Gerçeği söylemek gerekirse bu Ramazan Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği için de çok gergin geçti. İstanbul / Bayrampaşa ve daha birçok belediyelerde halkla, soydaşlarımızla birlikte iftar açtık, ihtiyacı olanlara erzak dağıttık, istenen her hizmete imkânlarımız dâhilinde koştuk. İlk defa olmak üzere Bulgaristan Kırcaali kentinde büyük bir Müslüman aile topluluğu olarak hep beraber oruç açtık, iftardan sonra meyve sebze ziyafetinde bol bol sohbet ettik, dertleştik.
Bu etkinliklerin bizde bıraktığı izlerde, insanımızın Türkiye’de mi? yoksa Bulgaristan’da mı? yaşadığı hiç önemli değil, artık herkesin dilinde güven verici sözler var. İnsanımız Türklüğüyle, Türkiye Cumhuriyetinin başarılarıyla gurur duyuyor, yeniden belimizi doğrulttuk, birlik olmak nasipmiş, bir asır çileden sonra güçlerimiz birleşti hamdolsun, artık hiç kimse moralimizi bozamaz şeklinde konuşuyor.
Bulgaristan’da yaşayan Türkler de Türkiye Cumhuriyeti’nin başarılarına ilgileri çok büyük!. Son günlerde TV’de Ankara Eskişehir İstanbul hızlı tren yolunun açılışını izlemişler, AK parti Genel Başkanı ve Başbakanı 10 Ağustos’ta yapılacak genel seçimlerde Başkan adayı Recep Tayyip Erdoğan’ın Eskişehir, Tokat ve Biga’da yaptığı hararetli konuşmaları dinlemişler ve aralarında etkilenmeyen yok. Özellikle Kırcaaliden bahsetmesi burada herkesin ağzında.
Üçüncü Boğaz Köprüsü, İstanbul İzmir ana yolu, Boğaz’ın dibini delen tüneller Asya ile Avrupa’yı birbirine sımsıkı ve süratli akan trafikle bağladığı gibi, Trakya’da inşa edilmeye başlanan dev uluslararası uçak terminali ve İstanbul’dan Pekine uzanacak sürat trenlerini düşünmek bile herkese başka dünyalar hayal ettiriyor ve her kez gurur duyuyor.
Son 12 yılda Türkiye baştanbaşa ve derinlemesine değişti.
Anadolu uyandı, dünya devi İstanbul’la kenetlendi. Hamleler Güney Doğu’ya el attı. Ekonomi ve sosyal yapıların, hizmet sektörünün, bayındırlık işlerinin modernleşmesi tüm ülkeyi sarınca, “ayrılık” gibi sözler unutuldu, herkes yeni büyük ölçekli yatırımlara hayat gücü kazandırırken birbirini yüreklendiriyor, daha kolay ilerleme, zenginleşme ve daha rahat ve gönençli yaşama yollarını arıyor. Avrupa’da her ülke birkaç Üniversitesi olan tek ülke Türkiye’dir.
Büyük ölçekli hamlelerle yenileşen Türkiye birçok dış ve iç gücü ürküttü ve korkuttu. Önemle belirtilmesi gerekir ki, Başbakan R.T. Erdoğan’ın yönettiği Ankara hükümeti, Türkiye’de yaşayan Türklerle Osmanlıdan kopan ülkelerdeki Türk ve Müslüman kardeşlerimiz asla birbirinden ayırmıyor. Biz bunu 1989 Büyük Göçünde yaşadık, ana vatanda kendi vatanımızda karşılanır sıcaklıkla karşılandık. Daha önce hiçbir yerde görmediğimiz bir sıcaklıkla karşılandık, yerleştik, tüm devlet kapılarını bizlere açtılar, iş başı yaptık, çocuklarımız okuyor, yaşlılar da huzur içinde gönül rahatıyla gün geçiriyorlar.
Bu Ramazan’da Balkanlara giden TIR dolusu iftarlıklar, yardımlar, oruç açan her Türk ve Müslüman’ın Başbakan ve Başkan adayı Tayyip Erdoğan’a teşekkür edip dua etmesi gönüllere kıvanç ve minnet duyguları doldurdu.
Üsküp ve Bosna’da, Arnavutluk ve Priştina’da aynı anda aynı duyguları birlikte onarılmış camilerde dua ederek yaşamamızdan daha büyük bir mutluluk olabilir mi? Balkanlar’da yeniden kenetlenmemiz, bir yumruğun beş parmağı olmamız, duygularımızın yeni bir enerjiyle şarj olmasına vesile oldu. Bu ortak duyguların ve hislerin özünde, kafalarımızı geri çevirmeden ilerlemeye heveslenme var.
XX. Yüzyılda yollar hep İstanbul ve Anadolu istikametinde doluyken şimdi Balkanların dört bir yanına, Avrupa’ya açılanlar çok daha kalabalık ve heveslidir. 100 yıllık kırılmış lığın yenmiş olmamız ve tarihin çarkını tekrar geri çevirebilmemiz, İslam ve Türklüğü bütün Balkan şehirlerinde yeniden alabildiğine, çarşılarda, medreselerde, camilerde ve hanlarda yaşatma olanağı bulmamız, yepyeni bir esinti yaratıyor.
Eskiden Rumeli Beylerbeyliğinin Başkenti Sofya, daha sonra da Manastır oldu. Sofya’da 72 cami ve mescit, sıra çeşmeler, hamamlar, kaynarcalar, köprüler, medreselerde hayat vardı. Ne kadar camilerden kilise yapılsa, köprüler onarılıp tanınmayacak duruma getirilse, Beylerbeyi Sarayı, Konak, Büyük Cami, Banya Başı Cami vs. açıktır.
