Tarih: 29 Temmuz 2018
Yazan Şakır ASLANTAŞ
Konu: Bulgaristan Çingenelerinin çekileri
Konuma girmezden önce ajans haberlerine bir göz atarken, “Faktor bg.” şu haber beni şok etti: “14 boş yer olmasına rağmen, Çingene asıllı çocukların okul kaydı yapılmaz!” Bu okul, Batı Bulgaristan’ın Pirin – Karasu (Struma) bölgesindeki il merkezi, Eskicuma (Blagoevgrad) şehrindeki 9. Okul’dur.
Bu şehirde Çingene çocuklarının gidebileceği ancak devlet okulları var. Onların kapısına “Çingene Çocukları alınmaz!” yazdığına göre bu insancıkların çocukları sokaklarda, gettolarda, mahalle arasında ne yapacak. Hangi Avrupa Birliği (AB) kültürüne, 21. Yüzyılın hangi medeniyetine karışacaklar?
Bizde Çingenelerin isimleri, baba adları, ana adları ve soyadları daha 1962’de değiştirildi. 1879 Tırnova Anayasasında bu vatandaşlar eşit haklı Müslüman vatandaşlardı. Sonra Bulgar Kırallığı vatandaşı oldular. 1948’de sosyalist Bulgaristan’ın eşit halklı vatandaşı oldular. Son 56 yılda adlarını, öz kimliklerini tamamen yitirdiler. Gettolarda konuşulan 300-500 sözlük Çingene lehçesiyle durumu idare etmeye çalışıyorlar. Resmi dil olan Bulgarcayı okulda öğrenmezse nerede öğrenecekler? Okul görmeden nasıl kültürlü olacaklar? Çalmaktan kapmaktan, sokak süpürmekten nasıl kurtulacaklar? Eğer Bulgar ana babalar, öğretmenler, okul müdürleri, faşistle şen kamuoyu Çingene çocuklarını okullara kabul etmek istemiyorsa, AB karşılıksız fonlarından Çingene On Yıllığı, Çingeneleri entegre etmek için gönderilen paralardan gettolara saray gibi okullar, kütüphaneler, kültür köşkleri spor tesisleri kurulmasına engel olan nedir?
Ayrımcılığın bu kadar ileri gideceğini gerçekten düşünememiştim. Avrupa 1942’lere mi dönüyor! Eski kıta sağ kayıyor, Avusturya’da, Almanya’da ve bu arada özellikle Bulgaristan’da siyasi sağcılık aldı yürüdü, “yurtseverlik maskesi” takan aşırı sol ve sağcı partiler, açık saldırgan yöntemlerle iktidara tırmandı ve faşizan bir rejimi köy köy kasaba kasaba, il ve ilçelere yerleştiriyorlar.
Bu gelişmelerin ve tırmanışın ardında 20. Yüzyılda 100 milyon Avrupalının ölümüne neden olan faşist başı Adolf Hitlerin şu fikirleri yatıyor.
Adolf Hitler, KAVGAM, “Zayıfa acımak doğaya ihanettir.” Sayfa 242, Bölüm Irk ve Millet.
“Daha güçlü olanın rolü hükmetmek olmalıdır, daha zayıf olanla kaynaşmak değil. Eğer güçlü olan böyle davranmazsa, kendi büyüklüğünü feda etmiş olur.”
O, istenmeyen azınlıkların enerjisinin, yeteneklerinin, canlılığının, tarihleri olduğu bilincinin, zekâlarının ve dayanıklılıklarının suyunun çekilmesini öneriyor. Bu nasıl olacak? Azınlıklar aç bırakılarak, okul kapıları yüzlerine kapanarak, fabrika kapıları yüzlerine çarparak, topraksız oldukları için, geleneksel zanaatlarının da uygulanması yolları kesilerek, gettolarda eriyerek yok olmaları olanakları yaratılıyor ve onlar bunu kabul etmeye zorlanıyor. Bulgaristan’da 140 yılda Çingene aydın, öncülük edecek elit diasporası oluşamamıştır. Getto kültürü aldı yürüdü ve Bulgar devleti ve kamuoyu bu kültürü boğarak öldürmeye yeltenince de Çingenelerin büyük bir kısmı ülkeyi terk ettiler. Çocuklarıyla birlikte Almanya, Belçika ve İtalya’ya yerleşmeye çalıştılar, Almanlar tarafından terk edilmiş olan semtlere kimseye sormadan, adressiz, kayıtsız yerleştiler, sosyal yardım istediler, çocuklarını okullara yazdırmak isteseler de önlerine hep aşamadıkları duvarlar çıktı. Burada da gruplaştılar, gettolarda yaşamaya kendileri razı oldular.
