Tarih: 18 Kasım 2020
10 Kasım 1989’da Todor Jivkov’u Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) Merkez Komitesi Genel Sekreteri ve Bulgaristan Halk Cumhuriyeti (BHC) Devlet Konseyi Başkanı görevinden KİM ALDI (itti, düşürdü, attı) konusu yeniden tartışılmaya açıldı.
Soydaşlar olarak biz ve Bulgaristan’daki müslüman kardeşlerimiz, Bulgarlar da olmak üzere, bu işi TÜKLER’İN becerdiğini bilseler de, gerçeği dile getirmek, kabul etmek ve Türker’e saygıyı arttırmak istemiyorlar. Yaram varsa, ben kendim pansuman ederim, tavrını bozmuyorlar ve bu çok önemli konuda da ülkemizdeki parçalanmışlık devam ediyor, derinleşiyor…
Öte yandan; bu sorun yani otuzbeş yıl iktidarda kalmış, halkına zulüm etmiş, toplumu susturmuş ve ona boyun eğdiren bir diktatörü deviren sosyal gücün toplumun demokratik gelişim kapısını da açması ve yeni süreçleri yönetmesi doğaldır.
Ne var ki, Bulgaristan’da işler öyle olmadı. Bu devirim motoru olan güç , yani biz soydaşlar farklı bir seçim yaptık ve ülkeyi ilk biz terk ettik. İlk diyorum, çünkü bizden sonra vatandaşların yarısı memleketten çıktı ve dış ülkelere yerleşebilenler geri dönmek istemediler ve dönmediler. Biz dönmeyince, onlar da dönmeyince, araba motorsuz, yol kenarına itilmiş kaldı ve yıldan yıla hurdalaştı. Bulgaristan, sosyal ve politik sitemi çöken ve yenisini kuramayan ülkeler sıralamasına girdi.
Ortada çok büyük bir gerçek daha var..
1989’da diktatör Jivkov’u iki koltuktan birden – BKP MK Genel Sekreteri ve Devlet Başkanı koltukları – indiren politik gücün KİMLİK sorunu ortaya çıktı. Çok ilginçtir, 1971 Anayasasında Türk sözü geçmez. 1972’den 1989’a kadar bizim memlekette Müslüman Pomak ve Türk yok yalanını parti ve devlet tellalları dünyaya borazanla duyururken, Müslüman Türkler’in ayaklanarak devlet darbesi gerçekleştirmesini kime anlatsan zor anlar. Ortada yazılmış basılmış “Bulgaristan Müslümanları”nın tarihini anlatan bir kitap da yok.. Gerçek böyleyken, olayı dış ülkelerden birine anlatmak öyle kolay bir iş değildi, çünkü olanların onlar için anlaşılır bir yanı yoktur.
Öte yandan bir de bu sorunun şakası yok.. Ayaklanmayı bir yana bırak, Todor Jivkov hakkında fıkra anlatanların içeri atıldığı bir ülkeydi Bulgaristan. Ayrıca 1942- 1944 yıllarında üstün ırk salgınına tutulan Bulgarlar’ı 1972-1973’te ve 1984-1989 yılları arasında bu ırkçı vürüse yeniden yakalanmışlardı. Üstün ırk olmak Bulgarlarda ülkede yaşayan azınlıkları yani – Türkleri, Pomakları, Romenleri, Gagavuzları, Çerkezler, Tatarları, Ulahları, Makedonları vs – ikinci sınıf insan görerek devletten ötekileştirmek, asimile olmayı kabul etmeyenleri ülkeden kovmak anlamına geliyordu. Son 2 yüzyılda ülkeyi terk eden Gagavuzlar, Moldova’ya yerleştiler ve orada Gagavuz Türkçesi, Rusça ve Moldovca olmak üzere üç dilli bir Otonom Gagavuz Cumhuriyeti kurdular. Yahudiler 1948’de Bulgaristan’ı topluca terk ettiler. Kuzey Batı Bulgaristan’da yaşayan Ulahlar da Romanya’ya geri döndüler. Çerkezler ile Tatarlar 1878’den sonra kafileler halinde Türkiye’ye geçtiler. Memleket toprağından sökülmeyen kökler Pomakların, Türkleri ve Makedonlarındır. Romenleri mahallerden, gettolara söküp en umutsuz yerlere zorla dağıtma süreci devam ediyor. Yanlış milli politika – Bulgarlaştırma siyaseti – izleyen Bulgar Devleti yılların en büyük kötülüğünü kendine yaptı, izole oldu, yalnız kaldı, çorak kaldı..
