osman bulbulOsman BÜLBÜL

Konu:  Totalitarizmi Gömme ve Demokrasiyi Büyütme Süreci Başlıyor.                     

10 Kasım 1989’da Bulgaristan’da Komünist Partisi’nin ve Parti ve Devlet Başkanı Todor Jivkov’un iktidardan devrilmesi tarihsel önemi olan bir olaydı. 1945’te kurulan, devlet yapısı ve etnik, dil, din ve kültürel azınlık topluluklarıyla ilgili izlediği siyaset çizgisi açısından önceki faşizm döneminin devamı olan ama kendisi “halkçı sosyalizm” şeklinde tanıtan komünist, tek partili, diktacı ve totaliter rejimin yıkılmasında Türk-Müslümanların, onların kurduğu örgütlerin rolü ve verdikleri cesur direnişlerin önemi büyük oldu. Bulgaristan’da totalitarizmi devirme şerefi Türk ve Müslümanlarındır.  Bu tarihsel olay ne kadar küçümsense ve tanınmak istemese de olmuştur, yaşıyor ve unutulmayacaktır.

Sürgünlerde, köylerde, toplama kamplarında, hapishanelerde, tutuk evlerinde kalanlar aralarında öz hak ve özgürlükler uğruna örgütlenmeyi başarmış ve 1989 Mayısında başlattıkları ayaklanışlarıyla başkaldıran halkın karşısında silahlı güçlerin, zırhlı polisin, jandarma ve berelilerin zavallılığını, gizli polisin ve binlerce hafiyenin beş para etmediğini ispatlamıştı. Bulgar komünist rejiminin alaşağı edilmesinde Türk Müslümanların rolünü küçümsemek için olağanüstü çaba gösterildi. 500 bin Türk Müslüman sınır dışı edildi. 44 siyasi direniş örgütünün liderleri ve örgütsel omurgası dağıtıldı ve değişik şekilde sıkıştırıldı ve etkisiz hale getirildi. Gizli polis “DS” tarafından şartlandırılan Ahmet Doğan, Rusya gizli istihbaratı emrine verilerek, gizli bir operasyonla Bulgaristanlı Türk Müslümanların başına geçirildi.  Bundan 26 yıl evvel gerçek dava azmiyle yanıp tutuşan kadrolardan arıtılan HÖH – DPS partisi, daha 1878’de başlayan Bulgaristan’ı Osmanlı tarih, yüksek mimar ve din ve medeniyet eserlerinden iz olmayan,  Türksüz, Müslüm ansız, Türk ve Müslüman kimliği olmayan insanların da yaşadığı bir diyar durumuna getirme mücadelesi başlamıştı. 1908’e kadar üsren Prenslik döneminde olduğu gibi, 1908-1944 II. Bulgar Çarlığı döneminde ve 1945 – 1989 totaliter komünizm döneminde bu siyaset devlet eliyle,, devlet terörizmi şeklinde yürütüldü ve gerçekleştirildi.  Bulgar ırkçılığıyla da beslenen bu devlet terörizmi bütün etnik ve dini halk topluluklarına karşı aynı şiddetle uygulanırken büyük sayıda kurban aldı, çok yuva bozuldu, 6 büyük dış kitle göçüne ve ardı arkası kesilmeyen iç göç serüvenleriyle gerçekleştirildi. 1972’de Pomak Müslümanların, 1989’da Türk Müslümanların yığınsan örgütlü isyanları devletin etnik ve din azınlıklarına karşı uyguladığı, isim değiştirme, vaftiz edip din değiştirmeye zorlama, keyfi infaz siyasetine baskı, terör ve zulme başkaldırısıdır.

Toplam ömrü 136 yıl olan yeni Bulgar devleti etnik ayaklanmalar dışında sınıfsal derin kapışmalar da yaşadı. 1918’de saldırı ve talan savaşlarına karşı asker ayaklanma oldu. 1923’te anti-faşist ayaklanma gerçekleşti; 1934’te faşist devlet darbesine karşı başkaldırı oldu. 1940-44’te anti-faşist silahlı partizan hareketi direndi.

Ne ki,  1945-1989 dönemini belirleyen etnik ve dini azınlıkların devlet zulmüne karşı gerçekleşen eritme ve asimile ederek Bulgarlaştırma ve Hıristiyanlaştırma siyasetine karşı arasız mücadele ederken, Müslümanlar 2 defa da ayaklandılar. Ayaklanma siyasi bir kavga doruğudur. Müslüman azınlığın kavgaları Bulgar siyasi ve sosyal yaşamını belirledi. Direniş dalgaların alçalıp yükselirken faşist Çar rejiminde terör uygulayan devlet yapısı ile sosyalist devlet olarak lanse edilen totaliter devletin etnik azınlıklarla ilgili siyasetinin örtüştüğü ortaya çıkarıldı. Bulgar devletinin bunalım dönemlerinde sarıldığı iç siyasetin anti-Türk ve anti-Müslüman özlü olduğu görüldü. Totaliter devlet düzeni dilimizi, dinimizi, özgün kültürümüzü değiştirme yerinde unutturmayı tercih etti, bu unutturmayı HÖH-DPS elitine devretti.  26 yıldan beri okullarımızda ana dil okutulması yasaktır. Sanat, kültür, edebiyat ve tarihimizi öğrenme hamlelerimizin önüne Çin seti gerildi. Camileri insansız bırakmak, şehir hamamlarımızı “kültürel eser” ilan edip işlev dışı bırakma, pazarlarımızı, beze stenlerimizi, kahvelerimizi, muhallebicilerimizi birer birer kapatma, kendi yaşam tarzımızla yaşama çabalarımızı suya düşürülme siyaseti yakamızdan düşmedi.

