Renginar GÜLER
17 Nisan 2020
Biz ezilirken sertleşen bir milletiz. En büyük özelliğimiz de içimizde topladığımız birikimle güçlü olmamızda. Bilmem siz de öyle misiniz, tüm geçmişimiz kitaplarda değil, bilincimizde, belleğimizde, duyurularımızda yaşamıyor mu? Yaşıyor tabii…
Bugün Deliorman Albümünde Nazım Hikmetle dünya ve olimpiyat şampiyonu Lütfi Ahmet’in Razgrad’a bağlı Ayva altı (Podayva) köyünde iki taş üstüne konmuş bir tahtaya oturmuş sohbet ettiği fotoğrafı gördüm. Umut dolu dev gözler.
Ardından milletvekilimiz Erol Mehmet’in doğum gününü kutladım.
“Biraz daha sabır,
biraz daha inat.
Kapının arkasında bekleyen
ölüm değil, hayat.”
Nazım Hikmet
Ve sıra dışı oluşumuz. İnanılmaz güzelliklerimiz. Geçmiş dolu oluşumuz. Toplum beyninde iz bırakan isimlerimiz geldi aklımdan. Bulgaristan’da doğmuş olduğum için kendimi şanslı hissediyorum.
Kaynayan bir toplum. Bilmem inanacak mısınız ama paylaşıyorum. Bu sabah Bulgaristan’ın TV-ası, 5-6 dil bilen gazetecisi Kuritarov, 5 dakikalık konuşmasında, kaynayan tencereden çıkan bir et parçası gibi çöpe düştü. Biliyor musunuz ne dedi? “Boyko Borisov Bulgaristan’da yaşayanları yönetmek için Tanrı tarafından gönderildi!”
Her şeyi beklerdim ama bunu beklemezdim. Besbelli cebine para salıp konuşturuyorlar. Tarihte bu sıralama din adamları, asilzadeler, Ordulular ve başkaları için çalışanlar hiyerarşik sıralamasına tabiiydi.
Hatta şu devlet işlerinde dünya tarihinde ilk kitabı yazan Platon “Devlet” inde, Hükümdarlar, koruyanlar – ordu ve polis – ile en altta da başkalarını bezlemek ve toplumu ayakta tutmak için çalışanlar, demişti.
Tanrı tarafından gönderilen hükümdarlar asırlar sonra gelmişti. 1989 Fransız Devrimi, tanrı tarafından gönderilen Krallardan biri olan XVI. Lui’nin kellesinin giyotinde kaymasıyla bu devri kapatmıştı. İş hayatına bir itfaiyecinin oğlu olarak başlayan ve sonra diktatör Todor Jivkov’un yakın korumalığına terfi eden, Türklerin isimlerinin değiştirilmesi zulmünde ayaklanma merkezlerimizden Akkadınlar (Dulovo) ve Bohçalar (Kaolinovo) bölgesinde özel tabur yönetmiştir.
1984-1990 yılları arasında Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) üyesi ve gizli serviste “Buda” ajan adıyla görev almıştır.
2001 – 2006 yılları arasında eski Çar II. Simeyon partisi olan (NDSV) üyesi olarak, Moskova’dan Sovyetler Birliği Komünist Partisi (SBKP) Genel Sekreteri Zağanos’tan BG Cumhurbaşkanı G. Pırvanov’a gelen bir telgraftan sonra Albay rütbesine terfi ettirilmiş ve İç İşleri Bakanlığı (MVR) Genel Sekreteri görevine atanmıştır. 2006’da kurulan (GERB) partisi başına geçen Borisov 2009 yılından beri Bulgaristan Başbakanıdır. Günümüz Bulgaristan’ı AB’nin en fakir, en cahil ve en geri kalmış ülkesi olup genel iradesi olmayan, manevi olarak politik parçalanmışlık dışında, ülke nüfusunun yarısını oluşturan etnik azınlıklar da zor nefes almaktadır.
Gazeteci Kuritarov’un “Tanrı tarafından gönderilen hükümdar” sözleriyle süslenen durumu şöyle okuyabilir miyiz? Bir aydan beri uygulanan olağanüstü durum kaldırılsa B. Borisov hükümeti anında düşebilir. Romen-Millet mahallerinde yedenler tükenmiş. Okula giden çocuklar için Romen ana-babalara verilen yardımlar bu ay ödenmemiş. Sofya, Plovdiv, Burgas ve Varna’da ve başka kentlerde temizlik işlerinde görevli Romenler işten çıkarılmış. İşverenlere verilen asgari ücretin % 60’nı alma şansı da böylece buharlaşmış, yardım gönderen yok. Sıkı abluka altına alınan aç ve susuz taban kitle 17 Nisan 2020 tarihinde “Tanrı tarafından gönderilen” Başbakan Borisov hükümetinin gitmesi için ilk Ayaklanmayı yaşadı. “Hükümet İstifa” dalgası güç toplamaya başladı.