Soyu kurudu, cinsi tükeniyor!
Jivkov’un etrafı dalkavuklarla dolmuş olsa bile, yaşlılığı da dikkate alınırsa, bazı gerçekleri ona anlayabileceği bir dilde anlatan gizli danışmanları olduğu da yüzde yüz inanıyorum. Zora düşünce ve sıkıştığında savcılığı ve partiyi birleştirip totalitarizm sopasını ele alması da bu görüşü doğruluyor.
1984-1989 yılları arasında Türkler’i eritip Bulgarlaştırma süreci devlet gücüyle yapıldı. 142 yıllık Bulgar Devlet tarihinde bu en önemli olaydır. Çünkü bir soy kırım denemesi olan bu olaydan sonra hatta bu sürecin içinde Todor Jivkov devrildi. Bu olaya kenardan bakanlar için Jivkov’u deviren Tükler ile devrilen parti ve devlet başkanı Jivkov Bulgar toplumunda en önemli rol üslenmiş iki öğe – siyasi güç – olarak ortaya çıkıyor. Devirme olayı ise bu iki siyasi güç arasındaki uzlaşmazlığı – etnik düşmanca çelişkinin – bir sonucudur.
Türker’in işi yavaşlatarak, Bulgar devletine çalışmak istemeyişi kavgaya ekonomik boyut kazandırmıştır. Neticede, dükkânlarda raflar boşalmış, kıtlık başlamış ve devletin dış borçları 12 milyar UD Dolar olmuştur. Borçlar bir adamın bacağına bağlınmış taş gibidir. Borç büyüdükçe taş da büyür, ağırlaşır, taşınmaz olur. Devleti ve toplumu bunalım bataklığının dibine çeker.
Olaya Moskova’dan bakan ve Bulgaristan’ı bir sömürge olarak görenler, 1985’ten sonra Bulgaristan’da parti ve devlet yönetimini değiştirme kararı almıştı. 1989’da Türk Ayaklanmasından sonra, Bulgar parti ve devlet yönetiminin değişmesinin anlamı Todor Jivkov’un elindeki kalın sopayı alıp kendilerinden olan başka birisinin eline verip işe devam etmekten farklı bir anlam taşımıyordu.
Aslında bu sopa bir Rus-Sovyet Sopasıydı. Kimin eline verileceği işi Moskova’nın işiydi. Bu gerçeğin kabı artık soyulmaya başladı ve olay ortaya çıkıyor. Bu olay, Bulgaristan Yakın Tarihini yazma işinde kendini gösterdi.
Günümüz koşullarında sorun şöyle belirdi.
Bulgaristan liseleri 10. sınıf “Tarih ve Medeniyet” ders kitabında, Todor Jivkov’un yerine Moskova’nın seçtiği adamın, BKP MK Politik Büro üyesi ve Bulgaristan Dış İşleri Bakanı Petır Mladenov olduğu ve “darbe” işlerini onun örgütlediği yazıyor.
Basında çıkan yazılarda olaya açıklık getirildi. 1989’un ikinci yarısında, daha doğrusu Bulgaristan Türkeri’nin büyük bir kısmının köylerinden, topraklarından sökülmesinden ve “Büyük Göç” başlatarak Türkiye sınırını geçmesinden sonra Peter Mladenov’un BHC Dış İşleri Bakanı görevinden alındığı yeni yeni ortaya çıktı. Aslında bu kendini ele veren bir olaydı, çünkü aynı dönemde Bulgaristan Türkleri konusunu bir karara bağlamak üzere Kuveyt’te yapılması kararlaştırılan Dış İşleri Bakanları Toplantısına, T.C Dış İşleri Bakanı Mesut Yılmaz gitmiş, BHC Dış İşleri Bakanı Petır Mladenov gitmemiş, Jivkov onun yerine Kültür Bakanı Georgi Yordanov’u göndermişti. Anlaşılan T. Jivkov istihbaratı Bakan Mladenov’un gizli yollardan Moskova ile temas kurması ve olayı anlayan Jivkov’un onu bakan olarak kızağa almasıdır. Demek oluyor ki, Bulgaristan Türkleri 1989 yılında Bulgaristan Dış İşleri Bakanı P. Mladeov’un da görevden alınmasına sebep olmuşlardı k, bu BKP MK Politik Bürosunda bir çatlama meydana geldiğine bir işarettir, çünkü P. Mladenov Politik Büro üyelerinden birisidir.
Bunalımın ekonomik boyutları.
