Stara Zagora’da (Eski Zara), ne Küstendil’de, ne Samakov’da ne de İhtiman’da camilerimizi tekerlek üzerine bindirip, uzak bir yerlere götürmeye niyetimiz yoktur. Bir yandan, sözüm ona kültür anıtı olarak ilan edilen mülklerimizin durumu yürekler paralayıcı iken, öte yandan bu camiiler kültür anıtı olarak inşa edilmemiş, ibadet yapanlara hizmet sunmak için kurulmuştur. Ben size, 1990’da birkaç ay dini hizmete açılan Stara Zagora camiinden bir önek vereyim. O zaman bir imam atamada güçlük çekildiğinden ötürü, fırsatçı belediye bir kararla camiimize el koydu. Şimdi bu sorun kamuoyuna aktarıldığında, politik kılıfa sıkıştırılmak isteniyor. Dedikleri şudur: İşte bakın, Müslümanlar ülkemizi istila ediyor. Osmanlı devleti genişliyor. Bulgaristan’da 1 500 (bin beş yüz) cami var ve kimse camiler Bulgaristan’ı ele geçirdi demiyor. Biz, mahkeme yoluyla 8 camimizi geri almak istiyoruz ve tam bu camilerimizin Bulgaristan’ı istila ettiğinden dem vuruluyor. Mantıklı sayılamaz.
SORU: Sayın d-r Baş Müftü, ama siz isteklerinizden bazılarının bu mahallerdeki Hıristiyan nüfusa karşı açık kışkırtma olduğunu kabul ediniz lütfen. Örneğin Karlovo cami. Şehirde, ibadete açık başka bir cami olduğu da göz önünde bulunduran Belediye Başkanı sizden isteklerinizi geri çekmenizi talep etti. Talebinizden caydınız mı?
YANIT: Hayır! Bunu yapamam, çünkü cami benim değildir. Bu mülk benim kişisel mülküm olsaydı, memnuniyetle! Şimdiki durumda, Müslümanların bir temsilcisi olarak, benim benden istenenlere tamamen ve eksiksiz uymam gerekiyor. Camiyi geri istememiz, onu yarın hizmete açacağımız ve mikrofonları açacağımız anlamına gelmez. Bu cami kaderine terk edilmiştir. Uyuşturucu kullananlara, evsiz barksızlara sığınak haline getirilmiş olması, endişe veriyor.
Özür dileyerek söylüyorum, dinini seven kimse, ibadet yerini bu durumda bırakamaz, böyle kalmasına razı olamaz. Küstendil ve İhtiman şehirlerindeki camilerin durumu aynıdır.
SORU: Size, Karlovo Belediye Başkanının sözlerinden bir alıntı okumak istiyorum:
“Dava önemsiz vesileler de devrim patlamasına neden olmuştur.”
Bu şehre karşı bir lütufta bulunsanız olmaz mı?
YANIT: Biz birçok yerde ağır gönüllü davrandık. Ucuncovo köy camisi Hıristiyan Kilisesi haline getirildi. Bir talebimiz yoktur. Sofya’da da örnekleri var. Bugün Sofya’da ibadete açık olan kiliselerden “Sv Sedmoçislenitsi” kilisesi, Kanuni Sultan Süleyman emriyle cami olarak inşa edilmişti. Bu mülk hizmet veriyor. Ne var ki, Karlovo şehrindeki “Kurşun Cami” yürekler acısı bir durumdadır.
SORU: Gerekli miktarda mali kaynağınız olmadığından yakınıyor musunuz?
Devlet size 2013 yılı için 180 bin (yüz seksen bin) leva para verdi.
YANIT: Özür dilerim, fakat bize verilen para 80 000 (seksen bin) levadır, kalan 100 000 (yüz bin) levayı nereye götürüp vermişler bilmiyorum.
SORU: Durum buysa, siz geri almak istediğiniz camileri onarmaya gerekli olan
parayı nereden temin edeceksiniz?
