Tarih: 16 Mayıs 2019
Yazan: Dr. Nedim BİRİNCİ
Konu: “Ben hayatınızı garanti ediyorum ama aç yaşayacaksınız.”

Hain Doğan

Daha ilk görüşte (05 Ocak 1990) Ahmet Doğan’ı Bulgaristan Türklerinden biri  olarak kabul etmedik. Kırca Ali meydanında Türklerle Bulgar milliyetçileri yüz yüze gelmiştik. Onlar isimlerimizi, kimliğimizi, din hak ve özgürlüklerimizin iade edilmesini kabul etmiyorlardı ve ayaklanmışlardı.  Daha doğrusu hepsi birden kudur-muşlardı.

Onların isyanı bir yandan  “hadi siz de gidin de kurtulalım ve taşınmazlarınızın üzerine oturalım” işareti iken, aynı zamanda o ayların salanan yönetimine de “Müslüman Türklere teslim oldunuz, gerelediniz, alacağınız olsun”, yeminiydi. 1990’ın ilk günlerinde Sofya hükümeti Bulgaristan Müslümanları karşısında 3. defa geriliyordu.

Birinci defa:

1913 yalında Pomakların isim ve dinleri değiştirilmişti. Vasi Radoslavov hükumeti (1913-1918) Pomakların haklarını ve kimliğini  iade etmek zorunda kaldı.

İkinci defa:

1934-1944 yılları arasında isimleri ve dinleri değiştirilen Pomakların hakları da 1945’te geri verildi.

Üçüncü defa:

1972-1973 yıllarında Pomakların ve 1984-1989 arasında  Türklerin değiştirilen isimleri ve din hakları da 1989 Aralığının sonunda geri verildi.

Bu bakıma ayaklanan katiller öç alınır diye korkuyor ve hükumete de “bizden hesap sorulursa” ne olacak diyorlardı.

Gözleri kızaranlar hükumet kararının uygulanmasını engellemek istiyorlardı. Kimsenin beklemediği bir anda Türk kitlenin karşısında, kimsenin tanımadığı,  direnişimizi kırmak için gizli özel eğitilmiş bir kişi belirdi.

Hak ve Özgürlük Hareketi (DPS) maskesi bürünmüştü. Türklere propaganda yaparak haklı mücadelemizin yolunu kesmek için gönderilmişti. Birinci cümlesi, “Ben Ahmet Doğan,  04 Ocak 1990’da bir parti kurdum, adı Hak ve Özgürlük Hareketi, Başkanıyım” dedi ve oldu.
Bu, birinci yalandı. Yapmaya çalıştığı propagandasında “isim ve din haklarımızın geri verilmesine” değinmeden, “haklarınızı garanti ediyorum” dedi. Fakat bunu neye karşı yaptığını söylemedi.
Bizden istediklerini öğrenemedik.
Yani “aç yaşayacaksınız”, “bulgar devletinden öteki haklarınızı istemeyeceksiniz”, ben “Bulgar iktidarına aç, haksız ve özgürlüksüz yaşayacağınıza” dair söz verdim, yemin ettim, demeden, bizi yalandırmış kandırmıştı.

