Ertaş ÇAKIR
19 Kasım 2020
Geçen hafta Sofya’da ilginç bir olay oldu. Bulgaristan’ın en büyük ve bilinen yüksek eğitim kurumu olan “Klimetn Ohridski Üniversitesi” hukuk fakültesi öğrencileri Sosyal Sorunlar konusunda konferans veren Prof. Mihail Mirçev’in görevinden uzaklaştırılmasını ve konferans vermesine yasak getirilmesini istediler. Rektöre gönderilen mektubun gerekçelerinde, Profesörün ırkçılık ve ksenefobi (yabancılara ve yabancı olan her şeye karşı düşmanlık) içeren propaganda içeren ideolojik yaklaşımlı konferanslarında Bulgar milletini azınlıklara karşı kışkırttığına yer verilmiştir. Irkçı profesör olayını duymayan kalmadı.
Prof. Mirçev öğrenciler önünde, ders programına göre, 8 demografik ve sosyal konu üzerinde konferans vermektedir. Bu konuşmalar toplam 17 saat olup seminerler de düzenlemektedir.
Bulgaristan’ın 1989 yılında “Büyük Göçten” önce 9 milyon nüfuslu olduğunu ve son 30 yılda sürekli azalan Bulgaristan nüfusunun artık resmi kayıtlara göre 7 milyon olarak gösterilse de, ülkede yaşayanların 5 milyondan fazla olmadığı bilinmektedir.
1989’da “Büyük Göçle” anavatanımız T.C.’ne geçen ve yerleşen ama Bulgaristan vatandaşlığını koruyan Türk nüfus bugün Bulgar pasaportlu 1 milyonluk bir kitledir. Kuzey Batı Bulgaristan’da yaşayan Ulahlardan büyük bir kitlenin de 3 kıtaya dağıldığı, Vidin, Vratsa ve Montana illerinde nüfusun seyreldiği ortadadır. Özellikle İngiltere’de, Almanya, Hollanda ve İspanya’da, Çek’ ya ve Polonya’da büyük Bulgar kolonileri oluşmuştur. Birleşik Amerika ve Kanada’ya yerleşen Bulgar vatandaşlarının sayısı 300 binden fazladır. Avustralya ve Yeni Zelanda gibi Uzak Doğu ülkelerinde de Bulgar kolonileri oluştu. Balkanlar’da Türkiye’den sonra en büyük sayıda Bulgar vatandaşı Yunanistan’da yaşıyor.
Bu durumdan kaynaklanarak Prof. Mirçev’in analizlerinde öncelikle şöyle bir analiz var. Yazılarımızda, Bulgaristan’da yaşayan Yahudi ve Ermenileri sayı olarak küçük gruplar oluşturduklarından etnik topluluk olarak vurgulamıyoruz. Fakat Prof. Mirçev bu iki etnik topluluğun eğitim düzeyi olarak Bulgarlardan daha yüksek düzeyde olduğundan ve devlet kurumlarında yönetici konumlara atanmış bulunduğundan, birbirlerine arka olduklarını, topluluk hayatı yaşadıklarını, kimliklerini koruduklarını ve ülkemizin yönetimine yön verecek duruma geldiklerini özellikle belirtiyor.
İşaret etmek isterim: Bulgaristan’da yaşayan Yahudi ve Ermeni çocuklarının anadillerini, milli ve etnik tarihlerini ve halk kültürünü öğrenebilmeleri için derneklerin aktifliği sonucu dersler dışında, Cumartesi ve Pazar günleri okullarda eğitim çalışmaları yürütmelerine izin verilmiştir. Bu çalışmalar sonucu Ermeni ve Yahudi çocuklarının anadillerini öğrendiklerini ve aralarında sıkı bir birlik ve dayanışma oluştuğunu belirtebiliriz.
Prof. Minçev, konferanslarında 20. Yüzyıl dünya görüşünde egemen olan “kişinin özgür seçme hakkını” Bulgaristan koşullarında kabul edilmesine karşı çıkıyor. Dünya demokrasisinin beşiği olan Amerika’da Afrika kökenli Barak Obama’nın Cumhurbaşkanı olmasını asla kabul etmediği gibi, Yahudilerin ve Ermenilerin uzmanlaşıp devlet kurumlarına, banka ve sigorta şirketi başkanlığına atanmasını asla kabul etmiyor.