Biz bunu hep totaliter zihniyetin ayakta kalmasıyla bağladık. 10 Kasım 1989’da Todor Jivkov rejimi yıkıldı.  1992’de Anayasa değiştirildi. Fakat totalitarizm suçlularını, isim değiştirme saldırısında öldürülenlerin katillerini, kültürel etnik soykırım suçlularını sorgulama,  yargılama, cezalandırıp hapse atma yolunda adım atılmadı. Biçimsel değişikliklerle ayakta kalan totalitarizm “Geçiş Dönemi” kılıfı giydi ve “Pazar ekonomisi, serbest rekabet ve demokrasiye geçiş” gibi lakırdılarla halkı balyoz altına çekmeyi başardı. Demokrasi maskesi altında gerçekleştirilen, özgürlükçü demokrasi koşullarında etnik halk topluluklarının dil, din ve özgün kültür ve medeniyet haklarının tanınacağı masalları HÖH –DPS lider ekibi ağızından çıktığı için Türk ve Pomak Müslümanlar inandılar. Umuda kapıldılar ve sinsi çalışan ve tuzak kurma ve polisiyle işlerde tecrübeli olan Ahmet Doğan ve dolayındakiler, insanlarımızı gerçekmiş gibi aldattıkları yalanlarla sem eleyip uyutabildiler ve bu arada, en sinsi, en gaddar planlarını meclisten geçirip yasallaştırmaya ve kendileri için tarih önünde suçsuzdur, hükmü elde etmeye çalıştılar. Bu adımlar arasında, demokratik anayasa hazırlanmasını engellemek, yargı sistemi reformu çabalarını suya düşürmek ve en önemlisi de totalitarizm suçlarını zaman aşımına uğratıp tarih önünde aklayarak, katillere bayram ettirmekti.   Bu yasayı Rus ajanlığı yapan “Ataka” partisi, Moskovacı Sosyalist Parti, askeri istihbaratın meclisteki kadroları vb ile gerçekleştirebildiler ve bu işte komünist kadrolarla dolu ve reform edilmemiş olan Baş Savcılığı da harekete geçirebildiler. Bu son 26 yılın en büyük olaylarından biridir. Komünizm dönemi suçlarının, suçlularının, katillerin elini kolunu sallayarak yaşamaya devam etmesi, ne süt içmiş ne süt dökmüş tavırla böbürlenmeleri, totalitarizmin kadro özünün korunması, 2016 yılında Bulgaristan tarihinin en önemli olayı oldu. Halkın bu haksızlığa başkaldırmasını önlemek için birçok kişi sokakta kurşunlandı, kör kazalara kurban gitti, köyler basılmaya, yaşlılar gece yarısı yataklarında dövülmeye, evler soyulmaya başlandı. Bu korkutma ve sindirme olayları saymakla bitmez.  Ahmet Doğan ve Lütfü Mestan ve yönettikleri her şeye “Evet” diyen milletvekili tayfası, Osmanlı’da “Ermeni soykırımı”  olduğuna “Evet” dediği gibi, totalitarizm yıllarında Türk Müslümanlara, Pomak Müslümanlara ve Çingene kardeşlerimize karşı işlenen cinayetlere, “soya dönüş” trajedisine bile  “Olmamıştır” deyip, katillerin yargılanmasını, halkın adalet karşısında huzur bulması yolunu kesti. Bu olayların ört bas edilmesinde Ahmet Doğan’a bağlı yetişen ve Rus sermayesiyle Bulgar yazılı basının yarısını ele geçiren Daniyel Peevkis basın tekeli kamuoyunu baskı altına aldı. TV 7 gibi gerçeklere parmak basan TV yayınları kapatıldı. Radyo programlarına haber kanalı sansürü uygulandı. Totalitarizmin özüne bakan tüm gözler kör edildi.

