Osman BÜLBÜL
Konu: Yani tip toplum belirtileri beliriyor.
Toprağım Nikolay oğlanla tanıştığımdan beri Cumaları iple çekmeye başladım. Bu defa biraz gecikti. Ağustos güneşi yaşlı kemiklerime işlerken, Viyana’dan almak istediğini almakta çok ısrarlı! Gökte damızlık için bulut yok. Dikenli kabukları açmaya zorlayan atkestaneleri yere dökülmek için atıyor. Parktaki en büyük alaca gölgeyi seçtim. Bu parkın her peykesine tekerlekli masayla servis yapılıyor. “Caffee” çadırlarının yakınında oturdum.
Onun sık adımlarla geldiğini gördüm. Kestane gölgesini o da beğenmiş olacak, hemen oturdu.
- Çok mu beklettim? 2 gün sokağa çıkmamıştım, biraz yürüdüm. Beklettiğim için özür dilerim, ilk sözlerini söylerken, biraz nefes nefeseydi.
- Yok yok! Hoş geldin? Nasılsın? Ne var ne yok? Dedim, yüzünde yorgunluk okunuyordu.
- Yeni bir teze başladım. Avrupa’daki yeni nüfus yapılanmasını Zor bir iş! Fakat konu canlı! Nüfus hareketli. Gençler merkez ülkelere toplanırken, yaşlılar eski kıtanın kenar ülkelerinde huzur arıyor. Ortam karışık. Sen ne dersin?
- Türkçe bilsen, sana “Kimisi Hanya’ya, kimisi Konya’ya” derdim. Baksana ben Ağustos’ta Avrupa merkezinden demir kaldıramadım. Tuna Feribotlarından birine atlayıp, Vidin’e kadar su beşiğinde sallanmayı kim istemez? Yazı burada geçirmek istemezdim, ama şuradaki iki köşkün meyve bahçesinden sorumluyum, yaz ve kış armutlarını daldan koparıp mahzenlerdeki çekmeceli sandıklara yumurta gibi dizmek, ilaçlamak, ardından elmaları da aynı şekilde kışa hazırlamak benim işim.
- Beni yanlış anlama, tezimde bu işi somut örneklerle değil sosyolojik bir olay olarak inceleyeceğim. Örneklerim Bulgaristan gerçekliğinden olacağı için, siz bu işte bana yararlı olabilirsiniz, çok deneyimlisiniz… Halen işin başında, teori bölümündeyim. Kitaplar topladım. İnternete girip çıkıyorum. Okuyorum. Kafamda henüz bir sentez süzülmedi. Topladığım bilgiler 10 yıl öncesine ait, yani en az 30–40 yıl önce başlayan süreçleri yansıtıyor. Biz Avrupa Birliği’ne 2007’de girdik. Büyük araştırmalara henüz girmemişiz. Fakat gerçek şu ki, 2 milyon Bulgar bugün Batı Avrupa ülkelerinde yaşayıp çalışıyor. Bu rakkam’a Türkiye’deki 700 bin Bulgaristan vatandaşı dahil değil. Tablonun yarısı siyah ikinci yarısı ise başka bir renk! Demek istediğim, her 2 Bulgaristan vatandaşından biri dış ülkede. Sen bir istisnasın. Çünkü ülkeden çıkanlar gençler, yerinde kalanlar ise, yaşlılar ve çocuklar. Olayı genelleştirirken neden netice mantıyla sonuç çıkarmak kolay olmayacak. Bizim üniversitede düşünme usulü, kullanacağım yöntem çık önemli, sözünü kesmesen aldı kendini gidiyordu…
- Canını sıkan nedir be oğlum? Su yatağını bulur. Görüyorsun benim şu küçük “Neueburg” (Yeni Kale) semtinde can cin kalmadı. Kimse kovalanmadı ya, ama daha serin ya da daha güneşli yerlere kaçtılar. Mevsimlik kaçış. Tez konuna girmeyebilir, ama bu hareketlenmenin ucunda da gelişen bir kalıcı süreç var. Veliko Tırnovo iline yerleşmiş 12 bin İngiliz, Rodoplarda ev alıp keçi bakan İsveçli yaşlılar var. Balkan köylerinde dar çatı, çardaklı terk edilmiş eski ahşap evleri beğenenler doğanın keyfini çıkarmaya kararlı, yaşlı olmaları buna engel değil, AB merkez ülkelerinden aldıkları emeklilikler bizim koşullarda bey gibi yaşamalarına yetip artıyor. Dikkatle dinlerken onu ilgilendiren yaşlı göçü gerekçesinin ne olduğunu öğrenmekti.