Bu konferanslarda Romenlere karşı tutum çok belirgin ve düşmancadır.
Anlaşıldığına göre, bundan 30 yıl önce Romenlerin Bulgar nüfusu içindeki sayısal oranları 340 000 (üç kırk bin) kişidir. Resmi istatistikler bunu göstermektedir. Bu etnik grup, Prof. Mirçev’in analizlerine göre, artık milli nüfusun % 12.5’ini oluşturuyor. 2030 yılı ile 2050 yılları arasında bu nüfusun reel oranı genel nüfus içinde % 25’ten daha büyük olacaktır. Profesör bu oranı milli bir tehlike olarak görüyor. Nüfusun etnik bileşiminin niteliksel değişmesi, azınlığın çoğunluk olması böylece Bulgar ırkını ikinci planı düşmesi ve Romenlerin en büyük etnik azınlık durumuna gelmesi ülkenin geleceğinin kökten değişmesini doğurabilir. Türkler de aralarında diğer azınlıklarla birlikte Bulgaristan’daki azınlıklar, 10 yıl gibi çok kısa bir zamanda, milli nüfus oranı % 50’den fazla olacak ve çok kültürlü devlet yapısına geçilmesi zorlanacaktır.
Profesörö nitelik değiştiren bu yeni durumu milli felaket olarak değerlendiriyor. Bulgar ırkının nüfus içinde azınlık durumuna düşmesinin tek seçenekli olduğuna işaret ederek, Kuzey Makedon Cumhuriyeti (KMC) ile Bulgar Kimliği, Bulgar tarihi ve Bulgar dili üzerinde anlaşmayı tek seçenek olarak gösteriyor. KMC nüfusu Bulgar olduğunu kabul ederse durum değişebilir. Makedonya nüfusunun 1.5 milyonu Hristiyan’dır.
2019’da Prespen’de imzalanan Yunanistan KMC Antlaşmasında Atina Makedon dilini ve Makedon kimliğini resmen tanıdı. Bu anlaşma temelinde olmak üzere Birleşmiş Milletler Teşkilatı da Makedon kimliğini ve Makedon dilini bir devlet dili olarak resmen 2020’de tanıdı. KMC halen NATO üyesi ve Avrupa Birliği’ne katılmak istiyor. Bunun yapılabilmesi için 27 ülkenin “evet” oyu kullanması gerekirken, Bulgaristan veto hakkını kullanarak KMC’nin AB üyeliğini durdurmak ve AB’nin Batı Balkanlara genişlemesini engellemeye çalışıyor. Bu konuda Bulgaristan Dış İşleri Bakanı Bayan Zaharieva, 16 Kasım sabahı BGNS –ajansına verdiği demeçte, Bulgaristan’ın AB genişleme siyasetine engel olunacağını açıkça belirtirken, “Üsküp önünde gözlerimizi kapamamız, Moskova siyasetini görmezden gelmek anlamına gelir” dedi.
Hafta sonunda Üsküp’te “faşist istiladan kurtuluşun yıldönümü” kutlandı. Üsküp Belediye Başkanı Petre Şilegov konuşmasında, “İkinci Dünya Savaşında Bulgaristan Hitler Almanya’sı ile müttefikti, ülkemizi işgal etmişti ve biz Bulgar faşizminden de kurtuluşumuzu kutladık. Bulgar istilası yıllarında 5 (beş) bin Makedon vatandaş katledilmiştir.” dedi.
Bu gelişmeler, Bulgaristan’ın Makedonya siyasetiyle çözülemeyeceğini kanıtlıyor. Bulgaristan bu özünde asimilasyon olan bir siyaset çizgisini Balkan ülkelerinden hiç birine anlatamaz ve hiçbir ülke ve halktan destek bulamaz.
Bu konu 142 yıldan beri devam eden Bulgar devletinin Bulgar olmayanı devletten uzak tutma, kovuşturma ve düşman ilan etme siyasetinin bir devamıdır.
