Mustafa Ö. Osman
G.Dülevo, Kırcali
1954 -1985
Evet, ilke sahibi adamdı Mustafa Ömer. iyi niyetli muhataplarıyla balmumu gibi yumuşaktı, söz konusu onuruysa eğer, çiğnediği dağ kayası gibiydi iradesi, bükülmek bilmezdi. Krumovgrad’daki öğrenciliği sırasında da göstermişti bu özelliğini, asker ocağında da, iş başında da. Yıllardır Momçilgrat Demiryolları yük garında avtokranist olarak çalışıyordu. Çoluk çocuk hepsi şehre taşınmışlar, orada oturuyorlardı. Ne evinde baş ağrıtacak bir sorunu vardı, ne de işinde. Toplumda olup bitenlere üzülüyordu ancak. Asimilasyon kampanyası, aslında başlamış, ırkçılar, her an Momçilgrat’ ı da basabilirlerdi. Basılınca da, kuşkusuz, en evvel önemli yerlerde çalışanlarla başlayacaklardı. Hayır, asla olamazdı. Düne gelince her gittiği yerde, her güvendiği kişiye, muhtemel bir kampanyada, her ne pahasına olursa olsun, adını savunmasını tavsiye eden kişi, önce kendi bulmalıydı kurtuluş çaresini.
Irkçılar, artık şehre dayanmışlardı, ama Mustafa orada yoktu.
Ailece kaybolmuştu ortadan. Sivil milis peşini bırakmıyordu fakat. Gorsko Dülevo’ da, şehirde tüm yakınlarının evlerini arayıp taradıktan sonra izini bularak gitti, ta Razgrat belediyesi, Rakovski köyünde tütüncülük işleyen kardeşi İdris’in evinde yakaladı hepsini. Sonra Razgrat, Momçilgrat, Kırcali milis dairelerinde sorgulara çekildi, adından ve oturduğu, çalıştığı ortamlarda yürüttüğü gizli faaliyetten dolayı akla gelmedik işkencelere tutuldu. Tüm sorguları “Bir şey yapmadım, bir şey bilmiyorum” diyerek tek cümleyle yanıtlıyor, adına sıra gelince ise “Ben Türk’ üm. Adım Mustafa. Bundan büyük ad mı var? Başka adla asla hacet görmüyorum” deyip kesiyordu. Sonra yeniden başlıyordu zorba! .. Altı aya yakın devam etti şovenlere karşı, mert Türk’ün tepkisi.
Ömürlerinde böyle irade görmeyen ırkçılar, deli yerine alarak Sofya sorgu dairesinden Loveç Ruh Hastalıkları hastanesine değiştirdiler Mustafa’yı. Oysa bedeni kırık dökük de olsa, manen sapasağlam, bilincinin yerinde olduğunu kanıtlamak üzere açlık grevine başladı ve tam otuz dokuz gün ağzına bir lokma koymadı.
-Ye oğlum, diye yalvardı anası babasıyla yaptıkları ziyaretlerinden birinde. Ye de, canın gelsin biraz. Gül gibi eşin, iki tane evladın var. Gözleri yollarda, hep seni bekliyorlar …
Mustafa, anasının gözyaşlarını görünce, getirdiği pideden ağzına bir lokma attı, biraz çiğnedi ve sonra yeniden yaşlı kadına dönerek: -Sen bari üzme beni anacığım, diye yalvardı. Ben, adımı, onurumu savunuyorum! Dünyanın en merhametsiz yaratıkları bile benim irademi kıramadı. Rica ederim, daha fazla yalvarma bana.
Sonra mahkeme nedeniyle Mustafa’yı Kırcali il hastanesine değiştirdiler. Ve ruhunun “tedavisine” devam ettiler. Çok geçmedi oradan da acı haberi geldi. Hastane avlusundaki kayın ağacına kendini asarak intihar ettiğini söylediler. Cesedinden evvel de milisler geldiler köye. Onları gören eşi Zeliha sinir krizinde kendini tutamadı ve:
-Ne oldu katiller, cenazeye mi geldiniz? O kadar mı çok seviyordunuz benim eşimi, çocuklarımın babasını? diyerek milislerden birinin üzerine atıldı.
Zeliha’nın isyanı da fayda etmedi fakat. Mustafa, tüm.geleneksel törelerden mahrum, hatta yıkanmadan toprağa verildi … Yüzyılın en sıcak gününde vardım köyüne. Yakınlarından hiç kimseyi bulamadım. Konu-komşularının söylediklerine göre, çil yavruları gibi dağıtılmışlar. Suçlarının izini kapatmak amacıyla milisler, “Büyük Gezi” esnasında bazılarını acilen sınır dışı etmişler, kimileri ise o acınaklı olay yerlerinden uzak kalmayı tercih etmiş, kendiliğinden yurt içine açılmışlar.
Dostu, komşusu ve cenaze merasiminin teşkilatçısı Halil Sadullah’la gittik mezarına. Hep beraber saydık hatırasını. Bu yazdıklarımın bir çoğunu o anlattı mezarının başında. O anlattı ben, hep dinledim, hep düşündüm. Muhatabımın bilmediği, arşivlere verilmemiş, belgelerden alamadığım daha ne kadar sır ve sızı götürdü acaba mert Mustafa ana toprağın bağrına!..
Sunyto Mehmet
05.01.2012/20:50h