Tarih: 08 Ekim 2019
Yazan: Nedim AKIN
Konu: Soruların Başında Gelen: Kime Oy Verelim? Yoksa!!!
VEDALAR
Merhabalara benzemiyor şu vedalar
Ayrılıştan önce bunu fark ettim ben!
Gel gör anılarım ardından nice ağlar
Seni değil, aslında beni kaybettim ben!
Bu dörtlük ünlü şairimiz Naim BAKOĞLU’na ait. Ne yazık ki bu seçimde de (27 Ekim 2019) vedalaşamayacağız ve davamızı genç nesle devredemeyeceğiz gibi bir görüntü var. Totalitarizm sisi kalkmıyor. Zahirli hava katmer katmer …
Seçim dendiğinde biz Bulgaristan Türkleri neyi hatırlarız? Burnumuza tütün kokusu gelir. 280 bin ton “sarı altın” Kırca Ali, Haskovo, Plovdiv, Sofya, Blagoevgrad, Burgas vb. tütün fabrikalarını, milyonlarca insanımızın ekmek parası, çocuklarımızın okul parası, geleceğimizdi tütüncülüğümüz.
Çoktu rejilerimiz, tekel binalarımız, yeni eski depolarımız. Bir defa faşist monarşizm devri dediğimiz 1908-1944 yılları arasında memleketimizde Alman tekelleri 18 tütün fabrikası kurmuştu. Bugün bir tane kalmadı. 1944’te Bulgaristan 2. Defa Rusya (Sovyet) işgaline düşünce fabrikalar Sovyet mülkiyetine geçti.
Totalitarizm yıllarında Bulgaristan Türk ve Pomaklarının temel geçim kaynağı tütün üretimi olmakla kalmadı, Sofya devletinin en güvenilir döviz kaynağı tütündü. “Basma” tütün aranıyordu. Hiçbir yıl bizim elimizde tütün, devletin elinde de sigara paketi kalmadı. Tütün tekelinin adı BULGARTABAC dünya çapında örgütlenmişti. Artık ne tütün, ne fabrika ne de şirket kaldı. Ekmek teknemiz kırıldı. Bulgaristan Türklerinin suyunu çıkarmak isteyenler baltayı tütüne vurdu.
Artık adet olduğu üzere bu hainliği de Ahmet Doğan, Lütfi Mestan ve kaynatası Hasan Ali’ye, bakan havası savurmaya devam eden Mehmet Dikme’ye yaptırdılar, son haydut Delyan Peevski ise tütün ocağına işemekle kalmadı, büyük ihtiyacını da yaptı. Yukarıda adı geçen “lider”, “milletvekili”, “bakan”, “can” vb. sıfatlı kişilerin yaptığı Bulgaristan Türklerinin 600 yıllık üretim geleneği, geçim kaynağı yakıldı. Bugünümüz ve geleceğimiz kesin imha edilme denemesi ile yüzleşti. Bu hainler kimdir? Rejimdir, devlettir de, bir de işi yapan insanlar var… Bunların ve arkadaşlarının hepsi manyaktır. Halkına kılıç çeken her kişi haindir. Aynı sözler halkımızın edinimlerine, diline, dinine ve kültürüne söyleyen ve yapanların tümüne geçerlidir.
Şöyle bir söz vardır: Köleler özgürlük istemezler. Köle sahibi olmaktır hayal ettikleri… Moskova Bulgaristan’ı (Bulgaristan Türklerini) köleleştirme operasyonunda gizlice yetiştirdiği “ajan-hain” sürüsünü ustaca kullandı.
Milletimize yazık oldu. 1830’dan beri üzerimize çullananlar hala durmamış ve son hedeflerine ulaşamamıştır.