Aynı eserinin aynı bölümünde “Irkı meydana getiren unsur ırktır” diyen Hitler, “ateş ortadan kaldırılsaydı, yeryüzünü karanlık kaplardı” mantıyla hareket ederken, Yahudilerle birlikte Çingene ırkının da ateşi söndürülmesi gerekenler arasında olduğuna işaret eder. Hangi kökten geldiklerini kendi bilgileri, kazıbilimcileri ve tarihçileri de henüz söyleyemeyen Bulgarlarsa, kah Afgan dağlarının Puştun yaylalarından, kah Altay yaylalarından veya Orta Asya Bozkırından, kah Pers diyarından veya Trakyalıların, Gotların, Keltler’in soyundan olduklarını iddia ededursunlar, “Türk olduklarına dair ard arda kitaplar çıkıyor” ve buna rağmen, saf ırkçıların sapıklığına kapılarak, okul kapılarına “Çingenelerin kaydı yapılmaz!” yazacak kadar ileri gitmeleri çok şey çağrıştırdı.
Avrupa insan düşmanlığının ve soykırımın babası olan Hitler, ari ırk, saf ırklar gibi saçma teorileri kitaplaştırırken, dünya kültürüne ilk günden beri sahip çıkmak için yukarıda işaret ettiğimiz ve 1944’ten 2000 yılına kadar Bulgaristan’da basılması ve satılması yasak olan eserinde, çılgın kafasındaki saçmalığı şöyle ifade etmiştir:
“Eğer insanlık, medeniyeti meydana getiren, medeniyet miraslarını koruyan ve medeniyeti yücelten olmak üzere üçe ayrılsaydı, birinci grubu sadece ari, saf ırklar temsil ederdi. İnsan eliyle meydana getirilen yapıtların temellerini ve diğer büyük işleri söz konusu ari, saf kan ırklar meydana getirmiştir.”
İşte bu temelden güç alan Bulgar faşistleri, saf kan tek uluslu Bulgar devleti ve rejimi yaratma salgınından bugün kendini kurtaramıyor. Olay Türk, çingene dil ve kültürlerini yasaklamakla kalmıyor. Örneğin 21. Yüzyılda Bulgaristan Çingenelerinin ruhunu yeniden biçimlendirip Çingeneleri birbirine kenetleyen özgün “Çalga” müziği her yerde yasaklandı. Gettolardan gelen ”çalga” namelerinin hemen durdurulması için polis baskıları düzenleniyor, tutuklamalar, panayır, düğün ve halk şenlikleri üzerinde coplu baskı devam ediyor. Çingene azınlığı kendi kültüründen bezdirilerek, sındırılarak, korku içinde koparılmaya çalışılıyor. Çingene müziğine radyo ve TV’de yaşam hakkı tanınmıyor.