1988 yılında devletin hazinesinde beş para kalmamıştı. Bunalım pençesine düşen Sovyetlerin Gorbaçov yönetimi borç para verecek durumda değildi. Jivkov Almanya / Bavarya Başbakanı Yosev Ştraust’tan 500 000 000 (beş yüz milyon) DM borç istedi. Fakat para gelmedi. Tam o zaman yani Türk Direniş Hareketi’nin Bulgaristan’a deprem yaşattığı günlerde T. Jivkov’un BKP MK Politik Bürosuna bir istifa dilekçesi sunduğu BKP Genel Sekreteri görevinden serbest bırakılmasını istediği, böylece soy kırım denemesi sorumluluğundan kurtulmayı denediği yine şimdi ortaya çıktığı ortaya çıktı. Ne var ki, bu dilekçe kabul edilmemiştir.
Konuya ilişkin bir yorum yazan sosyalist parti (BSP) üst kadrolarından Georgi Pirinski, “Pogled. İnf. bg” yayınında, “1984’ten sonra çok derin bir milli ekonomik ve politik bunalıma düşen Bulgaristan’da, 1989 yılında ana sorunun “ulusal uzlaşmazlık” olduğuna işaret etti. Milli uzlaşmazlığın ardında, Bulgar devleti ile Müslüman Türk nüfus cepheleşmesi ve yüzleşmede Türklerin üstün gelişine vurgu gerek. Türkler, kader yolunu bu defa kendileri seçti. Çareyi milli direnişte buldu. Kurtuluş çizgisi oluşturdu. Birlikte ayaklanma iradesi üstün geldi. Türkiye’ye beraberce göç kararı alındı. Bulgar “kovduk” diye sevinsin, isteseydik hiç birimiz, yerinden kımıldatamazdı. Böyle daha iyi oldu. Kendi düştü ve otuz yıldan beri kalkamıyor. Türkiye’ye ailece, soyca, köyce geldik. Bulgar devleti ne ayaklanmayı ne göçü durdurabildi. Ama inadı inat. Diyalog ortamı oluştu, Bulgaristan Türkeri’ni muhatap almadı. Uzlaşma yolu bulamadı. Dünyadan tamamen tecrit olmular, parasız pulsuz apışmış kaldılar.
Bu şekilde açıklanan bu olayın özünde,1989’da açılan derin yara var. Bugün de kapanmadı. Örneğin “ulusal doktrin”, “milli menfaatler” ve “Anayasa değişikliği” gibi konularda Bulgaristan Türkleri’nin fikri aranmıyor. Varsa yoksa Ahmet Doğan ve Delyan Peevski. Fakat bu iki kişi Bulgaristan Müslüman Türklerini temsil etmiyor. Bu yalnız Türkler’in görüşü değil, Sofya sokak ve meydanları yüz yirmi günden beri “Doğan ve Peevski Mafya!” çığlıklıyla inliyor ve ikisinin de tutuklanıp yargılanması isteniyor. Dolayısıyla Bulgaristan Türklerini ve azınlıklarımızı temsil eden bir politik güce gerek var. Bu gücün oluşması yolu açılmadan Bulgar diyaloğu, Yuvarlak Masası kurulamaz. Türkiye’de 1989 göçünden sonra oluşan bir milyon kişilik Bulgar vatandaşı diaspora var. Onların savunulmayan ve dikkate alınmak istenmeyen menfaatleri de ortadadır.
Bilim adamlarının zavallı duru.
İsim değiştirme ve Müslüman Türkleri asimile ederek kimliklerini tarihe gömme konusunda “derin ve sürekli” gizli-açık çalışmalarıyla anılan, Bulgaristan Bilimler Akademisi’ne bağlı Felsefe Fakültesinde 1971’den sonra 150 feylesof görevliydi. 1963’te Bulgaristan Müslümanlarının geçmişi konusunda bir yalan “roman” yaz görevi alan Anton Donçev, “Ayrılık Zamanı” uydurmasını 1964’te yayınladı. Yayınladı yayınlamasına da, yalan dediğin mezar gibidir. Toprağını doldurmazsan içine düşersin! Bu nedenle mezarı örtmek, taşını dikmek, otunu yolmak ve ara sıra bir Fatiha okuyup ibrikle su vermek gerekir. İşte bu iş için atanmıştı BAN adındaki bilimler akademisine yüz elli filozof. Bunlar Bulgar “filozofu” tabii, tarihi olmayan, öz kültürü olmayan halkların düşünürü olmaz. Bunlar görevli, atanmış kişiler, “iyi yazsan olmaz, kötü yazsan yakışmaz” çerçevesine kapanmış, “düşün düşün işin zordur” kategorisinden “aydınlar.” Bunlardan biri ve en okumuşu olan Prof. Nikolay Gençev “Bulgarlar millet olamadı” yazdı ve bir daha iki yakasını bir yere toplayamadı.
