Filiz SOYTÜRK
Konu: Hikâye ve masallarımızda yaşayan kahramanlıklarımız.
Osmanlı devleti yıkılmıştı. Anadolu’da muhteşem bir Kurtuluş Mücadelesi veriliyordu. Çanakkale yenilgisinin izlerini hâlâ üzerlerinden atamayan Batılılar, yeni bir Osmanlının doğmasından endişeliydi. Bundan dolayı Anadolu insanının Kurtuluş Mücadelesi’ni yakından izliyorlardı. O günlerde birçok yabancı casus, gazeteci sıfatıyla ülkemizi geziyordu.
Bir Fransız casus heyeti de gazeteci sıfatıyla Anadolu köylerini dolaşmaktaydı. Anadolu köylerinin içinde bulunduğu yoksulluğu gördüklerinde için için seviniyorlardı. Köylerde genç erkek namına, bir numune dahi görmemeleri onları umutlandırmıştı. Her taraf dullar ve yetimlerle doluydu. Dalı budağı budanmış bir ağaç gibiydi Anadolu. Sefalet diz boyu idi. İçlerinden birisi yanındakine gülümsedi.
- Türkler bundan sonra bir daha bellerini doğrultamazlar. Tarih bundan sonra Türkleri sahnesinde göremeyecektir.
Yanındaki gazeteci gözlerinin içi parlayarak tasdik etti onu.
Bir zaman sonra gazetecilerin yolu Eskişehir istasyonuna düştü. O zamana kadar gülen bir yüzle karşılaşmamışlardı. İstasyondaki üç çocuk neşeyle oynuyorlardı. Çocukların ayaklarında ayakkabıları yoktu ve üzerlerinde elbise olarak yamalı çuvallar vardı. Çocukların üzerlerindeki çuvalların boyunları ve kol yerleri delinerek elbise şekline getirilmişti. Bütün bunlara rağmen onların neşeyle oynayıp gülmelerine bir anlam veremeyen gazeteci, çocuklardan birine yaklaştı:
- Senin baban nerede?
- Babam, Çanakkale’de vatan için din için şehit oldu.
Çocuk bunu söylerken babasıyla gurur duyduğunu gazetecilere hissettirmişti. Diğer çocuklar da yanlarına gelmişlerdi. Fransız gazeteci, diğer çocuklara da aynı soruyu sordu:
- Ya senin baban?
- Benim babam da Çanakkale’de din için vatan için şehit oldu.
Bu kez üçüncü çocuğa da aynı soruyu yöneltti gazeteci:
- Benim babam da Yemen’de şehit oldu.
- Peki, babalarınız yok, size kim bakıyor.
- Ninemiz, dedi üçü birden.
- Siz kuzen misiniz?
- Evet, emmioğullarıyız.
- Ya dedeniz nerde?
- O da şehit oldu Çanakkale’de.
- Sizin isimlerinizi kim verdi?
- Babalarımız cephedeyken ninelerimiz isimlerimizi değiştirdi.
İstasyonun hemen karşısındaki derme çatma kulübeden ihtiyar bir nine çıkıverdi. Yüzündeki çizgiler, çilenin ve acının her türlüsünü yaşamış olduğunun deliliydi. Yoksulluğu her halinden belli oluyordu. Ama bir o kadar da vakurdu (ağırbaşlıydı) duruşu. Çocuklara seslendi.
- Gazanfer, Muzaffer, Mücahit, yavruların gelin size çorba yaptım, yemeğinizi yiyin!
Anadolu’daki gezisi boyunca neşesini kaybetmeyen gazetecinin yüzü asıldı. Yanındakine döndü:
- Bunlar yoksul, aç, yalınayaklar. Ama isimleri Muzaffer, Gazanfer, Mücahit. Her ne kadar Türkleri bir daha doğrulmamak üzere imha ettiğimizi düşünsek de Anadolu’da bu ruh olduğu müddetçe bu millet yeniden dirilir. Biz bu milletin erkeklerini cephede imha ederken, kadınlarını hesaba katmadık. Bu millet yenilmez bir millet.
Biz Bulgaristanlı Türk Müslümanlarının dedeleri de Çanakkale gazisidir.
Atatürk önderliğinde Türkiye milletini savunurken Türkiye Cumhuriyeti’nin doğuşunu da müjdelemiştir. Anavatanımızın her karışında atalarımızın kanı olması, bizim sonsuz gurur kaymağımız olmaya devam ediyor ve olacaktır. Biz Türk’üz ve yenilmeziz.