Raziye ÇAKIR

Son yıllarda çevremizde gördüğümüz insan profili, hayatın anlamını keşfetmekten çok, hayatta kalabilmek için koşuyor gibi. Hepimiz, nereye gitse de ardında bir boşluk bırakan, hızla tükenen, koşuşturmacayla geçen bir hayatın içindeyiz. Bizim insanımız, yaşama manyağı olmuş durumda. Nereye baksak, daha fazla kazanma, daha fazla sahip olma, daha fazla tüketme çabası. Ama bir sorum var: Peki bu koşuşturmaca, bu sürekli “daha fazla” peşinde koşma hali, bizlere ne kazandırıyor? Ya da, daha doğru bir ifade ile, ne kaybettiriyor?

Efendiler, Biz İyi Ölüme Hazırlanmak Zorunda Olan Bir Hayatın İçindeyiz

Her geçen gün artan bu yoğun hayat temposu, adeta bizleri yaşamın içinden uzaklaştırıyor. Birçok insan sabahları işine gitmek, akşamları eve dönmek arasında sıkışıp kalmışken, hayatın anlamını aramaya nerede vakit bulacak?
Sonuçta, biz hepimiz, “iyi bir ölüm” için hazırlık yapmaya çalışan, yaşarken ölmeden önce bir arayış içinde olan varlıklarız. Bu döngüde, hepimizin bir gün öleceğini biliyoruz ve bu gerçeği göz ardı edemezsiniz.
Bu yüzden hayatın sonunu bilerek yaşamak, o “iyi ölüm”ü daha anlamlı kılmak adına yaşamanın içindeki her anı değerlendirmek zorundayız. Efendiler, biz aslında iyi ölüme hazırlanmak zorunda olduğumuz bir hayatın içindeyiz.
Eğer gerçekten inanıyorsak, ölüm sadece bir son değil, aynı zamanda bir dönüşüm.
O dönüşüme nasıl hazırlanacağımız ise, aslında ne kadar gerçekten yaşamış olduğumuzla ilgilidir.

Ama bu yaşamın içindeki koşturmacayı, bu yalnızca daha çok para kazanma, daha çok mal mülk edinme, daha çok tüketme çabasını anlamak pek mümkün değil. Çoğu insan, “Yaşamak için yaşarım” diyor. Ama bir bakıyorsunuz, Amerika’da sokakta yaşayan milyonlarca insan var. Onlar da “yaşamak için yaşıyorlar”. Peki, onların yaşamları ne kadar gerçek? Ne kadar dolu? Daha çok kazanmanın, daha çok sahip olmanın insanı mutlu ettiğini kim söyleyebilir?

İnanan ve İnanmayan Arasında Bir Ayrım

Evet, bir kısmımız inanıyor; inananlar için hayat, sadece maddi arayıştan ibaret değil.
Onlar, ölümün de bir anlamı olduğunu, bu dünyada yaşadıkları her anın değerli olduğunu biliyorlar.
İnanç, yaşamın anlamını derinleştiren bir unsur. “İyi ölüm” fikri, inananlar için ölümün yalnızca bir son değil, bir başlangıç olduğunu vurguluyor. Yaşam, ölüme bir hazırlık, bir sınav.
Bu inanç, insanın ruhunu güçlendiriyor, dünyada ne kadar mal edinirse etsin, anlam arayışının hiçbir zaman sonlanmadığını fark ettiriyor. Yaşamak için değil, yaşarken insanlık için bir şeyler yapmak için yaşıyorlar.
Onlar için yaşam bir anlam taşıyor, bir iz bırakmak, bir değer yaratmak.
Bu yüzden, her adımda daha fazla sahip olmaktan ziyade, daha fazla verebilmenin peşindeler.

Ama inanmayana ne demeli? “Yaşamak için yaşarım” diyenler, aslında bir noktada yalnızca kendilerini var etmek, hayatta kalmak için çabalarlar. Bu anlayış, onları bir süre tatmin edebilir; ama sonu yine de yalnızlık ve boşluk olacaktır.
Çünkü yaşam, sadece bedensel varlıkla ölçülmemeli.
Varlık, yalnızca nefes almakla, yediğimiz yemekle, sahip olduğumuz parayla değil, aynı zamanda ruhsal ve manevi derinlikle de değerlendirilmelidir. Yaşamak için yaşarım diyenler de bir gün, yaşamın gerçekten ne olduğunu anlamaya başladıklarında, aradıkları şeyi bulamayacaklar.
Çünkü hayatta kalma çabası, insanı hep bir adım geri iter. Sonunda “ne için” yaşadığını unutur.

Yaşamak İle Yaşamın Anlamını Bulmak Arasındaki Fark

Herkesin içinde bir boşluk var. Çoğumuz bu boşluğu fark etmiyoruz, çünkü hep “yaşamak” uğruna bu boşluğu doldurmanın yollarını arıyoruz. Çalışıyoruz, tüketiyoruz, sürekli bir şeyler peşinde koşuyoruz.
Ama bu boşluk, daha çok para, daha çok tatil ya da daha çok arkadaşla dolmuyor.
Aslında, gerçek yaşam, o boşluğu tanımakla başlar.
Çünkü hayatın anlamı, çok şeye sahip olmakla değil, sahip olduklarımızla ne kadar anlam yaratabildiğimizle ilgilidir.
Bunu bulamayanlar, yaşamak için yaşadıkları her anı yalnızca bir geçiş dönemi olarak göreceklerdir.
Oysa, hayatın gerçek anlamı, her anı değerlendirip, bu dünyada iz bırakabilmekte yatıyor.

Koşuşturma Boşuna mı?

Hepimiz, bu dünyada kendi yolumuzu arıyoruz.
Bir kısmımız “yaşamak için yaşarım” diyerek, sadece hayatta kalmaya çalışıyor; diğer bir kısmımız ise yaşamın anlamını, ruhsal derinliğini ve manevi değerlerini keşfetmek için bir yolculuğa çıkıyor.
Ama bir şey kesin:
Sonunda hepimiz, yaşamanın ne olduğunu ve ne için yaşadığımızı anlayacağız.
Yaşamak, sadece bir hedef değil; bir yolculuk.
Önemli olan, bu yolculukta ne kadar insan kalabildiğimiz ve sonunda ne kadar anlam yaratabildiğimizdir.
Eğer bir gün, daha fazla kazanç için değil, insanlık için yaşadığımızı fark edersek, o zaman gerçekten yaşamış olacağız.
Çünkü hayat, sadece yaşamakla değil, anlamlı bir şekilde yaşamakla değerli.

Reklamlar