İkinci soru. Borisov hükümeti nasıl değişebilir?
Bu hükümet ABD ve Almanya ittifakıyla 2009’da işbaşına getirildi. 1944-1989 döneminde ülkeyi yöneten totaliter komünist zihniyetin devamıdır. Son 11 senede tek başına iktidar olamadı. Şu an ırkçı faşist ideoloji ve milliyetçi mayalı olup hükümet ortağı olan Makedon İç Devrim Partisi (VMRO) ve Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Cephe (NFSB) ortaklığında görev yapmaktadır. Durum şöyle ki, Almanya’da Angela Merkel yönetiminde iktidarda bulunan Hristiyan ve Sosyal Demokratlar VMRO – faşistlerinin Sofya hükümetinde yer almasına iyi gözle bakmadıkları gibi, parti başkanı ve başbakan yardımcısı ve Savunma Bakanı Krasimir Karakaçanov ile Parti Başkan Yardımcısı ve Avrupa Parlamentosu milletvekili Angel Cambazki’nin görevlerinde kalmasından hoşnut olmadıklarını gizlemiyorlar.
Şu iyi bilinmelidir ki, Sofya hükümetindeki GERB partisi ile muhalefette olan ama son yerel seçimde Sofya kentinde 8 belediye başkanlığını ele geçiren “Demokratik Bulgaristan” ortaklığının “Güçlü Bulgaristan” kanadının akıl hocalığını yapan Alman Konrad Adenauer Vakfıdır, arkalarında duran temel mali kaynağı sağladığı da iyi bilinir.
Ne var ki, bu ortaklığın gerçekleşmesine doğru atılacak adımlara engeller var ki, henüz yakınlaşma gözlenmiyor.
Olağanüstü durumun ikinci aşamasında en az 800 bin kişinin barınmaya çalıştığı ve yeni koşullarda işe gidemeyen ve gelirleri tamamen azalan bu taban kitle bütün memleketi sarsacak ve isteklerini Brüksel’e iletecek adımlar atabilecek mi?
Bulgaristan’da sivil toplum hareketi, hükümet dışı örgütlenme, kolektif hak sayıldığından dolayı, dengeleyici örgütsel güç oluşturamamıştır. Azınlıkları kontrol altında tutan ve iplerini salıp sıkan bir siyasi parti de yoktur. Romen azınlığı dini kurumları Katolik Evangelist dine kayma eğiliminde olduklarından dolayı, Baş Müftülüğün aldığı kararlara da uymuyor. 14 Nisan 2020 tarihinde İl merkezi Samakov Romenlerinin Evangelist kilise avlusunda maskeli ve 2 metre mesafeli toplanarak dua etmelerinden sonra gelen büyük cezalar ve sert protestoların Doğu Ortodoks Kilisesi dışındaki dini azınlıklar Konseyi tarafından desteklenmesi gerekirken, çıt çıkmadı. Bu konseyin başkanı görevini yürüten Müslüman Diyaneti Baş Müftü Yardımcısı Binali Binali sesini çıkarmamakla ve Bulgaristan Bakanlar Kuruluna bağlı Diyanet Kurumu gölgesine gizlenmekle yetindi. Kaynamaya başlayan halk tepkilerinde maaşını dış ülkelerden ve kapalı kaynaklardan alan tüm din görevlilerinin görevden alınması isteniyor.
Bulgaristan vatandaşlarının dini haklarının korunması,, geleneklere uyulması ve dini eğitim ve öğretim işlerinde Milli Kimlik konusunda da aydınlatıcı çalışmalar yürütülmesi son derece önem kazanmış durumdadır. Hiçbir yöneticinin halka danışmadan, oluşan genel kanıya ve iradeye ter düşen veya onu bastırmayı amaçlayan karar almaya hakkı yoktur.
Bu gelişmelerin temelinde Hak ve Özgürlük Hareketi (HÖH) fahri başkanı Ahmet Doğan’ın parti 8. Kongresinde genç kuşak temsilcisi delege Oktay Yeni Mehmet tarafından kürsüden atıldıktan sonra kendi başına karar alıp halkımıza dayatma hakkı buharlaşmış ve yoktur.
Biz bu yazımızla, 1990’lı yılların başında HÖH partisi içinde Türk kimliğini yaşatıp güçlendirme yolunda öncü çalışmalar yapan ve ardına büyük ve güçlü bir kitle alan Sayın Mehmet Hoca’nın eline kalem alıp, A. Doğan’ın fonksiyonlarını nasıl zor kullanarak genişlettiğini yazmasını ve halkımıza duyurmasını istiyoruz. Bu konuda Sayın Osman Oktay’ın çalışmaları ve kitabında anlattıkları ilginç ve değerlidir. Bu konuda Sayın Kasim Dal da bildiklerini anlatabilir.