Bu ilk görüşmemizin üzerinden neredeyse 30 yıl geçti. İlk karşılaşmamızda, o bizi yalandırmıştı da bizim bu bilince varmamız yıllar aldı. Uzun zulüm, ayaklanma  ve derin acılar bırakan büyük göçten, diktatör T. Jivkov’un devrilmesinden sonra Kırca Ali meydanındaki olay, Bulgar milliyetçilerinin ilk hortlamasıydı. Bu ilk yüzleşmede,  hain A. Doğan’ın düşman ininden yeni çıkmış bir it olduğunu görememiştik. Aslında o, Kırca Ali’de bizi dağıtıp köylerimize yollamak için gönderildiği gece Bulgar milliyetçilere misafir olmuştu. Bizim Direniş ruhumuzu kırma hazırlıklarını birlikte yapmışlardı. Aslında o bir “aracı, aldatıcı, olta çengelinde yem” olduğunu gizlerken,  kendini “iş bitirecek kişi” şeklinde tanıtmıştı. Bulgar medyası fırsatı kaptı ve bir zavallıdan “lider” yaratmak  için kolları sıvadı. Medya, onun “hain” kılığını gizlemek için çok çalıştı. Hayatta hiçbir şey gizli kalmadığı gibi, Doğan gerçek yüzü de git gide gün ışığına çıktı. Maske indiğinde halk karşısında kuyruğunu bacakları arasına sıkıştırmış  bir “it” olduğunu görebildi. 30 yıl önce, biz, Bulgaristan Türkleri, çok bitkindik, çok ezgindik, kan dökmüş ve davamız yarım kaldığından ve müttefik de bulamadığımızdan dolayı olacak, Doğan’ın “değersiz ve terbiyesiz bir kimse” olduğunu, daha kesin bir ifadeyle “bizden biri olmadığını” hemen göremedik. Oysa itlerle ilgi bizim çok anlamlı atasözlerimiz var. Onlardan birinde “it kimin çanağını yalarsa, onun borusunu öttürür.” İt, bir kurt değildir. Kurt aç kalır ama köpekleşmez. Bu adam doğuştan it olup, daha 1990’da köpekleşmişti. Burada hapiste beraberdik diyenlere de sormak gerekir onlar da bu oyunun bir parçası mıydılar… Yani belirsizlikler çoooookkk….

Son 30 yılı özetlersek, Doğan Bulgaristan Türk mahalesine bekçi it olarak düşünülmüştü. Ne ki, o arsızlık etti ve bütün köyün köpeği olmayı üslendi. Ne ki bu toprakları besmele çekerek alan ve yerleşen ve islah edenlerin soyundan biri değildi. Onu adam sayanlar ise, anlaşılan Bulgaristan’ın kafa çekerek yönetilemeyeceğini bilmiyorlardı. Bugün en derin kör kuyunun dibindeyiz. Bu işlerin iplerini çekenler, tarihinde devlet kurmamış ve devlet yönetmemiş, hatta millet bile olamamış “şopar” soyundan olan bir kişinin “kültür” ve “medeniyet” yaratmış, kendi dili, dini, edebiyatı ve sanatı olan  asil soyları “yalana yalan yamayarak” yönetemeyeceğini belki de düşünememişti. 20. Yüzyılın ilk çeyreğinde Bulgaristan tarihinde kayda geçecek olan büyük yanlış budur. Bu yanlışın afı yoktur ve olamaz.

Bulgaristan Türklerinin halk kültüründe benzetmeli düşünme  egemendir.

15 Mayıs 2019’da yalancı başı Doğan “gönlü kırıklardan ve hayal kırıklığına uğramış kardeşlerimizden” “Özür Diliyorum” dediğinde, gülmeyen kalmadı. Kıkırtı devam ediyor. O aslında ben “Bultürk”ün dediğine geldim, demek istedi. Son yazılarımızdan sonra yeniden büzüldü. İnsanoğlunun tüm hücreleri 8 yılda bir değişir. 1990’da – ilk büyük yalanlarını ortaya koymasından sonra – Doğan’ın ayak tırnağından saçının son teline kadar bütün hücreleri 4 defa değişmiştir. O zaman belki de % 30-40 yalancı olan, çekinen, ilk anda maskem indirilir, iç yüzüm görülür korkusuyla yaşayan ve içki içmeyenlerle masaya oturmayan, 5 rakı taşıyamayanlarla “dostluk” kurmayan, gözüne kestirdiğinden kurtulurken artık iyice sapıttı ve  kaşarlandı. “Yalanlar tuttu!” “Türkleri aldattık, kandırdık, artık baş kaldıramazlar, tarihlerini ve kimliklerini kendiliğinden unutacaklar ve yok olacaklar” fikrine varıp zavalı varna “şoparı” mükafatlandırırken “denizde köşk” ve “Sofya’da güya “saray” olan bir  yere kapandı. Onun bir esir olduğunu herkes görüyor. Ne yazık ki, 1300 yıllı dolduran Bulgar tarihinde ilk “altın kafes mahkümü” o oldu. Halkımızın nefretini toplamasaydı, belki de özgürlüğü uğruna halk hareketi örgütlenebilirdi. Artık DPS bile durumuna alay ediyor. İktidar hevesli politikacıların 26 Mayıs seçimleri arifesinde “Ver Allah da kurtulalım şu itten!” ruhunda birikim topluyor.