Nedir ki, biz bugün yeniden bir seçim arifesindeyiz ve iki arkadaş bir araya gelip “hadi gidelim şu adaya oy verelim” diyemiyoruz. 1984 yılından başlayan acı ve sızılar bugün de canlıdır ve çekimizdir. Bir halkın ekmek teknesini kırmak, açlığa itmek, haksız yere zulüm edip haklı olana tazminat davası açtırmamak, esir alıp baskı altında şuna oy vereceksin, buna vermeyeceksin terörü uygulamak suçtur. Savcılığımız savcılık olsa hemen olaya el atmalıdır. Hiç gücenmesin, Bulgaristan Türkleri Milli Şura Başkanı Vedat Ahmet’in Pomoriye Belediyesi Güngör köyü cami açılışında “oyunuzu 55’e verin” ya da seçime kadar her gün “sabah akşam 55 defa dua edin” emrinde bulunması da hukuk ve ceza hukuku açısından suçtur. Ayrıca Güngör köy cami açılışının seçim arifesine çekilmesi ve “55’li” konuşmalar, siyası anlam yüklüdür ve acaba bayram değil seyran değil ama bir Başmüftü adaylığı ortaya çıkıyor gibi fikirler de etrafta dolaşıyor. Çünkü bizde ne yazık ki Başmüftü adatını gösterenler aynı hainlerdir…
Biz, Hak ve Özgürlük Partisi (HÖH-DPS) hareketine karşı değiliz. Mayası halkımızın bağrında kabarmıştır. Asi ruhu duygularımızın yansımasıdır. Fakat 1989 Ayaklanmamızdan sonra “göçe zorlandıkları için gidenler” ve “memlekette kalanlar” olarak ikiye parçalandığımızda, “bu düşmanlarımız tarafından bilinçli olarak yapılmıştır), memlekette kalanların kovanına sahte bir Bey atılmış ve işler karışmış, kovandakiler kendi kendilerini yiyip bitirip yok etmeye zorlanmıştır. Bu manevi bir olay olarak bizi bugün de tüketiyor. Bu süreç devam etmektedir. Türklüğümüze sahip çıkmayan Belediye başkanları, belediye meclis üyeleri ve muhtar ya da muhtar yardımcılarını seçip maaşa bağlanmalarını sağlamak, açık yazıyorum, mezarımızı kazmaya devam etmemiz anlamına gelir ve başka bir anlamı yoktur. Onun için kimseye aman git “ona” oy ver demeye dilim dönmüyor. Ahmet Doğan çotuğunun gençlerimize yol vermemesinin nedeni de budur. Ne duruma getirilmişiz biliyor musunuz? Vatanımızda Osmanlı’dan bize 2 353 cami kalmışken, 29 Türk mahallesi olan Başkent Sofya’da 72 camimiz varken, bugün “Banya Başı” Cami önünde tramvay yolu kenarında secde açıp namaz kılıyor ve seçimde belediye başkanlığına uzananlarla görüşme yapıp, minaresiz, mihrapsız, ayakyolu ve aptes alacak ortamı olmayan bir ibadet yeri için, kendi mülkümüzden kabristan yapabilmek için boyun eğiyoruz. Ankara ve Sofya kurnalarından akan paraları saymakla meşgul “büyüklerimizin” ama ne olur “55” numarayı unutmayın sözlerini kolayca anlayabildiğimiz içinse, sanki sahtecikten mutluyuz.
