Meşhur Fransız edibi Piyer Loti, Edirne’nin geri alınmasını takiben
gördüklerini tasvir ederken “Deyli Telgraf” gazetesine çektiği telgrafta şunları
söylemiştir:“…Beni Edirne’ye götüren otomobille hiçbir insan yüzü görmeden
kilometrelerce yol aldım. Yalnız şurada burada iskeletler, karga kümeleri, taş
yığınları göze çarpıyordu; bu viranelere yaklaşıldıkça, enkaz arasından ürkek yüzlü
bir zavallı meydana çıkıyordu…”
[adsenseyu1]
Buna rağmen Bulgarlar Edirne’deki halkı etkilemek ve dolayısıyla
mukavemeti kırmak gayesiyle, “İlan-ı Umumî” başlığı altında şu asılsız
beyannameleri uçaklarla atmışlardır: “Bulgarların yani bizim muharebemiz
Müslüman ahalisine değil, belki o gaddar, zalim, merhametsiz, beyinsiz rical-i
devletinize karşıdır. Malûm ola ki, biz de kan dökmeği arzu etmeyiz. İstediğimiz şey,
o para yiyici ricalinizden sizi de kurtarmaktır. Maksadımız Balkan Yarımadası’na
sulh, asayiş, güzel idare idhâl etmektir. Görmüyor musunuz ki devlet hazinesini
soyan memurlar sayesinde Türkiye Devleti ne dereceye geldi? Dört Balkan
komşunuz dört taraftan memleketinizi istila ettiler… Artık Edirne’ye hiçbir yerden
imdat gelemez. Hal böyle iken neye kan dökelim? Bu kanlar kime fayda getirebilir?
Padişahların zevki için mi kan dökülsün?”
Bu beyannameyi takiben Edirne ve çevresi Bulgarlar tarafından büyük
ölçüde tahrip edilmiş, evler yakılmış, su kuyularına domuz eti atılmış, kapılara,
pencerelere, iplere domuz yağı sürülmüştür. On binlerce Türk’ü kimisini
Sarayiçi’nde olduğu gibi aç, susuz bırakarak, kimisini Kayapa köyünde olduğu gibi
diri diri ateşte yakarak, kimisini Meriç, Arda ve Tunca nehirlerinin sularında
boğarak, kuyu içine atarak, süngüleyerek şehit etmişlerdir.
Hatta bu zulmü belgeleyen ve günümüze intikal ettiren Sarayiçi, Söğütlük, Üç Adsız Kahraman,
Kayapa, Küçük Döllük Şehitlikleri mevcuttur. Öte yandan Kayapa köyünün yakınlarında, Çekirge taburundan bir bölük
askerin istirahat ettiği sırada, Bulgarlar askerleri yanıltmak amaçlı namaz borusu
çalmışlardır. Boruyu duyan Türk askerleri, tüfeklerini çattıktan sonra, mevzilerinden
çıkıp, köylülerle birlikte namaza durmuşlardır. Fakat bu esnada, namaz kılanlar
Bulgarların kurdukları üç ayrı pusudan, yaylım ateşe tutularak şehit edilmişlerdir
Halk bu zulümlerin yanı sıra açlık, bulaşıcı hastalık sonucu da hayatını
kaybetmiştir. Bulgarlar halka yiyecek vermeyince, ağaç kabuğu kemirmekten başka
çare bulamayan binlerce Türk kıvranarak ölmüştür. Kıtlık yaşayan halk, süpürge
tohumundan yapılan ekmeği yemek zorunda kalmıştır (Alp, 1987 A: 52). Diğer
bölgeler dışında sadece Edirne’de 225.000’den fazla Müslüman, Bulgar esareti
altında açlıktan hayatını kaybetmiştir (Küçük,1992: 15).
Ayrıca Edirne vilayetinden Dahiliye Nezareti Celilesi’ne gelen, 31 Ağustos
1329 (1913) tarihli şifrede de; Bulgarların, Bulgaristan dahilindeki Müslüman halkı
işkence altına alarak, dinlerine taarruz ettikleri ifade edilmiştir. Bulgarların, Paşmaklı
ve İskeçe arasındaki Palas mevkiinde otuz saatten beri savaştıkları, Karacaali üzerine
yürüyebilecekleri ve oradaki İslamları eskisi gibi mezalim altında ezmeyi
amaçladıkları bildirilmiştir. Yine Edirne civarında iki zavallı Osmanlı neferi Bulgarlar tarafından katledilmiş, başları vücutlarından ayrılmıştır. (Şehbâl, A. 82, 15 Eylül 1329, s.188).