Bu zavallı tipi biçimlendirip kurup sahneye çıkaranlar henüz bizimle yaşayan insanlardan birileri ya da ötekiler olduğundan ve  5-6 yıldam beri birkaç kişi dışında hiç kimse ile temas kurup dostça sohbet etmemiş olan Doğan hakkında o kör kuyu dibindeki gerçekleri öğrenebilmemiz için henüz erken olduğu fikrindeyim. Aslına bakılırsa, biz Türkler tozlu tarih belgelerini karıştırıp gerçekleri tozun içinden satır aralarından süzen bir millet değiliz. Şahsen ben, büyük kütüphanelerin, cumhurbaşkanlığı, başbakanlık, İç İşleri Bakanlığı veya İç ve Dış İstihbarat arşivlerine dalmış ve günlerce kendini kaptırmış bir Türk Bilim Adamı fotoğrafı göremedim. Bu sene KGB – Bulgaristan arşivi açılacakmış, oraya ilgi olur sanıyorum.

Biz bize benzeriz” ya da “Bizim çakal bize benzer” derken, anlamında elimizden yemek yedi, su içti, oruç tuttu, iftar etti, bayramda elimizi, alnımızı öptü, hediyesini aldı, başını sıvazladık demek isteriz ki, insanı yaratan aile ve toplumdur gerçeğinden çıkarsak, savunduğumuz sonuçlar doğurudur. Doğrudur da, geleneklerimizde erkeğin mutfakta yeri yoktur. Biz eşimizin hazırladığı yemeklerin, ağzımıza uzatılan ahşap kaşıkla ancak tadına bakarız. Adettendir, hatır kırmamak için hep “çok güzel olmuş, eline sağlık” deriz. Arkamızdan yemek sulandırılsa, tuzuna tuz katılsa, lezzeti  üzerinde kara biber değirmeni birkaç defa daha çevrilse hemen sezeriz ama değişikliği görmezden geliriz.

Doğan’la yapılan da budur. Türk köyünde doğmuştur. Adına da Ahmet denmiştir. Fakat ailesinde onun kafasına Ahmet’in taşıdığı anlama Türk kimliği katık edilmemiştir. İlk 7 yılı koyun beşinde geçmiş ve onun koyun güdebildiğini görenler, ona başka koyunları güttürmek için kendisine  sahip çıkmışlardır. “Başka sürü” olarak ise Bulgaristan Türkleri düşünülmüştür. O çoban olarak yetiştirilirken, koyunlar koyun olduklarına pişman edilecek, onlara kuyruk kokusunca yürüme unutturulacak, çobanın gözüne bakmaları zorunlu kılınacaktı.  Uygulanacak olan formülde, “koyanların hayatı gatanti edilecekti, ama aç yaşayacaklardı.” Aç yaşamaya alışamayanlardan 1 milyon kardeşimiz bugün T.C.’de yaşıyor, 2 milyon kişi de diğer ülkelere ekonomik sıkıntı ve geçimsizlik maduru gurbetçi olarak sürünmeye çalışıyor. 30 yılda Doğan yönetim örneğiyle elde edilen sonuç budur. Parçalandık. Umutlarımız söndü.  Bulgaristan vatandaşlarından % 80’i “debil” – (işe yaramaz), % 40’ı harfleri bilir ama okuduğunu anlamaz, Avrupa Birliği ülkeleri sefillik çizgisinin altında yoksulluktan kıvranan, çekilere dayanmaya çalışan, öz kültürünü unutmuş, yarını düşünmeyen bir kalabalık meydana getirilebilmiştir. Yok olmayacağız diye bağırırken eriyenlerin acısını görmek acı veriyor.