Ahmet Doğan, Bulgaristan Türklerinin gözünde bir haindir.
Davamıza ihanet etmiştir. İnsanlarımızı ele veren bir ajandır. Türk kimliği irademizi ezmek isteyenlere yağcılık ve müzevirlik yapmış ve yapan birisidir. Ömründe 4 gün işe gitmemiştir. Türk düşmanları tarafından beslenen, cebine paracık konan, çocukları okutulan, “konak” ve “saraylarda” yaşatılan, elektrik, su, mal mülk faturası ödemeyen, çarşı Pazar bilmeyen haylaz sarhoşun biridir.
Bulgaristan Türkleri Milli Kurultayı çağırıp Ahmet Doğan yalakasının Bulgaristan Türk azınlığıyla ilgili, HÖH içindeki bütün haklarını geçersiz kılacak ve ona Bulgaristan Türkleri hakkında söz söyleme, beyanda bulunma gibi konularda girişimde bulunması kesin yasaklanmalıdır.
Bu kongre 3-4 aşamada toplanabilir.
Önce Türkiye’deki soydaşlarımız toplanıp böyle bir karar alır. İkinci olarak Almanya, İsveç, Norveç, Hollanda ve Belçika’da çalışan kardeşlerimiz toplanıp benzer bir karar alır. İngiltere’de çalışanların da buluşup kesin görüş beyan eder. Bölgesel kongrelerde seçilen delegelerin de katılımıyla Bulgaristan’da bir kongre toplanır ve aynı kararı milli düzeyde kabul edilir.
AHMET DOĞAN’NIN BULGARİSTAN MÜSLÜMANLARIYLA İLGİLİ HİÇ BİR KONUDA SÖZ SÖYLEMEYE HAKKI YOKTUR VE ŞİMDİYE KADAR ATTIĞI İMZALAR GEÇERSİZDİR DEKLARASYONU kabul edilir, hükumete, cumhurbaşkanına ve meclise, devlet kurumlarına, Brüksel’deki Avrupa Konseyine ve parlamentosuna bunlar gönderilmelidir.
Hepiniz de görmüşünüzdür. İyi bir insan olmasına rağmen şimdiki Başkan Karadayı’nın kafasının içinde kaotik bir durumda olduğu yüzünden okunuyor. O, bugüne kadar genel irademizin 2020 durumunu yansıtan bir konuşma yapamadı. Ne diyeceği belli değil, kasaba götürülecek sığırları yedirip içirip coşturup faşizan bir atılımla galeyana getirmesi tehlikelidir. Eski Başkan Lütfi Mestan’ın ideolojik hazırlığı olmadığını görenler, olayı basına düşürmüşlerdi, fakat Karadayı’nın eksikliklerini aşmak için bir şeyler yapmadığı gibi, biçimsel değişikliklerle olayı çözmeye ve göz boyamaya çalışıyor ve bu tehlikeli gidiştir.
Parçalanmışlık, bölünmüşlük, dağılmışız, bizim kaotik ligimizin bazı belirtileri olduğu gibi, milli irade ve bilinç, milli ruh oluşturma çabalarımıza indirilen darbeler ortadadır. Tüm azınlıkların öncüsü olma, genel iradeyi oluşturma hakkımız elimizden alınmak isteniyor.
Kavga başlamıştır kardeşlerim. Ve bu kavga deniz “köşküne” gizlenerek yönetilemez. Halktan kopmuş kişiler öncü olamaz. Ezilmişliğimizin bir pahası var. Bu davaya dokunmak yeterli olamaz. Biz bu davanın içinde doğduk ve içinde yanmak zorundayız, çünkü özgür doğduk ama bileklerimize pranga vurdular. Bulgaristan’da doğduğumuzdan dolayı daha ilk gün eşit olma hakkımızı yitirdik. Çünkü esaret altında bulunan bir ülkede doğduk. Bu gereceği size anlatmak için yazıyorum.
Bizim uyanmamız gerek. Köyümüzden, mahallemizden, şehrimizden memleketimizden çıkmamız, işe gitmemiz, misafir davet etmemiz yasaklandı. Bu kendiliğinden düzelecek bir eksik değil. Ne olursa olsun birlik olup bu davanın başını çekmek zorundayız.
Biz, bizi temsil etsin ve bizim adımızdan uzlaşsın diye hiç kimseyle bir anlaşma imzalamadık ve kimseye yetki vermedik. Tük haklar bizimdir. Özgür olmak için onlardan faydalanmalıyız…
Maskelerimizi takıp, ellerimizi yıkayıp çemberi kırma zamanı geldi.
Genel iradede buluşalım.
Devam edecek.
Paylaşınız.