YANIT: Ödeneklerinin % 95’i Bulgaristan Müslümanlarının parasıyla inşa edilmiş bulunan kayda değer camilerimizin onarımına gerekli olan mali ödenekleri biz kendimiz temin ederiz. Bütün ülke çapında bağış kampanyası açar, dış kaynaklardan yardım arar ve bu yapılardan her biri birer Kültür Anıtı olduğundan dolayı, Kültür Bakanlığından da yardım talep edebiliriz.
SORU: Sofya Arkeoloji Müzesi’ni de geri alma talebiniz var mı?
YANIT: Yok. Bu da emsalsiz bir yapıdır, Yücelerin yücesi Mahmut Paşa tarafından kurdurulmuştur. Biz Sofya mülklerimizle ilgili mahkemeye başvurmadık.
SORU: Mal ve mülklerinizle problemler toplumda ek ayrışım oluşturmuyor mu?
Bunu neden tam şimdi yapıyorsunuz?
YANIT: Kanuni haklarımızı kullanıyoruz. Şunu özellikle vurgulamak istiyorum. Sıradan insanlar bu sorunlardan ilgilenmiyor. Alelade kişiler etnik ya da dinsel ilkelere göre ayrışmamıştır. Sıradan insanlar zengin ve yoksul ayrışımına tabiidir. Sorun çıkarak, dinsel ayrışımdan kendilerine kazanç çıkarmaya çalışan politikacılardır. Şimdiye kadar kimseyle paylaşmadığım bir sorun var, yeri gelmişken size anlatayım:
Anayasaya göre, Bulgaristan’daki Müslüman topluluk, öteki nüfus kadar hakka sahiptir. Müslüman din adamları ayakta kalabilmek için, onların da giderlerini karşılaması gerekir. Fotosentezle yaşayabilen henüz yok. Devlet bize çok az para veriyor. Dışardan yardım talep ettiğimizde, neden ve kimden para aldığımızı soruyorlar, mallarımızı mülklerimizi geri istediğimizde ise, vermiyorlar. Bizim işin şu durumda geçerli olan şu Türk atasözünü anımsatayım: “İleri gitme, geri kalma, ortada da bir kimseye engel olma!” Ben Bulgar Ortodoks Kilisesine ve Bulgar din adamlarına saygılıyım. Fakat bizim için adil olmayan sorunlar var.
SORU: Örnekleyebilir misiniz?
YANIT: Devlet, Bulgar Ortodoks Kilisesinden mahkeme kaydı yaptırmasını istemezken,
Bizden talep ediyor. İlk bakışta sanki bu pek önemli bir husus gibi görünmeyebilir. Fakat bu uygulamada öyle değil. Bulgar Ortodoks Kilisesi kiliseleri onarmak ve yenilerini kurmak için AB fonlarına problemsiz aday olabilir. Bizim ise sorunlarımız var, hem de çok büyük problemlerle karşı karşıyayız. Bunun getirdiği olumsuzluklar da ortadadır. Ben kimseye asla engel olmak niyetinde değilim, fakat devletten şunu beyan etmesini beklemek hakkımızdır: “Siz buraya kadarsınız. Ötekilere tanınmış olan haklar, size tanınmamıştır!” Kâğıt üzerine yazılmış olanla, gerçeklikte tanınmış olanın tamamen faklı olmasını kabul edemeyiz. Biz barış ve huzurlu yaşamak istiyoruz. Biz, kanunların bize tanıdığı eşitliği istiyoruz. Eksik ya da fazla bir şey değil…
SORU: Siz sanki Bulgar devletinin İslam dinine olan yaklaşımından hoşnut değilsiniz.
Öyle mi?
YANIT: Doğrudur. Hem devletin hem de politikacıların yaklaşımından hoşnut değilim.
SORU: Sizin GERB partisiyle oyun oynadığınızdan kuşkulananlar vardı.