İmparatorluğun Başkenti de Bursa’dan Edirne’ye taşındı. Biz dünyanın en büyük imparatorluğunun, Bizans Hıristiyan medeniyet ve adalet anlayışının yerine gelip yerleşen ve 600 yıl hükmeden İslam uygarlığının başkentinin direk etkisi altında yaşamışız. Osmanlı döneminde uyanış çağını Bulgarlarla birlikte yaşadık. Aslında biz Batıya uyanış aydınlığı taşırken aynı topraklarda beraber, komşu ve kardeştik. Batıyı uyandıran bizler olduk.
Tüm Osmanlı topraklarında yaşayanların kaderi, yani bohçası birdir. Biz eskiden birbirimiz için savaştık, şimdi de dayanışmak ve beraber olmak zorundayız.
Osmanlı dev bir derya olduğundan hem inkişafı hem de gerilemeyi çok yavaş ve çok uzun dönemlerde yaşadı. Bu gidiş gelişli yenilenme yıllarında 1839’da Osmanlı Tanzimat Fermanıyla Batı örnekli modernleşmeye kapılarını geriye kadar açtı. İşte o zaman bir yandan Rus İmparatorlukları hem Kafkaslar hem de Balkanlar üzerinden, bir de Roma başta olmak üzere İngiliz ve Fransız emperyalistleri Osmanlının bohçasını dürme planları hazırlayıp ardı arkası kesilmeyen saldırılarına ve sinsi oyunlarına başladılar.
Bu savaşlar 1877-78 Plevne Savaşı, 1912 Balkan Savaşı, 1914 Birinci Dünya Savaşı hep Osmanlı topraklarını daraltmak, Osmanlı bohçasını dürmek ve Osmanlıyı yüz ölçümü olarak parçalayıp bölüşerek küçültmek için yapıldı.
Unutmayalım düşman iki kez Osmanlı surlarına dayandı. 1878’de Rus orduları Yeşil Köy’e çadır kurdu. 1912’de Bulgar askerleri Çatalca’ya dayandı. 1919/20’de İngiliz gemileri İstanbul’a demirlediler. Kuşkusuz bohçamızı bir yandan Avrupa ve Balkanlar’da dürerken, insanlarımızı göçe zorlarken aynı zamanda Asya ve Afrika da da boş durmadılar.
Yemen savaşlarını, Trablus Gar cephesini v.s. unutmayalım.
Üstelik hiç unutmamamız gereken bir yeni büyük yara da şu günlerde barbarca alevlenen Gaze–Filistin saldırısıdır, yüzlerce Müslüman barbarca katlediliyor, evleri yıkılarak, topraklarına el konuluyor. Doğu Türkistan, İrak ve Suriyede yaşayan Türkler aynı kaderi paylaşıyor. Düşman hep aynıdır, saldırı savaşlarını ya bizzat kendisi ya da içimizdeki uşakları yapıyor. Şu noktalara da, çok büyük bir önemle belirtilmesi geren şudur.
Artık yaklaşık 150 yıldan beri düşman gece uykusu uyumuyor.
Son Irak Savaşında ABD orduları Türkiye üzerinden Kürtlere ve Bağdat’ta saldırmak istediğinde, Türkiye geçit vermedi, Kardeşlerini ezdirmedi. Şimdi Suriye savaşında emperyalist-Siyonist güçlerin kiralık askerlerinin 3 yıldan beri Şam’a saldırılarının açtığı yaraları saran, bir milyon savaş kaçağına sığınak, aş, su veren yine Türkiye’dir. Bu gün Doğu Türkistan’a pek yardım edemiyoruz amma onun da zamanı gelecek. Unutmayalım Müslüman dünyasında en büyük kardeş, en cömert kalpler, en hayırsever iktidar ve insanlar Türklerdir. Bunu bu Ramazan’da her gün oruç açarken birlikte yaşadık. Bu açıdan, hem Müslüman olup hem Filistin halkına yardım eli uzatmayan Arapları anlamak sanki anlaşılır gibi değildir.
Bu arada, bohçamızı sarmak, kitabımızı dürmek ve bizi ata topraklarımızdan ebediyen kovmak isteyenleri ilk önce Sakarya Savaşı’nda Büyük Mustafa Kemal Atatürk’ün orduları durdurdu ve yendi, bir daha başkaldıramayacak şekilde geri püskürttü. Şimdi de ikinci Büyük zaferi kutladık. R. Tayyip Erdoğan yönetimindeki Ankara hükümeti tüm borçlarını ödeyerek, Türkiye’nin bağrına bir kene gibi yapışmış olan Uluslararası Para Fonu İMF’yi koparıp attı. Artık 134 milyar US Dolar rezervi olan Türkiye, İMF’ye borç verecek duruma geldi.
Bizim bohçamızı dürmek isteyenlerin bohçası giderek dürülüyor.
Bu büyük başarıları Türkiye halkı Başbakan R.T. Erdoğan’a, onun yönettiği hükümete, AK parti yönetimine borçludur. Biz Dış Türkler ve Bulgaristanlı soydaşlar Tayyip Erdoğan’ın 10 Ağustos günü Türkiye Cumhuriyeti Başkanı seçilmesiyle yeni daha büyük başarılara imza atılacağına inanıyoruz ve bu nedenle oyumuzu Tayyip Erdoğan’a ve onun izlediği ve yönettiği politikaya vereceğiz. Türkiye’nin ikinci Atatürk’ü Erdoğan’dır.