Kuşkusuz Çingeneler arasından olup yazması okuması olmayan sporcular da çıkıyor. Son yılların dünya ağır sıklet boks yıldızı olan Kubrat Pulev bir Çingenedir. O, bugün ben Bulgar değilim, “ben bir Çingene oğlu Çingeneyim” dese, bir daha ringe çıkamaz. Böyle bir baskı! Ağır siklet serbest güreş şampiyonu, dünya ve Avrupa müsabakalarından 25 altın madalya getiren ve vatanını onurlandıran Lütfi Ahmedov pehlivanın, Bulgar adını kimse bilmediği gibi, Türkiye’ye kovulunca adının anılmadığı gibi. Hitlerin “mazi bizimdir” formülü uygulanıyor. Dahası da var, “adam çok işe yarayan biri olunca korunuyor.” Örneğin Yahudilerin yedi sülalesinin köküne kibrit suyu döken Hitler, Berlin, İstanbul, Ankara, Bağdat, Mekke demiryolu projesini çizen Yahudi Hoffman’ı tutuklatmadı, toplama kampına atmadı, gaz kamarasında yakmadı… “Hayallerin Hamalları” romanını yazan ve Çingenelerimizin tarihsel çekisini anlatan yazar Georgi Paruşev bugün hastana masrafını ödeyemeyecek durumda, ilaçlarını alamıyor…
Biz Bulgar aşırı milliyetçiliğinde Nazilik çıkacağını defalarca önce de yazdık. Nazicilik faşizmin temelidir. İnsanları üstün ve alt ırklara ayırır ve üstün ırk olarak belirlenen ariler dışı ırklara yaşam hakkı tanımaz ve yok etmeyi öngörür. Bu yok etmenin de bin bir yolu vardır. Bu amaçla İkinci Dünya Savaşında 49 toplama kampı kurulmuş, Yahudi ve Çingeneler yakılmış ve öldürülmüştür. 1942 yılında Alman ve Bulgar askerlerince işgal edilen Ege Bölgesi ve Makedonya topraklarından zorla toplanan 20 bin Yahudi ve Çingene Polonya’da kurulan “Treplika” Nazi kampına gönderilmiş ve geri dönen olmamıştır. Bu olayı belgeleştiren yazarlar, nesilden nesle anlatanlar olmasa unutulacaktı. Demek “çingene mazisi” Bulgarlar ve Almanlar tarafından kayıtsız şartsız yok edilmiş olacaktı. Bunun uygulanması için gerekli olan, zaten dinleri olmayan Çingeneleri kör cahil bırakıp, gettolu kaderiyle yok etmektir. Bu çok vahşi bir hikayedir. 1795’ten beri eski kıtada yükseltilen ve dalgalanan slogan “insanların özgür ve eşit olduğu” dur. Ne ki bu azınlıklar için geçerli değildir ve Avrupa’yı yıkacak olan gerçek de budur. Çünkü başkasını ezen ve mezarını kazan, gün gelir aynı mezara kendisi düşer. Şu da bir gerçektir. Mezar taşlarının yıkılıp kırılması, üzerlerindeki isimlerin yontulması ve etnik azınlıkların kabristan sız bırakılarak geçmişlerinin silinmeye çalışılması da, başarılı olmuş bir yöntem değildir. Bu dünyada azınlıkların çoğunluğu yenme kuramı vardır ve yürürlüktedir ve etkisini arttırarak yeni alanlara yayılmaktadır.
- Yüzyılın kara yüzü olan bu gerçekler, ırk ayrımı, ırkçılıkla başlamış, ötekileştirme, göçe zorlama, okulları kapatma, camileri yıkma ve kapılarına kilit vurma, medreseleri yıkma ya da kaderine terk etme, ayrıca 2 700 Türk medrese ve okulunu kapatma ve bakımsız bırakarak, üzerlerinde yol geçirerek yok etme, okullarda Türkçe okutulmasını yasaklama, seçim mitinglerinde Türkçe konuşanlara ceza kesme, camilerde Türkçe konuşmayı yasaklama, 4 yaşında Müslüman çocuklarını anaokullarında domuz etiyle besleme, isim, din, yaşam tarzı, kültür değiştirme şeklinde şiddetlenirken, bugünkü son aşamada Çingene çocuklarının birinci sınıfa yazılması kapılarını kapama aşamasına tırmanmıştır. Bunun tanımı, faşizm döneminde Çar diktatörlüğünde başlayan ve komünist totalitarizmde eline cop ve balyoz alan ırk ayrımı siyaseti tırmanmaya devam etse de mutlaka toslayacaktır.
Bulgaristan’da Çingene anaokulu, okulu, lisesi ve üniversitesi yoktur. Romanya’da ve Macaristan’da bunların hepsi var. Makedonya çingeneleri dahi kendi okullarında okuyor. Demek oluyor ki, Bulgaristan’da yaşayan 2 milyondan fazla Müslüman ve Hıristiyanlaştırılmış Çingene’nin geleceği Avrupa Birliği uygarlığının tamamen dışında bırakılmak isteniyor. Bırakılmıştır. Bırakılıyor. 1962’de ve 1983’te isimleri değiştirilen Çingenelerin Bulgarca öğrenmesi, yaşam koşullarının değiştirilmesi ve gettolardan çıkması, sosyal ve kültürel yaşama katılması, iş bulup çalışması, sosyal sorunlarının çözülmesi için hiçbir şey yapılmamıştır. Yapılmıyor. Son seçimde Çingene oyu fiyatı 70 leva idi. Bu seçimde 80 olabilir, çünkü memnuniyetsizlik arttıkça, sosyal patlamalar kızıştıkça, oy fiyatı da yükseliyor.
