Raziye ÇAKIR
Türkiye’deki günlük yaşamı gözlemlerken, modern hayatın bizlere dayattığı hız ve tüketim baskısıyla hep bir boşluk içinde hareket ediyoruz. Her şey hızla değişiyor; insanlar daha çok kazanmak, daha çok sahip olmak ve daha çok tüketmek için koşturuyor. Ancak, bu çılgın yarışa bakarken aklımıza takılan soru şu: Gerçekten yaşamaya mı çalışıyoruz, yoksa hayatı sadece bir geçiş süreci olarak mı algılıyoruz? Bizim insanımız, giderek “yaşama manyağı” olmuşken, derin bir anlam arayışının içinde mi?
Yaşamak İçin Yaşayanlar ve Gerçek Anlamı Arayanlar
“Yaşamak için yaşarım” diyerek hayatta kalmaya çalışan insanlar, aslında bir yanılsamanın içinde dönüp duruyor.
Çoğu zaman bu insanlar, tüketim çılgınlığının peşinden koşarken gerçek yaşamın anlamını kaçırıyorlar.
Para, statü, başarı… Bunlar bir noktada birer araç, ancak araçları hedef haline getiren bir toplumsal düzen, insana yaşamın anlamını unutturuyor. Ve bu insanlar, gerçekten var olduklarını düşündükleri bir hayatın içinde, aslında içsel bir boşlukla karşı karşıya kalıyorlar. Daha fazla kazanmak, daha fazla sahip olmak, daha fazla tüketmek…
Ama sonunda ne oluyor? Tüketim sonsuz olsa da, içsel tatmin asla tamamlanmıyor.
Bununla birlikte, hayatın derin anlamını arayanlar, dünyayı sadece maddi boyutuyla değil, manevi ve ruhsal boyutuyla da keşfetmeye çalışıyorlar. Bu, yaşamın kısa bir süreliğine gelip geçmesinin ötesine geçmek demek. Ölümün ve yaşamın birbirine bağlı olduğu bir bakış açısı geliştirmek, her anı değerli kılmak ve gerçek anlam arayışına girmek…
Eğer inanıyorsanız, yaşamak sadece yaşamak değil; bir sınav, bir olgunlaşma süreci, ruhsal bir yolculuktur.
Efendiler, Biz İyi Ölüme Hazırlanmak Zorunda Olan Bir Hayatın İçindeyiz
Evet, belki de mesele şu: Efendiler, biz aslında iyi ölüme hazırlık yapmak zorunda olduğumuz bir hayatın içindeyiz. Hepimiz bir gün öleceğiz. Bu gerçekle yüzleşmek, yaşamı farklı bir perspektiften anlamamıza neden olabilir.
Bu, ölümün sadece bir son değil, aynı zamanda bir başlangıç olduğu inancını doğurur.
Eğer ölümün kaçınılmaz bir son olduğunu kabul edersek, o zaman yaşamın her anını, sadece bir hedefe varmak için değil, o anı anlamlı kılacak şekilde yaşamalıyız. Belki de gerçek yaşam, bu anlam arayışında gizli.
Yaşamak İçin Yaşarım Dediğinde, Sokakta Yaşayanlar Ne Olacak?
Amerika’da sokakta yaşayan milyonlarca insan var. Onlar da “yaşamak için yaşıyorlar”.
Peki, gerçekten yaşıyorlar mı? Sokaklarda hayatta kalmaya çalışan bu insanlar, aslında bir şeyleri ıskalayan, derin bir boşlukta yaşamaya çalışan insanlar değil mi? Maddi şeyler uğruna her şeyi kaybeden, sonunda “gerçek yaşam”ı unutmuş insanlar. Buradaki mesele, hayatta kalmanın da bir yaşam biçimi olup olmadığı.
Yaşamak, yalnızca bedensel bir varoluşla mı ölçülmeli? Eğer hayatta kalmak, sürekli bir mücadele, bir koşuşturma halindeyse, o zaman insan gerçekten yaşıyor mu? Yoksa sadece varlığını sürdüren bir biyolojik varlık mıdır?
İnanç ve Yaşamın Anlamı
İnanç, burada devreye giriyor. Eğer inanıyorsanız, ölümün de bir anlamı vardır. Yaşamak, sadece dünyevi başarılarla ölçülmez. İnsanlar, ölümün varlığını kabul ederek yaşamlarını daha anlamlı bir hale getirebilirler.
Ama inanmayanlar, “Yaşamak için yaşarım” diyerek, bu dünyada sadece var olmanın peşinden giderler.
Onlar için her şey dünyevi başarı ve tüketimle sınırlıdır. Peki ama bu yaşamın gerçekten bir anlamı var mı?
İnançsız bir dünyada yaşamak, ölümden korkmak ve bu korkuyu sürekli bastırmaya çalışmak anlamına gelir.
Sonuçta ne elde edersiniz? Hızla tüketilen bir yaşam ve sonunda boşluk.
İnançsızlık, hayatın gerçek anlamını bulmanın yolunu kapatır. Çünkü bir şeyin anlamını anlamak için, ona derin bir bağ kurmak gerekir. İnanç, bir insanın hayatını sadece yüzeysel bir şekilde değil, derinlemesine yaşamasına olanak tanır.
Bu, sadece fiziksel varlık olarak hayatta kalmaktan çok daha fazlasıdır.
Yaşamı Gerçekten Yaşamak Ne Demek?
Sonuç olarak, bizler ne için yaşıyoruz? Yaşamak için mi, yoksa yaşamın anlamını bulmak için mi?
Gerçek yaşam, ne bir tüketim yarışıdır ne de her an daha fazla kazanç sağlamaya çalışan bir koşuşturma.
Yaşam, her anı anlamlı kılmakla, her anı bir fırsat olarak değerlendirmekle ilgilidir.
Eğer hayatı sadece hayatta kalmaya yönelik bir mücadele olarak görüyorsak, o zaman ne kadar kazandığımızın, ne kadar sahip olduğumuzun bir önemi yoktur. Çünkü içsel bir tatminsizlikle karşı karşıya kalırız.
Ama eğer yaşamı, manevi bir yolculuk olarak, ölümün de bir başlangıç olduğu bilinciyle yaşıyorsak, o zaman gerçek yaşamı deneyimlemiş oluruz. Çünkü gerçek yaşam, ne bir mücadele ne de bir yarış, sadece bir anlam arayışıdır.
Yaşamak, gerçek anlamını bulabilmek için, derinlemesine sorgulamak, inançlarımızla yüzleşmek ve dünyayı sadece fiziksel değil, manevi bir perspektiften görmekle ilgilidir.
Belki de sorulması gereken en önemli soru şu: “Gerçekten yaşıyor muyuz, yoksa sadece hayatta kalıyor muyuz?”