Ne var ki, karalanmak istenen olaylar yalnız Türk ve Pomak Müslümanlarla ilgili ve sınırlı değildi. Totaliter Bulgar rejimi büyük sayıda Doğu Avrupa sosyalist ülke vatandaşına da mezar kazmıştı. Yalnız Batı Rodoplar’da Pomak köyleri boyuna gerilen elektrikli sınır setlerinde 134 Alman hürriyet ararken ölüm buldu. Bulgaristan’a tatile gelen binlerce Doğu Alman, Çek, Macar vatandaşı, Leh ve başka milletlerden gençler tutuklanmış, zulüm görmüş, öldürülmüş ya da zindana atılmıştı. Bu zulüm hep totaliter devlet tarafından imzalı kaşeli emirlerle, silahlı kişilerce, devlet makamlarınca, sorgu odalarında yapılan işkencelerle gerçekleşmişti. Kayıplara karışmışların listesi yüzlerce sayfadır.

İşte böyle bir ortamda, Bulgar demokratik toplumu baskıyı yenip başkaldıramazken, Alman Hana Arend Merkezi inisiyatifi ele aldı ve T.C. Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği (BULTÜRK) Başkanı Rafet Ulutürk ile birlikte Sofya’da “Sofya Pres” basın merkezinde bir uluslararası basın toplantısı düzenlediler.

Bulgarlaştırma katilleri nihayet mahkemeye veriyor…

Alman Hana Arend Merkezi, soya dönüş sürecindeki “Bulgarlaştırma uzmanları” emekli generaller Georgi TANEV ve Kostadin KOTSALİEV’i 10`dan fazla kişiyi öldürmeye teşvik ettikleri gerekçesiyle mahkemeye veriyor. Başkent Sofya’daki Bulgar Telegraf Ajansı Basın Merkezinde 22 Ocak 2016 tarihinde düzenlenen toplantı esnasında, Hana Arend Merkezi, Bulgaristan Başsavcısı TSATSAROV’un talebi üzerine komünist döneminde işlenen suçlarda zaman aşımının kaldırılmasına dair Ceza Kanunu’nda yapılacak değişikler hakkında görüşünü açıkladı.

2014 yılının sonbaharı’nda Ceza Kanunun’nda değişiklikler yapılması ve komünist döneminde işnenen suçlarda zaman aşımının kaldırılması taslağının, Korman İSMAİLOV, Tsveta KARAYANCHEVA, Metodi ANDREEV, Djema GROZDANOVA, Dimitar GLAVCHEV, Altimir ADAMOV, Petar SLAVOV, Boris STANİMİROV, Vili İLKOV, Nikola HADJİYSKİ, Georgi GEORGİEV, Martin DİMİTROV, Nayden ZELENOGORSKİ tarafından, Bulgar Halk Meclisi onayına sunularak mutlak bir çoğunlukla kabul edildi. Ancak 22 Aralık 2015 tarihinde Bulgaristan Başsavcısı TSATSAROV Anayasa hakkından yararlanarak ve Anayasa Mahkemesine başvurarak, ülkedeki yabancı düşmanlığı teşvik edebileceği gerekçesiyle değişiklerin iptal edilmesini talep etti.

Sofya’daki toplantı bu girişimi durduran başvuruda bulundu.

Burada dikkati çeken nokta şudur.. Bu toplantıya, başvuruyu imzalamaya Sosyalist Parti (BSP) ve Hak ve Özgürlükler Partisi (HÖH-DPS) partisinden hiçbir temsilcinin gelmemesidir.  Bu toplantıda Bulgaristan Türkler, Pomaklar ve Çingene Müslümanlar BULTÜRK Başkanı Rafet Ulutürk ve komünizme karşı mücadele yıllarında, sürgünde kurulan Demokratik Lig Genel Sekreteri Sabri İskender oldu. Diğer göçmen dernekleri, Hatta “Belene” ölüm kampı mağdurları derneği temsilci göndermediler. Anlatıldığına göre HÖH yönetiminden gelen baskı ve tehditler Sofya’ya yola çıkanları durdurmuş ve basın toplantısına katılıp beyan vermelerine engel olmuştur.

Son gelişmeler Bulgaristan’da HÖH DPS partisinin halk düşmanı, katilleri koruyucu, demokratik dönüşümleri engelleyen ve diğer ilerici ve demokratik güçlerin hürriyetçi demokrasiye doğru yenilenme ve totalitarizmden arınma mücadelesini baltalayıcı çalışmalarını herkese göstermiş bulunuyor.

Gerçekten de Bulgaristanlı Türk Müslümanların anti-totaliter ve anti-komünist hak ve özgürlük hareketlenmesini örgütleyip başlatan ve 1989 Mayıs İsyanı Bayrağını8 yükselten Demokratik Lig partisi idi ve bu davayı bugün sivil toplum kuruluşlarının başını çeken BULTÜRK tarafından yönetilip yönlendirildiğine tanık oluyoruz.  Bulgar toplumunda 1989 Kasımında Todor Jivkov’u devirme onuru olduğu gibi, 26 yıl sonra olsa da,  totalitarizm köklerini çıkarıp yakma şerefi de yine Türklere düşüyor.

Devam edecek.

Reklamlar