Baş Müftülük binasını size iade etiği için Tsvatanov’a teşekür ettiniz. B.
Borisov da Müslümanlara hoş görünmeye çalışıyordu.
YANIT: Adına ve soyadına bakmaksızın, partisini ön plana çekmeden iktidara gelenlerden hepsinle iyi ilişkiler içinde olmak istiyoruz. Ben Bulgaristan dışında olduğum dönemlerde Bulgaristan’ın avukatı gibi konuşmaya gayret ederim. Bulgaristan’daki iyi şeyleri göstermeye çalışırım. Yaptıklarımın, şahsım için değil, ülkemiz Müslümanları adına Bulgaristan’da saygı görmesini istiyorum. Biz devletimizi seviyoruz ve ondan kopmaz bir parçayız. Biz Vatanımızı seviyoruz ve barış içinde yaşamak için elimizden geleni yapmaya her zaman hazırız. Şahsımızda, bizi itham ettikleri düşmanı ya da Osmancılığın beşinci kol ordusunu görmüyorum. Biz bu Vatanın dürüst vatandaşlarıyız ve bize karşı da dürüstçe davranılmasını istemekte haklıyız.
SORU: Sofya’da ikinci bir cami kurulacak mı?
YANIT: Cami, ihtiyaç olduğu yerde kurulur. Cami küçük olduğundan, her Cuma insanların Sofya’nın merkezinde yol kenarında kaldırımda namaz kıldığını görüyorsunuz. Bir Avrupa başkenti için gönül açıcı bir manzara değil. Bizim başka bir yerde namaz kılmamıza izin veriyor musunuz? Hayır! Öyleyse, burada yaşayan bu Müslümanlar nereye gitsinler? Hepsi bu şehirde yaşıyor. Bu sorunu çözmek istiyorsak, Sofya’ya ikinci bir cami olmalıdır. Mutlaka kurulacak. Fakat ne zaman olacağını bilmiyorum. Şimdi mi, 5 yıl, 20 yıl sonra mı? Bilmiyorum.
SORU: İslam Enstitüsü kurulmaya başlandı mı?
YANIT: İslam Enstitüsü binasının inşa edilmesine ilişkin karar henüz çıkmadı. Bize bir yandan, eğitim için imamlarınızı neden Suudi Arabistan ve Türkiye’ye gönderiyorsunuz, neden Bulgaristan’da okutmuyorsunuz diye soruyorlar, öte yandan devlet bize, İslam Enstitünüzü yasallaştırabilmemiz için bina sahibi olmanız gerekiyor, diyor. Üçüncü bir taraf olan belediye ise, inşat için izin vermiyor. Fakat ben bu problemleri aşabileceğimize inanıyorum.
SORU: Baş Piskoposla görüşmelerde bulunduğunuzu söylüyorsunuz. Uzlaşma,
Bölünmüşlüğümüzü aşmak ve kini yenme amaçlı bir ortak bildiri yayınlamayı
düşünmüyor musunuz?
YANIT: Bunu mutlaka yapmamız gerektiği görüşündeyim. Müslüman veya Hıristiyan olması önemli olmamakla birlikte, bir din adamının uzlaşmaya ve insanları anlaşmaya davet etmesinden daha doğal bir şey olamaz. Bugün toplum bireysellik ve egoizme esir olmuş, herkes kendini kurtarmaya çalışırken, devamlı batıyor. İnsan tek başına kurtulamaz! İlk önce insan olmamız gerekiyor. Bu dünyadaki öz görevimizi bir daha idrak etmemiz ve insanlığın maddesel olanda değil, ruhsal olanda gizlendiğini görmemiz gerekiyor. Biz dini tarihsel geçmişte bırakırken, insanlığı oralarda bir yerde kaybettik. Ve şimdi kendimize hangi yoldan gidelim sorusunu soruyoruz. Bu soruya yanıt vermek sandıkları kadar güç değildir.