- İngilizlerin yalnız bir kısmı bizi seçiyor, dedi ve devam etti: Yunanistan’a dolmuşlar, Almanya’da emekli maaşlarının yükselme temposu hayat pahalılığını kovalayamadığından 268 bin emekli Alman Akneniz sularına bakan kıyılarda yamaçlara konmuş ev arıyor. Yunanistan, İtalya, İspanya tercih ediliyor. Düzenli yaşamı seven yaşlı Almanlar doğal yaşam alanı arıyor. Bu insanlar vatan duygusunu yitirmiş. “Kendimi nerede iyi hissedersem, vatanım orasıdır!” diyorlar. Kredi kartları kabul eden AVM ve mağazalar, hizmet sunan merkezler olması ve siparişlerin kapıda teslimi yeterli. Kahveyi kendileri yapıyor, kültürü de TV’de alıyorlar..
- Sen şimdi, Avrupalı yaşlıların zorunlu yaşam harcamaları daha ucuz kıyı ve koylara, dağ köylerine kayışını doğru mu buluyorsun? Dedim. “Yaşlıların toplandığı yerde hayat biter!” geçti aklımdan, sustum. Senin tezde, önemli olan gruplar yani işsizlikten kaçanlar ile ekmek teknesini Avrupa ülkelerine taşıyanlar mı? Demek istediğim an, sipariş almaya gelen garson bayana o “brauze” dedi. Bu meyve kokulu soğuk gazoz tipi bir içecek. Türkiye’nin “Uludağ” ya da “Niğde” nefis içeceklerini andırıyor, şişesi 0,33 ml’lik “Efes” tipi ve bizdeki gibi, kadehten içiliyor. Ben susamıştım ve “bir şişe su” diyecektim, fakat burada su içmek pek makbul olmadığından, yakında okuduğum ve Napolyon – Osmanlı Sultanları ilişkilerini anlatan bir kitaptan “su” konusunda bir de fıkra çağrıştırdı. Hemen ona da anlattım:
Mısır Savaşı’ndan sonra Barış Anlaşması’nı imzalamak üzere bir araya gelen Osmanlı Padişahı ile Fransız İmparatoru arasında geçmiştir. Napolyon:
- Önce bir şeyler içsek, demiş.
- Ne içelim? Seçtiniz mi, diye sormuş Osmanlı hükümdarı.
- Kanyak olabilir, mesela “Martel” demiş genç İmparator.
- Nasıl içelim, diye hemen eklemiş haşmetli.
- Nasıl olacak, insan gibi, diye cevap vermiş ve şişeye uzanmış İmparator.
- Yoook demiş Sultan, Hayvan gibi içeceksek, içelim.
- Olur mu, sen bir Cihan Sultanı, ben de bir İmparatorum, yakışır mı? demiş Fransa’nın yeni doğan büyük yıldızı.
- Şöyle karşılık vermiş Sultan: İnsanlar içince sarhoş olur. Hayvanlarsa kanınca çekilir.
Onun için hayvanca içelim, buyurun, demiş.
- Çok mu susadın, diye sordu Nikolay ve bir “Algida” dondurması senin susuzluğunu keser kanısındayım derken, Almanca sipariş verdi ve Bulgarca ikramım olsun, dedi. Şöyle devam etti. “Dış ülkelere işe çıkmış 2 milyon Bulgaristan vatandaşı Batı Avrupa ülkelerine şöyle dağılmıştır. İspanya’da 190 bin; Almanya 160 bin; İtalya 120 bin, Yunanistan 80 bin, İngiltere 46 bin ve Birleşim Amerika ile Kanada’da 108 bin vs. Bunlar dışarıdaki ülkelerde çalışanlar da var. En büyük kitle Türkiye’de kuşkusuz! Fakat Bulgar devleti onları vatanlarından koparma siyaseti izlediğinden hesaba bile katmıyor. Göçmen işçiler memleketteki yakınlarına, hele de çocuklarının bakımı için devamlı para göndermeseler, Bulgaristan sözün tam anlamıyla ruhen ve madden çöker.
Her yılda bankalar aracılığı ve “Western Union” ve “Mınigramme” yoluyla 970
Milyon ile 1 milyar 100 milyon Euro arasında havale geliyor. Bu paralar yatırım
amaçlı gönderilmiyor, fakat ülkeye giren en büyük kalemdir. Elektrik, su, yakıt, çöp,
kira veya ev, mal, mülk vb taşınmazlarla ilaç, hastane, araç ergisi, Anaokulu ve özel
okul harcı, kantin, kitap, defter, kalem için harcanıyor. Bulgaristan değirmeni taşıma
su ile dönüyor.
- Türkiye’deki soydaşların havale ettikleri paralar bu miktara dahil mi? diye sordum ve “bilmiyorum” konuyu araştıracağım dedi ve şöyle devam etti: Dışarıda çalışanların, yarısı orada yarısı burada yeni tip toplum belirtileri belirmeye başladı, gurbetteki masraflar git gide artıyor. Batı gurbetçileri yuvalarına döndürmek için elini cebine sokmak istemiyor. Kurulan alt yapı bizden fazla onlar için gerekli gibi. Bulgaristan gibi ülkelerden gelen yabancı işçileri 2 gruba ayırıyorum: Birisinde ihtisası olmayan, tarım işlerinde çalışmaya yatkın, hatta iç seçmeyenler yer alacak, ikinci grup ise sonradan yani 5 yıl önce gelenler. Son grup yüksek öğrenimli, yabancı dil biliyor. Yüksek ruhlu, biraz kendini beğenmiş, başka ülkelerden gelen yabancı işçilerden hele de sığınmacılardan daya üstün ve üretken, ihtisaslı gruplar var. Onlar bulaşık yıkayanlara ya da çilek toplayanlara katılmak istemiyorlar. Doğrudan orta katmana katılmaya hevesliler ve sigortalı iş arıyorlar.