Öğrencilerde bu söylev çok sert tepki uyandırmıştır. Bu yıllarda en şiddetli ötekileştirme ve ırkçılık hem monarşi hem de totalitarizm döneminde Bulgaristan Türklerine iç savaş şiddetiyle soykırım denemesi şeklinde uygulanmıştır.
Bulgaristan’da Türklere karşı 1984-1989 “soykırım denemesinden” bu yana 35-36 yıl geçti. Okullarda, Bulgar çocuklarına “biz soydaşımız olan Türklere bunu yaptık şunu yaptık, kısacası zulmettik, dinlerini, dillerini yasakladık, bazılarını öldürdük, 15 binini hapiste sürgünde, kamplarda tutuk, analarından emdikleri sütü burnundan çıkarttık” diye anlatan yok. Yakın ve uzak Bulgar tarihi ters anlatılıyor. Bulgar sosyal politikasında da en ağır ve can alıcı problem azınlıklar olmaya devam ediyor.
Gazeteler yasaklı dönemi, zulüm yıllarını, yakın ve uzak tarihi yazmaz oldu. Hak ve Özgürlük Hareketi (HÖH-DPS) milletvekilleri dil yuttu. Neden susmasınlar! Bir bilseniz Bulgaristan’da ne oldu. Milletvekillerinin maaşları 6 500 leva (altı ben beş yüz leva) oldu. Cumhurbaşkanı maaşı 15 bin, Başbakan Borisov’un 10 bin, Meclis başkanının maaşı da 10 bin leva oldu. Yani Bulgaristan’da 2 milyon 230 bin emekli olduğunu düşünürsek. 1 emeklinin 4 senede aldığını bir milletvekili 1 ayda alacak.
Fakat sosyal politika deyince sadece bunu düşünmüyorum.
GERP partisi milletvekillerinden bir kısmı, “zengin” aile çocuklarına sosyal yardım yapılmamasını, paraların polislere yardım olarak ödenmesini önerdiler. Önce Covid-19 ile mücadele eden doktor ve hemşerilere verilmesi teklif edildi, fakat “doktorlar ve hemşireler çocuk paralarını almayız” dediler.
Sosyal yardımlarla nüfusa destek olma siyaseti çökmüş durumdadır. Bulgaristan’da bazı hastanelerde korona virüsüyle mücadele “otomatik sisteme” bağlandı. Tuna şehirlerimizden Sviştov Belediye hastanesinde doktor yok. Hastane ağızına kadar hasta dolu, görevde ve işte bir tek hemşire kalmış. Hastalara, meslekten muhasebeci olan Hastane Müdürü bakıyor. Yalnız orda mı?
Şumen Hastanelerinde de durum çok ağırlaştı. Yatak yok. 250’den fazla hasta var. İlaç yok. İlaç sağlamak için özel arabalar nöbet veriyor. Hastanelerdeki toplam hasta sayısı 5 bin kişiden fazla, her gün 70-80 hasta Allah’ın rahmetine kavuşuyor. Tıp okuyan öğrencilerden artık % 70’i hastanelerde gönüllü çalışıyor. Durum olağanüstü ağır. Bunlar Bulgaristan’daki aşırı milliyetçi, faşist, ırkçı hükümet ortaklığının 4 yıllık yönetiminden bazı sonuçlardır.
Bulgaristan sözde “demokratik” bir ülkedir. Nasıl olur da hastaneler doktorsuz kalır, çocukların sosyal yardımları ödenmez, komşunun kimlik, dil, tarih gibi konularda iş işlerine karışabiliriz? Bu gelişmeler sonucu Sofya’da Üniversite salonlarında “Pomaklarla, Türklerle, Gagavuzlarla, Ulahlarla, Tatarlarla uğraştığımız yetmedi mi?“ Memlekette insan kalmadı gibi tepkili konuşmalar belirmiştir.
