Gülten RAYİMOĞLU

Bulgaristan’da 1970’lerin Başlarında “Ulus İnşası” ve “Ulus Yıkımı”: Türk Azınlığının Kültürel Silinmesi

1970’lerin başlarında, Bulgaristan’da bazı kuramcılar, nüfusun kültürel farklılıkları sorununa çözüm olarak “ulus inşası” söylemini benimsemişken, bazı araştırmacılar ise bu durumu “ulus yıkımı” olarak ele alarak farklı bir bakış açısı geliştirmiştir.
Sosyalist rejimle yönetilen Bulgaristan, 1972 yılında, Connor’ın “ulus yıkımı” kuramını kavramsallaştırarak bu projeyi iki yönlü bir değerlendirme sürecine sokmuştur. Bu süreç, bir yandan “sosyalist Bulgar ulusu inşası” olarak şekillenirken, diğer taraftan “ulusal Türk azınlığının varlığının yıkılması” olarak uygulanmıştır.
Bu yazıda, Bulgaristan’daki bu dönemdeki kültürel silme politikalarını, ulus inşası ve ulus yıkımı bağlamında inceleyeceğiz.

“Ulus İnşası” ve İlk Adımlar

Sosyalist Bulgaristan’da, Lenin’in “Yeni sosyalist sistemi her millete, öncelikle kendi dilinde anlatmak gerekir” ilkesinden hareketle, Türk azınlığının kendi ana dillerinde eğitim almalarına izin verilmiştir. İlk başta, Türkiye’den gelen Türk sosyalist yazarları Nazım Hikmet ve Sabahattin Ali gibi isimlerin eserleri, Türk köylerinde okutulmuş, bu yazarların kitapları kütüphanelere yerleştirilmiştir. Ancak, Türkçe kullanımına başlangıçta gösterilen bu hoşgörü, kısa süre sonra kademeli bir şekilde geriletilmeye başlanmıştır.

Türkçe eğitim ve kültürün desteklendiği bu dönemden sonra, Türkçenin sosyal hayat içindeki işlevi giderek azaltılmıştır. Türkçe radyo ve televizyon yayınları sona erdirilmiş, kütüphanelerdeki Türkçe eserler toplatılmış ve Türk sosyalist yazarlarının kitaplarının Bulgarca çevirilerinin dahi okunması yasaklanmıştır. Bu dönemde, Türkçe’nin kültürel varlık olarak silinmesine yönelik adımlar hız kazanmıştır.

Etnik Soykırımın Belirginleşmesi

Pomak Türklerinin kimliklerini silmeye yönelik uygulamalar, etnik soykırımın en açık örneklerinden biri olmuştur.
Pomak Türklerinin ad-soyadları zorla değiştirilmiş, yerlerine Bulgar-Slav adları dayatılmıştır.
Bu ad değiştirme uygulaması, sadece kültürel bir asimilasyon değil, aynı zamanda etnik kimliğin yok edilmesinin bir aracıdır.
Pomaklar, adlarının değiştirilmesine karşı geldiklerinde, Belene Toplama Kampı gibi yerlerde tutuklanmışlar ve şiddetli baskılara maruz kalmışlardır.

Pomak Türklerine yönelik başka bir kültürel baskı, okullarda, iş yerlerinde ve hastanelerde, “Bulgar adı” ile hitap edilmesinin zorunlu kılınması olmuştur. Bu dayatma, eğitim ve iş yaşamına dair önemli bir kimlik silme pratiği olarak ortaya çıkmıştır. Türk adlarının silinmesi, o dönemde bir tür kültürel soykırımın temellerini atmıştır.

Dil ve Kültürün Bastırılması

Türkçe’nin kullanımı, yalnızca kamusal alanla sınırlı kalmamış, aile içi iletişimde dahi yasaklanmıştır.
Türkçe konuşanlara uygulanan cezalar, bu baskının boyutlarını gözler önüne sermektedir.
Her Türkçe kelime için 5 leva gibi ağır para cezaları getirilmiş, bu durum Türklerin dil ve kültür bağlarını koparmak için ciddi bir baskı aracı haline gelmiştir.
Sosyal hayatta Türkçe’nin yasaklanması, sadece dilin değil, aynı zamanda Türk kimliğinin de silinmesi amacı gütmüştür.

Türk izlerinin silinmesi, sadece dilde değil, kültürel ve coğrafi unsurlarda da kendini göstermiştir.
Türk adları taşıyan mezar taşları yıkılmış, Türkçe yazılar silinmiş, hatta Türk adları taşıyan çeşmelerin isimleri değiştirilmiştir.
Türk kültürüne ait şehirler, kasabalar, köyler, dağlar ve diğer doğal ve kültürel varlıklar hedef alınmış ve adlarının değiştirilmesi veya yok edilmesi için büyük bir çaba harcanmıştır.

Mesleki ve Sosyal Ayrımcılık

1980’lerdeki etnik soykırım uygulamaları sırasında, Türkler en ağır işlerde çalışmaya zorlanmış, doktor, öğretmen, mühendis gibi yüksek nitelikli meslek gruplarından birçok kişi işinden atılmıştır. Türklerin, Bulgar toplumunda daha alt sınıflarda yer almasına ve sosyal olarak marjinalleşmesine yol açan bu politikalar, ekonomik eşitsizliği pekiştirmiştir.

Bulgaristan’da 2012 Tanıması

11 Ocak 2012 tarihinde, Bulgaristan Parlamentosu, 1989 yılında gerçekleşen ve Bulgaristan’dan yaklaşık 350.000 Türk’ün zorla Türkiye’ye göç ettirilmesini, “etnik temizlik” olarak tanımlamıştır. Bu zorunlu göç, Avrupa tarihinde İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kayda geçen en büyük etnik temizlik olaylarından biri olarak kabul edilmiştir. Bu tanıma, Bulgaristan’daki Türk azınlığının kültürel, dilsel ve kimliksel olarak yok edilmesi amacı güden bir soykırım ve asimilasyon politikasının da resmî olarak kabul edildiği bir dönüm noktasıdır.

Bulgaristan’da 1970’lerde başlayan “ulus inşası” ve “ulus yıkımı” süreçleri, Türk azınlığının kimliksel ve kültürel olarak silinmesine yönelik büyük bir sosyal mühendislik projesi olmuştur. Bu süreç, sadece etnik temizlikle sınırlı kalmamış, Türklerin dili, kültürü ve kimliği üzerinde sistemli bir yok etme stratejisi olarak uygulanmıştır. Bulgaristan’da yaşanan bu tarihsel olaylar, kültürel baskının, dil yasaklarının ve kimlik silmenin toplumsal hafızada derin izler bıraktığını gözler önüne sererken, aynı zamanda bu tür uygulamaların insan hakları ihlali olarak tanınmasının önemini vurgulamaktadır.

Reklamlar