Bu durumda Doğan kimden ve neden ÖZÜR diliyor! Halkımıza “ölmedinize şükredin!” mı demek istiyor!

İnsanlarımız 70 yıldan beri okul göremeyince cahil kaldılar. Herkes resim çekiyor. Fotoğraflar konuşuyor. Son yıllarda, Bulgaristan Türkleri hayatını fotoğraflarla yorumlayarak anlatan bir roman bekledim, gelmedi. Fakat  özel albümümde, çok değer verdiğim,  koruduğum birkaç fotograf var. Bunlardan biri 2002 ylında Sofya’da çekilmiş. Karede: KGB eski şefi,  Rusya Federasyonu Başkanı N. Primakov, diktatör T. Jivkov’un kızı J. Jivkova, Bulgaristan Türklerinin çobanı A. Doğan ve ikinci planda, Primakov’un tam ardında Delyan Peevski. Primakov öldü. J. Jivkov’a evine çekildi. Doğan koyunların başında kalmak için çırpınıyor, sürüye tuz gösteriyor, aç, cahil, çaresiz ve sefil bıraktıklarından özür diliyor… Anlaşılan aldatacak adam kalmadı.  Büyük bir gerçek! Son 30 yılda koyunlarımız tuz tadını unutmuşlar. Sahneye yeni bir “baş çoban” çıkıyor. Peevski para saçıyor. Paralar yere düşüyor, insanlar para toplamak için bükülüyor. Peevski, “ bakın bana selam veriyorlar, bana olan saygılarını eğilerek, ayağıma kapanarak ifade ediyorlar” diye yaygara yapıyor. Ruslar, Doğan’ın yerine Peevski’yi öne sürüyor. Özür dilemelerin anlamı bu! “Yeyin yiyebildiğiniz kadar” ama eski hesapları, borçları, Türklük davasını, okul-cami işlerini, emekli maaşlarına zam gibi şeyleri  unutun, verin oyunuzu, bitirelim bu işi diyor…