Bu konuyla ilgili Enver Paşa da Edirne’yi anlatırken, Türk askerlerinin
boğazlandığını, Bulgarların gözü önünde hiç şikâyet etmeden öldüğünü ve işte o an intikam almaya yemin ettiğini dile getirmiştir (Kendi Mektuplarında Enver Paşa, 1989: 164). Yani Bulgarlar savaş sırasında ellerine geçirdikleri Osmanlı esirlerine, askerlerine de halka reva gördüklerinden farklı davranmamışlardır. Eski Zağra’da ele
geçirdikleri 3000 Osmanlı esirini gaddarâne bir şekilde katletmişlerdir (A.Halaçoğlu, 2002 A: 311). 1913 yılının Nisanında, Edirne’deki tutsak düşmüş askerlerden yalnız yarısı canlı kalabilmiştir. Harekât halindeyken dahi, Uzunköprü denilen yerden geçerlerken Türk askerlerinin çoğunu katletmişlerdir (Şehbâl, A. 82,15 Eylül 1329, s.189).
Edirne’nin kuşatılmasını ve düşmesi sürecini tümüyle gören Gustave Cirilli
askerlerin başına gelenleri şöyle betimlemiştir :“Uzun kollar halinde tutsaklar
sokaklardan geçiyor, subayları başlarında. Açlıktan yanakları çökmüş, bir deri bir
kemik kalmışlar. Aşağılık hayvanlar gibi yumruk, çizme, dipçik vuruşlarıyla
sürülüyorlar. Onların gömülmemiş cenazelerinden oluşan yığın her gün daha da
yükseliyor, o kadar ki, kentte yaşayanlar için kolera gibi bir sorun doğurmuştur”
(McCarthy, 1998: 158-159). Görülüyor ki, şehit ettikleri Osmanlı askerlerinin sayısı
on binleri aşmıştır. Mesela, Eskizağra’da toplam 15-16 bin, Serez’de tek bir hadisede
10 bin esir Türk askeri öldürülmüştür. Yine Edirne’de Tunca Adası’nda 5 bin esir
askerin tamamı, Sarayiçi’nde 15 bin esir Türk askeri ve 5 bin ahalinin ekserisi açlık,
süngü darbeleri ve kurşunla şehit düşmüşlerdir. Belgelere göre, çeşitli hadiselerde
25-26 bin esir Osmanlı askeri şehit edilmiştir. Fakat bazı yerlerde şehit edilen esir
askerlerin sayısı tespit edilemediği gibi, durumları meçhul olan 11-12 bin asker de
mevcuttur. Böylece, şehit edilen ve akıbeti bilinmeyen esir askerlerin sayısı, en
azından 36-38 bin civarındadır (Alp,1990: 30).
Diğer taraftan 25 köyden oluşan Kirmi nahiyesinde de Bulgarlar evleri
yakmışlar, zulme başlamışlardır. Kaçabilenler kaçmış, kaçamayanlar ise
öldürülmüştür. Yine 15 köyden oluşan Çakal nahiyesinde de eşyalar yağma edilmiş,
ahalisi Gümülcine’ye hicret etmiştir. Ancak yerlerine tekrar dönmeleri sağlanmışsa
da, hocaları, imamları, muhtarları, ileri gelenleri katledildikten sonra, kalanlar zorla
tenassur ettirilmiştir. Tutrakan kasabasında da tüm Türklerin Bulgarların ellerinden
şehit olacağı günü bekledikleri ve her gün birkaç kurban verdikleri haber alınmıştır
(A.Halaçoğlu, 2002 A: 11).
Bulgaristan’da 29 Eylül 1912’de alınan bir mektupta Kızılağaç ilçesine
bağlı Paşalar köyünde evlerin basıldığı, genç kızların toplandığı bildirilmiştir
(Önelçin, 1986: 98-99). Kavala kentinde ise ilk olarak komitacılar gelmiş ve kenti
talan etmişlerdir. Ardından Bulgar ordu birliği gelerek onlara katılmıştır. Türklerden
yaklaşık 200 kişi işgalin ilk günlerinde öldürülmüştür. İngiliz konsolosu Young, Sarı
Şaban köyünde 220 ailelik nüfus içinde 181 Türk öldürüldüğünü söylemiştir. İşte
Kavala’daki olaylar da kanıtlıyor ki, Bulgar düzenli ordusunun askerleri Türklerin
öldürülmesinde başı çekmemiş olabilir (başı çekenler komitacılar olabilir) ise de,
Bulgar hükümeti bu cinayetlerin suç ortağı olmuştur. Müslümanların mahvedilmesini
engellemek yerine gözlemekle yetinmişlerdir (McCarthy, 1998: 168).
Kaynak : http://www.belgeler.com/blg/18zx/balkan-savaslari-nda-turklere-yapilan-bulgar-mezalimi-bulgarian-atrocities-exerted-upon-turkish-community-during-balkan-wars
(Belgenin tamamına yukarıdaki adresten ulaşabilirsiniz. Belge PDF uzantılı dır. Siteye üye olup bilgisayarınıza indirebilirsiniz.)