Bulgaristan Başbakan Yardımcısı ve Savunma Bakanı Krasimir Karakaçanov “ Bulgar kimliğini kabul edilene, Makedon dilinin Bulgar dili olduğu kabul edilene ve Makedon tarihi Bulgar tarihi olarak kabul edene kadar Kuzey Makedonya Cumhuriyeti’nin Avrupa Birliği üyeliğine “veto” hakkımızı kullanacağız, bu süreç 15 sene sürebilir” demesi, özellikle etnik azınlıklar, “Belene” zulmünden, Sofya. Stara Zagora ve Varna hapishanelerinde işkence odalarından geçenler arasında çok sert tepkiler uyandırırken kınanmış ve lanetlenmiştir. Monarşi-faşist ve totaliter komünist siyaseti savunan günümüz Bulgar devlet siyaseti gözden düşmüş ve basından 1934’te 9 Mayıs askeri darbesinin yapıldığı yılları andırdığını anlatan yazılar belirmiştir. Örneğin, medya parlamentonun hükümetin “koltuk değneği” olduğuna işaret ediyor.
Öte yandan Bulgar Bilimler Akademisi Akademisyenlerinden bir grup, 4 ciltlik yeni Bulgar tarihi yazmış ve bu tarihin içinde kadim tarihte Makedon soyu, kavmi, milleti, kültürü diye bir şeyler olmadığı sözde kanıtlanmıştır. Önümüzdeki hafta eserin pazarda belirmesini bekliyoruz. Yeni bir “üstün ırk” ve düşmanlık dalgası yükselmesi beklenebilir.
Öğrencilerin Sofya Üniversitesine girmesinin yasaklanmasını istediği Prof. Mihail Mirçev, sözde “bilimsel” çalışmalarında, Bulgaristan’da kadınlar üzerinde yapılan bir sosyolojik araştırmaya dayandığını iddia ediyor. Bu araştırma sonuçlarına göre, Bulgar kadınlar ilk çocuğunu 27 – 35 yaşları arasında doğuruyor ve doğurganlık ortalaması 1.2. İlk çocuğunu 18-22 yaşları arasında doğuran Türk kadınlarda bu oran 2.2 iken, Romen kadınlarda ise ilk çocuğunu 16 yaşlarından doğuruyor ve doğumculuk oranı 3.4.
Bu durumda ne yapılacak. Hitlerin ölüm kamplarında doğum yapan Yahudi ve Çingene kadınların bebelerinin ellerinden alınıp onlardan Alman yaratılması uygulamasına mı geçilecek? 2019’da Çingene çocuklarının Norveç’e kaçırılması denemesi tutmadı. 50 bin Çingene ana babanın okulları basması bu ırkçı uygulamayı durdurdu. Bu gelişmelerin şimdiki milliyetçi-faşist hükümet zamanında başımıza gelmesi, hepimizi düşündürmelidir. İktidar ötekileştirme sınırlarını çoktan aştı.
Demografik durumun Bulgar ırkı için “devlet geleneğini sürdürebilmek açısından” tehlikeli olduğuna vurgu yapan Prof. M. Mirçev, devletten tedbir almasını ve azınlık ailelerinde doğumların azaltılmasını, kızların askere alınmasını vs öneriyor.
Bulgaristan toplumu bu önerileri kabul etmezken, fazla sıkıştırılanlar yurt dışına çıkıyor ve dış ülkelerde doğum yapıyor, sosyal yardımları, annelik paralarını ve çocuk için ödenen yardımları orada alıyor ve paraların Bulgaristan’a havale edilerek yol boyunda çar çur olmalarını de önlemiş oluyorlar. Üniversiteli gençler vatandaşa her konuda özgür seçim hakkı tanınmasında ısrar etmekle halkımızın alkışlarını topladılar. Böylece, Bulgar faşist, ırkçı ve düşmanca ayırım siyaseti ilk kez tam beklenen yerde – Sofya Üniversitesi Hukuk Fakültesinde çatlatıldı. Öğrencileri tebrik ediyoruz.
Demokrasi birlikte yaşama formülüdür. Uymak zorundayız.
Okuyanlara ve paylaşanlara teşekkürler.
Korona virüsüyle birlikte mücadele edelim.
Sağ olun ve kendinize iyi bakınız.