- Ben hangi gruptanım Nikolay? Diye sordum.
- Bir defa, emekli olduğundan dolayı, benim gruplarımın ikisine de girmiyorsun. İki, sigorta kurumuna kayıtlı olduğuna inanmıyorum ve yüzde yüz sen de gördüğün iş için paranı elden alıyorsundur. Siz çok büyük bir grupsunuz. Evlerde hademe, bahçıvan, hastabakıcı, çocuk bakıcı olarak görevliler olarak tanımlamak istiyorum senin dahil olduğun grubu. Sezon işçilerinin bir kısmı da sizin durumunuzda, hele Yunanistan’da tütün ve sebze üretiminde, sebze ve meyve bahçelerinde çalışan çok kalabalık Bulgar gruplar var. Onlar genelde Avrupa Birliği tarım yardım fonlarından alınan paralarla çalıştırılıyorlar. Batı Rodoplar’dan. Rila, Pirin köylerinden koloni oluşturuyor.
- Öyle de, boğaz tokluğuna bu çalışmalar nereye kadar? Genç ailelerin çocukları, daha fazla çocuk parası almak için gurbette doğuyor, gurbette kreşe, anaokuluna veriyor, yabancı bir ülkenin dili, çocuğun anadili gibi bir şey oluyor, aileler kimliklerini yitiriyor, geleneklerinden kopuyorlar, yeni ortama işse alışamadıklarından, iki arada kalıyorlar. Avrupa’da soydan kopma süreçleri yaşanıyor, gibi eklemelerde bulunsan da, onun kafasındaki fikirler artık yapılanmaya başlanmış ve yeni düzenleme kabul etmiyordu. Ben dondurmamı yedim, o da “brauze” sini bitirdi.
– Bunlar başka konular tabii de, şimdiye kadar Sofya’da yaratılan kamuoyunda Türklere “gastarbayter” (konuk işçi) değil “ikinci dereceli kişiler” gözüyle bakılmasında direnenler, şimdi kendileri daha da kötü bir duruma düştüğümüzü algılamak istemiyorlar. Bir defa kopup gidenin bir de dönmemesi var. O zaman Bulgaristan’ın “biz 7 milyonuz istatistiğinde düzeltme yapıp, kala kala 3.5 milyon kalmışız” demesi ve gerçekliği kabul etmesi gerek. Yani yepyeni gerçekçi bir havaya girmesi gerekir. Memleketteki sıkıntı da buradan kaynaklanıyor zaten. Tüm resmi veriler uydurmadır. Son gelişmeler yalnız Türkleri değil, artık Bulgarları da ilgilendiriyor. Bulgar devleti dış ülkelerdeki Bulgar vatandaşları için kesenin ağzını açmak zorunda. Örneğin, İtalya’da, İngiltere’de Bulgar okulları açılıyor. Yerli okullara giden Bulgar öğrencilere birinci anadil olarak Bulgar dili dersiyle birlikte tarih ve coğrafya dersleri de veriliyor. Birçok şehirde kulüp ve okuma yurtları açılıyor ve bunları destek mali olarak destekliyor, ne yazık ki, bunların hiç birine kaydını yaptırmış tek bir Türk Müslüman çocuğu yokken, Bulgaristan’da okuldan kaçan Çingeneler dış ülkelerdeki Bulgarca derslerine giriyor, kulüplerdeki etkinliklere katılıyorlar.
- Nikolay sen bu araştırma tezini, Viyana Üniversitesi’nden başka bir yere de sunacaksısın, diye sordum.
- Bu defa güzel işleyebilirsem Sofya’da da yayınlamak istiyorm, diye cevap verdi ve şunları ilave etti. Senin yardımlarında, Türkiyedeki soydaşlarımızın duru üstüne de benzer araştırmalar yapabiliriz, hele Bulgaristan’daki azınlıkların durumu çok çötü, özel araştırmalar gerekiyor. Gerçekler gizlenerek devlet politikası yapılamaz, dedi ve kalktı.
- Nereye, acelen mi var? dedim
- Üniversite kütüphanesine dergiler sipariş ettim, gidip alayım, diye cevap verdi. Bu konular seni de ilgilendirmeli, gelecek Cumaya bir beyin fırtınasına hazırlan, derken tebessümle yüzüme baktı. Kalktı, ilk adımını atarken karşısında bulduğu garson kıza hesabı ödedi. “Üstü kalsın” dedi. Elimi sıktı. Beni büyük kestanenin alaca gölgesinde sırtımı peykeye dayamış halde bıraktı ve uzaklaştı.