Bu yılın soykırım aracı EBOLA… Sık aralıklarla karşı karşıya kaldığımız bu salgınlarda neyin nesi? İddia edildiği gibi ‘gerçek’ bir salgınla mı karşı karşıyayız, yoksa işin içinde başka oyunlar mı var?
Ebola’yı anlamak için çok değil 15 yıl öncesine bakmak yeterli. Önce tavukları hibritleştirip tescil ettiler. Yani özel mülkiyetlerine geçirdiler. Bunların herkese pazarlanabilmesi için yerel türlerin yok edilmesi gerekiyordu. Bunun içinde laboratuarda geliştirilen “kuş gribi” masalı sahneye kondu.
Bu şeytanlığın detaylarını “Deccal Tabakta” eserinde anlatmıştık. Bir tarafta Bush Ailesi’nin şirketleri, diğer tarafta Donald Rumsfeld Tamiflu ilacı ile -hizmetlerinin ödülü olarak iktidardan giderayak- parsayı toplatmıştı.
Doğrusu çok başarılı bir girişimdi ve amacına da ulaştı.
Kuş gribi için Tarım Bakanlığımız üstüne düşen rolü çok güzel oynayıp, yerli ırklarımızı astronot kıyafetli elemanlarına imha ettirmişti.
Dünya pazarları, et tavuklarında Amerika ve Fransız şirketlerinin Ross, Cobb ve Hubbard, yumurta tavuğu olarak ise Hy-Line Brown, Isa Brown, Bowans Brown, Lohman LSL, Hy-Line W-36, Hy-Line W-98, Isa Dekalb White, HN Süper Nick, Red Star, Golden Comet marka hibrit civcivlerce işgal edildi.
Manidardır, ardından “Fransız Şovalyesi” ödülü geldi ilgili zata.
Daha sonra yeni bir laboratuar virüsü olan “Domuz Gribi” tezgâhlandı. Sağlık Bakanlığı henüz onay almamış, dahası henüz üretilmemiş, hatta varlığı bile kamuoyunca bilinmeyen sözde domuz gribi aşılarından sipariş etti tam 48 milyon adet.
Bu işlerde bir domuzluk vardı ve birkaç kişi kamuoyunu uyarmak için büyük mücadele verdik. Ardından tehditler geldi. Üstelik bu tehditler TBMM kürsüsünden yapılıyordu herkesin gözü önünde.
Şükür ki, hem Recep Tayyip Erdoğan, Bakan Akdağ’a “Kimse aşıya zorlanamaz. Ben ve ailem aşı olmayacak. Bana sormadan ‘aşı olacak’ diye adımı vermişsin, hemen düzelt” diye çıkıştı.
Hem de ‘milyonlarca insan domuz gribinden ölecek’ kehanetinde bulunarak paniğe neden olan Dünya Sağlık Örgütü Başkanı Margaret Chan’in domuz gribi aşısı olmayı reddetmesi, sinsi büyünün bütünüyle bozulmasına neden olmuştu.
Kuş gribiyle tavuk türlerini yok ederek soykırımda başarılı olanlar, domuz gribinde ifşa/afişe olmuşlar, bu nedenle insan üzerindeki soykırımda başarılı olamamışlardı.
Bakanlıktan alınan Akdağ, Rockefeller’in Harvard’ına -milletvekilliğinin sona ermesi bile beklenmeden- öğretim üyesi yapıldı.
Dünyanın 225 milyon insandan oluşmasını kurgulamışlardı. Ana mahfillerinde aldıkları kararlar son denemede hedefine ulaşmamıştı. Bu da, iblisin yardımcılarını kızgın boğalara dönüştürüyordu.
Kırmızı görmüş İspanyol boğalarına dönen küresel mafya, bir yandan insan sayısını, diğer yandan da sömüre sömüre bitiremedikleri Afrika’ya dünyanın ilgisini azaltmak istiyorlardı.
Ayağa kalkacak yahut da başkalarının kontrolüne girecek bir Afrika uykularını kaçırıyordu.
Ta 1950’lerde dünya nüfusunu azaltmak için Nüfus Konseyi’ni kuran 2. büyük baron David Rockefeller boş durmaya niyetli değildi.
Dünyada pek az yerde yazılıp çizilse de Rockefeller’den gelecek yeni ölümcül hamleyi Rockefeller Vakfı’nın bir yayınına dayanarak “Şeytan Ye Diyor” kitabında özetle şöyle kaleme almıştık:
“Dünyanın en zengin Siyonist ailelerinden biri olan Rockefeller Ailesi’ne ait Rockefeller Foundation’ın (Rockefeller Vakfı) 1 Haziran 2010’da yayınladığı raporda, pandemi yani sözde salgın hastalık nedeniyle, teknolojinin kullanım alanları şöyle belirlenmiş:
Havalimanları ve diğer kamusal alanlarda, gelişmiş MRI cihazları bulundurulacak. Bu cihazlar sayesinde kalabalık içerisinde ‘anormal davranışlı’ kişiler kolayca tespit edilebilecek.