Kuyu çok derin kardeşlerim. Büyük konu adalet sağlamaktır. 1878’de Ruslar zar zor yaşamaya çalıştığımız toprakları sömürge gibi idare etmeleri için gönderdiklerine “Bulgarları solutmayacaksın, Müslümanları ezeceksin” tavsiyesinde bulunmuştur. Onun için bu memlekette haklı bir Müslüman’ın suçlu bir Hıristiyan Bulgar’a karşı kazanabildiği dava yoktur. Bulgar devleti terörün en kötüsünü uygulayıp ekmek teknemizi kırdı, ama biz halkımızı aç bırakanlara karşı dava açamıyoruz. İnsanlarımız toplama kamplarından kör sakat, kırık dökük, sinir hastası döndüler. Hiş bir Bulgar mahkemesi hiçbir dava dilekçemizi kabul etmedi. Çocuklarımız anadilsiz kaldı. 1970 ve 1980 kuşaklarının hepsi yarım insan. Cebelde, Mestanlı’da maneviyatı sakatlı kalan, anadilsiz kalan, dinsiz, ahlaksız, vahşi kalanlar Bulgar devletine karşı dava açıyorlar. Bir üst mahkeme olan Kırca Ali il mahkemesi dosyaları kapatıp “herkese bakın işinize, defolun” kararı alıyor. Kalovo “Kurşun Cami” – 1475’ten Türk mülkü, Türklük kalesi, totalitarizm devletleştirdi, demokrasi geldi belediye el attı. Plovdiv’te mahkeme açıldı, kazandık, Yüksek Mahkeme bozdu. Balediye kapısındaki kilidi değiştirdi, kapısına polis dikti “olmaz” diyor. Kırca Ali’deki pedagoji okulumuz, Dobriç kasabasındaki Büyük Okulumuz ve toplam sayıları 2 700 olan tüm Okullarımız aynı kara yazgıyı yaşıyor. Öğretmenlerimiz, şairlerimiz, yazarlarımız vedalaşmadan yurttan, halkın saflarından, gelecek yolumuzdan kovuldu. Şair N. BAKOĞLU şöyle vedalaşıyor:
Elveda bizim düşsel yarınlarımıza
Dünün adı hatırada mazi kalacak !
Nice kar yağacak hatıralarımıza
Altında umutların kül izi kalacak!
Bu seçimle ilgili yazı yazmak çok zor. Çarşıda pazarda merhabalaştığımız, bayramlaştırdığımız kişileri konu etmek istemesek de kendileri ağa (oltaya) takılıyorlar. Patates tarlarından gelip birdenbire Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH-DPS) Genel Başkanlığına oturan Mustafa Karadayı’nın etrafına toplanan sinekler, sivrisinekleri, eşek dikenleri analiz etmek zorunda kalıyoruz. Kibirli ve kendini beğenmiş olan bu genç yolunu şaşırmış biri haline düşmüş ve köy köy memleket dolaşıyor. Konuşuyor. Konuşmaları boş. Son günlerde zavallı bir duruma düştü. Deliorman seçim gezi ve toplantılarında yanına eski CDC- ci, İvan Kostov (1997-2001) hükümetinde Başbakan Yardımcısı olan ve derin-uluslar arası dalavere ve rüşvet olaylarına katıldığından olayı, milli istihbarat “DS” tarafından hükümete sunulan bir özel rapor sonucunda görevinden ve CDC partisinden atılan Hristo Biserov, 2000’ların başında sokaklarda şerefsizlikten sürünürken HÖH-DPS partisine alındı, HÖH milletvekili oldu, HÖH hakkını kullandı ve meclis başkan yardımcılığına seçildi. Sonunda para aklama suçundan tutuklanıp yakalandı ve nasılsa serbest bırakıldı ve “gizli görevine geri döndü.” Karadayı ile birlikte HÖH seçim siyaseti üstüne köylerde konuşmalar yapıyor. Bu toplantılara hiçbir kimsenin gitmemesi ricamızdır. Bu adamın dili şaşırtıcı, niyeti bozuk, bizi kullanmak istiyor. Daha önce 1990’ların başında Güney Bulgaristan Romenlerinden (Milletten) sorumlu olan Hr. Biserov Çingene ırkının külünün savrulduğu şu dönemin (VMRO-ırkçı faşist milliyetçiliği) mimarlarından biridir. VMRO-faşistlerinin gizli müttefiki ve destekçisi ise saray kurdu, zavallı Ahmet Doğan’dır. Yatak odasında özel kuruda sakladığı “altın yıldız” ona VMRO faşistleri tarafından özel bir törende Razlog –kasabasında verilmiştir. 1970-1989 yılları arasında Razlog kasabasındaki kışlalarda Pomaklara ve Türklere kan kusturan, kardeşlerimizi döven, sakat bırakan, öldüren baretler konaklanmıştı. Doğan ilk ödülünü onlardan aldı ve o zamandan beri Türk ve Pomak düşmanlığında el ele ilerliyorlar. Zaman onlarla vedalaşma zamanıdır ve şairimiz Bakoğlu der ki:
Elveda, elveda, gidiyorsan yol senin
Köşe başlarında beklerim yine seni!