1984’te aralarına katılan Ahmet Doğan, devletin beklediği sorunun cevabını BKP MK İdeolojik Sorunlar Sekreteri Stoyan Mihaylov’a gönderdiği 20 sayfalık bir tezde şu cümleyle verdi: “Türklerin köy ve kasabalarından alınıp Bulgar arasına yerleştirilsinler ve dil, din ve adalet bakımından Türklük içindeki bağları kesilsin ve çözülüp eritilsinler.” demişti. Çok beğendiler ve kendisi hakkında “işte aradığımız düşünür” dediler.
1988’de yalana dayanan tez şıkları tamamen tükenmişti. Jivkov “bana söyleyeceğiniz yeni bir söz yeni bir formülünüz yoksa” gözüm görmesin dağılın demişti. Yüzelli düşünürü birden görevden uzaklaştırdı. Yarıdan fazlası Moskova Sosyal Bilimler Enstitü ve Akademilerinde okumuş bu kişilerin kafası boştu, çünkü tarihte Rus -Sovyet felsefesi diye bir şey yoktu. 20. Yüzyıl felsefesi existentialist (varoluşçuluk) Marksizm bir yoksayıcılık dalı gibi bir şeydi. Bu işi düzeltmek için varoluşçuluğun son babası olan Fransız düşünür Jan-Pol Sartır’ı Moskova’ya davet ettiler. Kendisine Moskova nehri boyunda Akağaçlıklara gömülmüş en güzel yazlık kışlık daça evler gösterilirken “seç birini kal burada” dediler. Bir akşam yemeğinde beşinci votkadan sonra “kal bizde, seni 20. yüzyılın düşünürü ilan edelim ve yakana “Lenin Ödülü” takalım” dediler, yine kabul etmedi. Tabii bizim pisliğe konmayan sinek bizden kovulur. Sartır da kendi uçak biletini kendi aldı ve bir daha dönmemek üzere Moskova’dan ayrıldı.
“Kalsaydı iyi olurdu” şu “soya dönüş meselesine bir kılıf bulurduk” diyenler oldu. J.- P. Sartır felsefesinden iki kavram T. Jivkov’un da çok hoşuna gitmişti. Bunlardan biri “fırlatmak” diğeri de “geçmişi tanımamaktı”. Fransız varoluşçu insanı hayata fırlatılan biri olarak tarif ediyor ve ona anlatılmazsa, örebilme imkânı tanınmazsa tarihini asla öğrenebileceği iddiası vardı. Jivkov karar aldı ve Razgrad’a bağlı “Sevar” köyü inek firmasında yerli hayvan bakıcılar farkına varmadan bir deneme yapılmasını istedi. Yeni doğan buzalar ana sütü emmeden, henüz anası tarafından sevilmeden alınıp ayrılıyor ve demir borulardan yapılmış bir kafes içinde bakılıyor, duvara asılı bir kofaya doldurulan sütü bir emzikten içiyorlardı. Deneme; buzağı anasını bir aydan sonra mı, iki ay sonra mı? …..
Ne zaman aramaz, tanımaz duruma geleceğini tespit etmek için yapılıyordu. Jivkov’un kafasında olan Türk çocukları ailelerinde koparma, Türkçeyi öğrenmeden hayata fırlatma fikri vardı. Türkçeyi öğrenmezlerse Türk yaşam tarzını, ananelerini, kültürünü, dinini, ahlakını da öğrenemeyeceklerini sayıklıyordu.
Bu uygulamadan netice alırsa “soya dönüş” yalanıyla dayatılan terör olaylarında ölü ve yaralıların “yok sayılması” yetim çocuklara dayatılabilirdi.
Bu, Batı’da yazılıp çizilen bir şeydi. Bu umutla Jivkov 1988 yılında Bilimler Akademisine yüz yeni “düşünür” atadı. Onları değişik enstitülere dağıttı. Ne var ki hepsinin vazifesi dökülen kanı silecek, ağlayanları avutacak, ulusal uzlaşma formülü bulmalarıydı.
Devam edecek.
Elinizi yüzünüzü yıkamayı, maske takmayı uygularken fiziksel mesafeyi de unutmayınız.
Paylaşınız.