Avrupa Birliği’nden Çingeneleri entegre edeceğiz, modernleştireceğiz, hepsini okullara toplayacağız, Çingene entelektüelleri yaratacağız diye milyarca Euro alan Bulgar hükümetleri, ancak 600 Çingene Doktor ve 1000 Çingene Mühendis yetiştirdiler ve onların aracılığıyla cahil, sefil ve sürünen, dilenerek yaşayan Çingene kitlesi baskı altında tutuluyor. Bu kitlenin durumuyla ilgili olarak acıma diye bir şey yok, ne kadar aç ve cahil iseler o kadar bilinçsiz ve güçsüzdürler mantığı egemen olmuştur.
Kuzey Batı Bulgaristan’da yaşayan ve Romanya’da çalışan Çingene ve Ulahlar, idari otonomi ve Bulgaristan’dan kopmak isterken, okullarda Romence okutulmasını istiyorlar, çünkü Montana, Vidin ve Vratsa gibi 3 ilde halkın konuşma dili Çingenecedir, iş dili ise Romence’dir. İdari işlerde, belediyelerde ve mahkemelerde de Romence uygulanınca dil ve kültür, dahası da idari otonomiye geçme kapısı açılıyor.
Bulgar aydınları, Çingeneler Bulgar okullarına kaydedilmediğine göre, yeni okullar kurulmasını ve bu okullarda eğitimin İtalyanca olmasında ısrar ediyorlar. Çünkü Bulgaristanlı Çingene nüfus devamlı İtalya’ya akıyor ve oraya yerleşmeye çalışıyor. İtalyan makamları ise İtalyanca bilmediklerinde İtalyan kültürüne adapte olamayan Çingene kitlesini ülkeden kovmaya çalışıyor.
Devam edecek.
24 Mart seçimlerinden sonra faşistlerin bakanlıklara yerleşmesiyle etnik sorunlar ağırlaşmaya devam ediyor. AB azınlıklara karşı uygulanan baskıya paravan oluyor.
Okuduğunuz için teşekkür ederim.,
Paylaşmayı unutmayınız.
NOT:
Bizde köpek sahibini ısırmaz, sahibine havlamaz.
Biz bunu böyle bilsek de, “köpeksiz köy bulmuş da değneksiz geziyor” atasözümüz, Bulgar TV programlarında Türkiye yorumcusu olarak geçinen, Sofya’nın eski Edirne Başkonsolosu Georgi Dimov, Hak ve Özgürlükler Partisi eski Genel Başkan Yardımcısı Osman Oktay ve “Zaman” Gazetesi Sofya bürosu editörü Mehmet Ömer için yüzde yüz geçerlidir.
Bilindiği üzere 1990 yılından beri Bulgar devleti, ülkede yaşayan Türklerin kafasını Türkiye’yi ters anlatan, kara gören, zamanı dolmuş değer ve bilgilerle tıka basa doldurmaya çalışıyor. Bu işe para akıtılıyor. Sapasağlam yakaladığı bu üç kişiyi hemen hemen her gün konuşturuyor. Çok deneyimli olup sağ görüşü oldukları da bilinen Georgi Kuritarov gibi ünlü gazetecilerin yalnız ve ancak batıl, çöplük olmuş ve günümüzde önem taşımayan görüşlerini ekranda bir daha tekrar etsinler diye yukarıda ismi geçen üçlüyü tekrar tekrar konuk yorumcu olarak stüdyoya davet etmesi dikkat çekiyor.
Söyleşiler Türkçe yapılsa, Bulgar, dillerini yasakladıkları yerli Türkleri uygarlık projelerinin hepsinden tamamen uzaklaştırmak için yalnızca yalan yanlış, çarpık haberlerle ve yorumlarla bilgilendirmeye özen gösteriyor diyeceğim ama yayınlar Bulgar dilinde yapılıyor. Dimov, Oktay ve Ömer yorum yapınca elektronik basın ver defasında kükrüyor, bu adamlar saçma saban konuşuyor, gerçekleri anlatmıyorlar, Türkiye’yi kötülemek siyaset olamaz, gerçekleri konuşmayacaksanız çekilin yorumlarıyla tepki gösteriyorlar.