Yüreğimde varsın ya, tesellimdir benim
Merhabaların kapısında bekle beni!
Halkımızın beklediği gün yaklaşıyor gibi. Bulgar siyasetini izleyenlerin dikkatini çekmiştir. Önümüzde yerel seçiminden (27 Ekim 2019) daha aktüel ve önemli bir olay var. Bu, başsavcı seçimidir. Çok önemli bir olaydır. Çünkü yazımın başında ekmek teknemizin kırılmasını, 30’dan fazla tütün ve sigara fabrikamızın kapatılmasını, sigara markalarımızın satılmasını, bizim paralarımız kaçırılarak DUBAY’a Peevski- Sigara Fabrikası kurulup, kaçak sigara satma maceralarını, T.C. sınırlarından geçirip PKK gibi terör örgütlerine sigara taşınmasını ve bu olayların 2009 ‘ dan sonra yapıldığını, dolayısıyla GERB-Boyko Borisov – Başsavcı Tsatsarov ve DPS ‘nin– eşek dikeni D. Peevski zamanında gerçekleştiğini asla unutmamalıyız. Lütfi Mestan’ın en yakın dostunun Peevski olduğunu da hiçbir zaman unutamayız. Bu kalpazanlık, halk ve devlet düşmanı bu üçlünün eseri ve ürünüdür. Ben bu yazıyı yüreğimle yazıyorum ve her satırın ardından bir ton gözyaşı, çile ve acı olduğunu hissediyorum.
Peevski ile Borisov bu siyaseti (zulüm politikasını) sürdürmek isteyenlerin başında geliyor. Bunun için yerel seçimlerin kazanılmasından fazla önemli olan yeni Başsavcılık makamına kendi adamını oturtmak istemeleridir. Bu bir açık ve gizli kavgadır. Bu konuda yazımın özü üçlüye (Peevski-Borisov-Tsatsarov’a) karşı kıyım eleştirisi içerir. Bu üçlünün Başsavcı adayı olarak dayatmaya çalıştığı şimdiki başsavcı yardımcısı olan İvan Geşev’e karşı kükreyen bir enerji var. ABD, Almanya, Hollanda, İngiltere ve başka müttefik devletler İvan Geşev’in Bulgaristan Başsavcısı makamına atanıp, evrim, değişiklik, arınma ve temizlenme siyasetini 7 yıl daha engellenip frenlenmesine razı olmadıklarını bildirdiler. Konu ABD Senatosunda görüşüldü. Her gün Sofya Adalet Sarayı önünde gösteri var. DPS-HÖH partisi her şeyden önce bu konuya aydınlık getirmelidir. Parti görüşünü açıklamalıdır. 2014 senesinde Adalet Bakanı İvanov’un hazırladığı köklü yargı reformunun suya düşürülmesinde ve meclisten geçmesinin engellenmesinde L. Mestan’ın olağanüstü olmsuz bir rol oynadığı asla unutulmamalıdır. DPS bu konuları GERB’e yaranarak unutturamaz. Konu açıktır. Adalet reformu kapı çalıyor. DPS kuyundan çıkan bu “toplumsal zehrin” kaynağı Ahmet Doğan’dır. Bu bir bilinçlenme konusudur. Seçime bilinçli gitmek zorundayız.
İvan Geşev, Bulgaristan Cumhuriyeti Başsavcısı seçilemezse, Peevski Bulgaristan’da bir gün daha kalamaz. Ahmet Doğan onu kurtaramaz ve sökülme başlar. Bu başlangıcın adı, kölelikle, totalitarizmle, zulümle vedalaşmadır. Şair der ki:
İstemesen de geleceğim bir gün yanına
Elvedaları sevemedim ben bir türlü!
Diz çöküp ömrümü adayacağım sana –
Vedalara son diyecek güzel bir türkü!
O gün mutlaka gelecek.
Yazımın devamını hafta sonuna kadar hazırlayıp, konuyu bir aşama daha derinleştirmek istiyorum. Bulgaristan’da durum gergin ve milletimiz yorgundur. Çözümü birlikte aramak gerekir.
Paylaşınız.
Teşekkür ederim.