Son yazımda zaman  helalleşme günüdür dedim. Zaman  hepsini birden tekmeleme ve başımızdan savma günüdür. Özür kabul edemeyiz. Bulgar, açtı, kapalı tarih kuyusunun kapağını, içinden çıkardığı taşları konuşturuyor. İsin -pasın, ağaçların köklerinin altından KAYIP BİR BULGARİSTAN çıkıyor. Bu tarihin içinde biz de varız. Bulgarların devlet kurma davasında biz de onlar kadar kurban verdik. Bulgar tarihçileri alışmışlar gerçeğin yalan yanını anlatmaya çalışırken, gerçeklere güneş vurmasından körleştiler. 1 200 Tarihçi stop etmiş. Kafalarının içinde viraj alamıyorlar. Komünisten anti-komünist olmak zor. Yalanlar arasından inci arayan bir tarihçiden, bir öğretmenden doğruları anlatan biri yetiştirmek imkansız. 30 yılda gerçekçi bir tarih kitabı yazılmadı. Kalemiyle kazanlar araştırmacı gazeteciler. Zulmüm motoru Bulgaristan Komübist Partisi, Bulgar savcılığı, İç İşleri Bakanşlığı ve gizli servis (DS) arşivlerine girmişler orada sabahlıyorlar. Kayıplara karışmış insanların torunlarının torunlarıyla görüşüyorlar. Sofya’dan sonra Stara Zagora (Eski Zara), Yambol, Sliven, Veliko Tırnovo, GornaOryahovitsa ve bazı başka illerde gizli servis (DS) izleri olan kayıp şahısları önemli olayları gün ışığına çıkarmışlar.  Monarşi-faşist dönemden 1944’te sovyet istilasına geçerken kaybolan ulusun aydın ve öncü kesimini arşivde bulmuşlar. 658 doktor ve hemşire öldürülmüş. T. Jivkov Sofya komendantı iken, her gün 5 kamyon insan öldürülmesini emretmiş. 1945’ten “Halk Mahkemesi” kuruluncaya kadar  27 – 30 bin kişi öldürülmüş. Sonra bizim başımıza gelenleri biliyorsunuz. Binlerce kişi yargısız, sorgusuz zulüm gördü, içeri düştü, sürüldü. Bunlara mahkemelerde yalan şaitlik yapanlar kendiler utansınlar. Bu katliamların, bu kitle imha planlarının içinde, bugün de aramızda yaşayan, dönek kimlikli kişiler var. Onlar dün din adamı, başka bir gün ateist komünist, sonra yıne din amadı, danışman ve her defasında hain durumunda olan şahıslardır. Bu kişiler olmasaydı Ahmet Doğan tipi Türkler arasında tutunamazdı. Temelinde hep cahillik, üstün olma hırsı ve ezme hevesi olanlardan yararlanıldı.  Bu yılların yaraları sarılmamış, sızıları devam etmekte ve her gün yenileri belirmektedir. Bu bize karşı açılmış ve 30 yıldan beri devam eden psişik bir saldırı savaşıdır. Bulgaristan’da bu iğrençliğin ardındakiler hep aynı insanlardır.  Anıların yok edilmesi, toplum üzerinde ağır psikolojik baskı yarattı. Yalan bir dinyada yaşamaya zorlandık ve zorlanıyoruz.  Bu bir kuyudur, ağazı kapalıdır. Bu bir intikamdır. Kukusu mutlaka  çıkar. İşte artık çıkıyor. Doğan bu iğrencliğin bekçisiydi. Anılar uyanıyor, dünya değişiyor. Bu iş af dilemekle olmaz, olmayacaktır.

Çok derin anlatılmamış, üstü kapalı bir geçmiş, esir almıştır bizi. Tehlike büyüktür. Bulgaristan halkı gerçek liderini, öncülerini çıkaramaz, ezilip gider duruma getirilmişti.  İki ölüm yok. Halk uyanıyor. Geçmişin hapsedildiği kuyuların kapakları açılıyor. Eski kafa sahte “liderlere” bundan böyle hayat hakkı yok. Bizi yönetemezler. Bulgaristan Türklerinin Hak ve Özgürlük davası Peevski gibi kalın enseli-polis-uşak tiplere veya Tsonev  gibi kumar masası ebelerine devredilemez. Partinin dağılıp yeniden toparlanma zamanı kapıdadır.

Biz hiçbir kimseden hayatımızı garanti altına almasını istemedik ve  istemiyoruz.

Biz kendi başımızın çağresine kendimiz bakarız.

Doğan kör cahil bıraktığı 20. Asır çocuklarımıza iyilik yapmak istiyorsa, Burgaz ilindeki “Deniz Köşkünü” Bulgaristan Türkleri Öğretmenler Derneği Vakfına devretsin ve çocuklarımız orada kamp yapsın ve Türk dili, Bulgaristan Türkleri Kültürünü, ahlak, adalet, sanat  öğrensinler.  Bu kadar kötülükten sonra biraz da hayırı dokunmuş olur.

Bizim kimseye ihtiyacımız yok.

Atalarımız nice  güçlüklerle baş etmiş.

Biz her zaman kurt kalmışız ve asla it olmayız.

Okuduğunuz için sağ olun.

Paylaşanlara teşekkürler.

İyi Ramazanlar.

Reklamlar