Bulaşıcı hastalıkların erken tespit edilebilmesi için yeni tarama cihazları geliştirilecek. Özellikle hastaneler ve hapishanelerden çıkan insanlar için bu taramalar zorunlu olacak.
Seyahat engeli -öngörülüyor demek ki- yüzünden, tele-konferans ve iletişim teknolojileri etkin ve ucuz hale getirilecek.
Korumacılık ve ulusal güvenlik endişeleri yüzünden her ulus, bağımsız bir bilişim ağı kuracak. Çin’in kendi geliştirdiği güvenlik duvarı teknolojisini örnek alıp, kendi “duvarlarını” inşa edecekler. ‘www’ parçalı hale gelecek.
Nasıl; senaryo bir bilim kurgu filminin özeti gibi değil mi? Sunulan veriler domuz gribi verilerine göre daha ürkütücü gelmiyor mu?”
EBOLA salgını(!) ile ilgili haberleri takip ediyorsunuzdur. Bu haberlerden sonra Afrika’ya gidesiniz gelir mi? Oralarda yatırım yapabilir misiniz? Peki, uçakta bir Afrikalının yan koltukta oturmasını ister misiniz?
İtiraf edin, hiçbir riski olmadığından yüzde yüz emin olsanız da istemezsiniz. Sizi suçluyor değilim, çünkü bu şeytanî tasarım bilinçaltınıza kazındı.
İçinizden bazıları “ben giderimde, otururumda” diyebilir. Sözle eylem ne kadar örtüşür bilemem ama dünyaya tapan ve ölümden korkan yatırımcılar da sizin gibi düşünebilir mi?
Demek ki tek ölümcül olan EBOLA değil, EBOLA’nın arkasına gizlenen sinsi plan belki daha ölümcül!
EBOLA ya da dün çıkmış ve yarın çıkacak benzer virüslerin, kirli emelleri için laboratuar virüsleri olduğundan asla şüphe duymamak gerek.
Bununla EBOLA türü virüslerin tehlikesiz falan olduğunu söylüyor değiliz. Tehlikeli yani ölümcül olmasa neden servis etsinler ki?
Gerçek amaç, kendi geleceği için tek temiz saha olarak gördüğü Afrika’dan dünyayı uzak tutmak. Bunun için buranın insandan arındırılmış bölge olması gerekiyor. Biraz ırgat/köle kalmasında bir sakınca da yok tabi.
1994’de Ruanda’daki katliamda ya da Afrika’da çıkarılan diğer iç savaşlar da bu aşağılık planların bir parçası. Unutmayın dünyanın en zengin yer altı ve yer üstü kaynakları Afrika’da. Özellikle Ruanda’daki elmaslar, dünyanın en büyük baronuna ait.
Bill Gates Vakfı’nın milyarlarca dolar harcayıp Afrika’daki çocukları kısırlaştırmak için sürdürdüğü aşılama faaliyetleri de cabası…
İyi ama neden amaçlarına tam anlamıyla ulaşamıyorlar? Bu durumda biz susalım şair konuşsun:
Sakın kader deme, kaderin üstünde bir kader vardır!
Ne yapsalar boş, göklerden gelen bir karar vardır!
Gün batsa ne olur, geceyi onaran bir mimar vardır!
Yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır!
Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır!
Bir ara Dilipak yazmıştı köşesinde. İsterseniz oradan iktibasla bitirelim: “Geçen gün bir arkadaştan bir mail aldım. Mesajda diyordu ki: “Sevgili dostum! Teksas Üniversitelerinden birisinde, Ekoloji Profesörü olan Eric R. Pianka, Mart 2006’da Beaumont Üniversitesi, Teksas ta kendisine verilen “Teksas’ın Seçkin Bilimadamı” ödülü programı sırasında, televizyon kamerasını kapattırdıktan sonra, yaptığı konuşmada insanların diğer varlıklardan daha üstün olduğu fikrinin yanlış olduğunu, hatta insanların mikroptan bile üstün olmadığını söyledikten sonra, dünyanın yaşayabilmesi için insanların nüfusunun çok fazla azaltılması gerektiğini belirtmiş. AIDS, savaşlar, açlık vs. gibi şeylerin bu fazla nüfusu azaltamayacağını (en azından kısa sürede) eklemiş ve dünya nüfusunun yüzde 90’nin çok kısa zamanda yok edilmesine yetecek “havadan atılabilecek” EBOLA virüsünün mevcut olduğunu söylemiş ve orada bulunanlarca ayakta alkışlandıktan sonra ödülünü almış.”