Ünal GAZİ
Konu: Türkler taklaya getirilmek istendik
Almanya’dayım. 15 Temmuz’dan sonra burada tartışılan konu: Türkiye neden takla attırılmak istendi? Olsaydı, bu öne mi arkaya mı dönme olurdu?!
Elektronik iletişim olmasa ve buradaki 4–5 milyon Türk olayları canlı izleme imkanı bulamamış olsaydı, bu halen olağanüstü canlı konu, amerikan sakızına dönebilirdi. Bilenler ve bilmeyenler arasında kısır tartışmalarda uzayıp kısalacak ya da balon gibi şişirilip patlatılacaktı. Bugün artık herkes, Türkiye’nin 30–40 yıl geriye takla atmaya zorlandığını, halkımızın şanlı direnişiyle bu çabaların boşa çıkarıldığını, büyük sayıda şehit ve yaralı verildiğini biliyoruz.
Üstelik Türk halkının emperyalizmin gelişmekte olan dünyada mazlum halkları taklaya getirme çabalarını suya düşürme örneği verdiğini görebildik. Kutladık. Sevindik. Bu çok büyük bir başarıdır. 20. yüzyıla dev bir anti-emperyalist zaferle giren Türkiye halkı yeni yüzyılda zaferini yinelerken ve pekiştirirken, dünyada haklı dava lideri oldu.
Aylardan beri, Türkiye üstüne kurulan ve Türkiyeyi gerilere doğru taklaya zorlayan, Amerikan, İngiliz, Alman ve Avrupa Birliği tuzaklarını derinlik olarak anlamakta zorluk çektiğimizi itiraf ediyorum. Cümlelerde fikirsel açıklık olmadığından, anlatımlar farklı yeni terimlerle işlendiğinden, kulak tırmalayıcı olmuştu. Sanki tanıdığımız Almanların bile gizemli bir bekleyişleri vardı.
15 Temmuz’da birden sustular ve sanki su yolunda testi kırdılar. Türkiye konusu açıldığında, “Ah Turken” deyip el sallayıp uzaklaşıyorlar. Gizli umutlara ışık vurdu gibi…
Türkiye’ye ilgi çok büyük! Bazı arkadaşlar, kanlı FETÖ darbesi başarılı olsaydı, yeni hükumeti kutlamak için Batı liderleri takla atarak gelirlerdi, sıraya durup kuyruk olurlardı derken, “bu iş onların işidir”, vallahi yüzleri buz kesti, bakışları soldu, hepsi süt dökmüş kedi gibi, diye gevezelik ediyorlar.
Burada, Türkiye olaylarına, darbenin çökertilmesine, 20 gün süren demokrasi için gece nöbetlerine, “Yeni Kapı”da milyonların şehitlere saygı ve demokrasiyi savunma buluşmasına Bulgaristanlı Türk işçilerin ilgisi anlatılamayacak kadar büyük oldu. Hepsinin Türkiye’de yaşayan yakınları, anası babası, okuyan çocukları var. Telefonlaştılar, skayplaştılar, SMS’ler gidip geldi, birbirlerini avuttular. Türkiye’nin başarılarını kendi başarıları hissediyorlar, Başkomutan Erdoğan’ı, kendi başkanları olarak sevip sayıyorlar. Onun her sözüne pür dikkat dinliyorlar. Yeni olanı, Erdoğan’dan işitmeden gerçek olarak kabul etmiyorlar. Hakikati algılama artık farklı boyutlar aldı.
15 Temmuz’dan sonra bizimkiler Almanlar karşısında daha da gururlu ve dik duruşlu oldular. Davranışlarında “tosladınız kardeşim, sizden beklemezdik” var.
Bulgaristanlı işçiler arasına yerleşen hükümde, genelde sesiz olan bu halkın öfkene, geniş tabakalarına inen bu gözle görülmeyen elle tutulmayan kin ve nefretin kokusunda Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan’ın onların dediğine boyun eğmemesi var.
Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsız ve egemen bir Büyük Devlet olarak, ulusal politikasını ve Yakın Doğu siyasetini baştan sona kendi belirlemesi, terörizme karşı savaşta da en deneyimli devlet ve bir oyun kurucu olması yer alıyor.
Artık herkes FETÖ, PKK, DEAŞ ve PYD’nin bir olduğunu, emperyalizmin taşeronluğunu yaptığını, Yakın Doğuyu karıştırmak ve halklarını topraklarından kovmak için kurulduğunu öğrendi. CİA hesabına cana kıydıklarını bilmeyen kalmadı. TSK’nin ve Özgür Suriye Güçlerinin “Fırat Kalkanı” operasyonu, silahtan, savaştan ve dehşetten arındırılmış güvenli bölge oluşturulması çabaları pek çoklarının gecelerini kâbus etti.
Konuşma dili ile kitap dili farklı olan, “Yüksek Almanca” iletişimde ciddi anlama güçlükleri gizleyen burasının ortamında, Türkiye üstüne siyası kitaplar bulup alsak bile içeriğini doğru algılayıp anlamamız ve isabetli sonuç çıkarabilmemiz imkânsız gibi.
Fakat 15 Temmuz’dan sonra, burada, o kitaptaki fikirlerle Yeni Türkiye’yi, Büyük Türkiye hamlelerini ve Oyun Kurucu Türkiye’mizi, bölgesel lider Tayip ERDOĞAN’I anlatabilmem kolay olmadı. Çünkü bu yapıtın felsefi derinliğinde, Türkiye Cumhuriyetinin bir bölgesel taşeron (altüstenci) olması öngörülmüştür.
Bu gerçeği, ancak bu işlerin belli başlı Profesörlerinden olan Kemal Karpat’ın büyük sayıdaki eserinin özünde yansıyan şu tümcede bulabiliriz. O şöyle der. “Osmanlı dev bir çınardı. Savaşlardan sonra Bulgaristan Türkiye sınırımız çekilirken, dev çınardan bir dal kesildi ve sınırın ötesine düştü. Bu dal Bulgaristan Müslüman Türklüğüydü.”
Davutoğlu’nun “Yeni Osmanlı” anlayışına göre, şimdi biz kovan kapağını açtığımızda arılar uçuşup sınır ötesindeki soydaşlarımızın bağından bahçesinden, çayır ve tarlasından bal toplayıp Edirne kovanlığına taşıyacaktı. Bu fikrin pratik boyutunu, eski Türkiye Cumhuriyeti Başbakanının Sofya’ya yaptığı son ziyaretinde gördük. O, Başbakan Borisov ile o dönem HÖH Genel Başkanı çevirmenliğinde, (Olay 2015’in Aralık ayının ilk yarısında meydana gelmiştir.) “Boyana” devlet sarayında yaptığı görüşmede, “alın şu 1 milyar 280 milyon Euro’yu ve karma bölgelere yatırın, hayrını beraber görelim” önerisinde buluyoruz.
Olmadı. Taşa çarptı. Bu işin aracısı ise, ortalığı rezil etti. Şimdi de Ankara’ya gitti ve Başbakan Sayın Binalı Yıldırım’la görüşmesinden sonra “İkili ilişkiler üstüne bilgileneceğiz” dedi. Bir oyun kurmadan Ankara’ya gidip görüşme istemek anlamsızdır. Yoksa 15 Temmuz’dan sonra Türkiyeyi yere serilmiş ve can çekişen halde mi görmek istiyordu ki, nemalanmayı düşünmüş olabilir.
Yoksa, Başbakan Borisov’la yapamadığınızı gelin benimle mi yapın!, demek istedi. İnsanın aklından her şey geçiyor da, hayırlı olan hangisi olur konusu henüz ardına kadar açık.
Borisov Dobruca ve Deliorman’da Türkleri Cumhurbaşkanı seçimine kazanma yolunu bulmuş, 64 milyonluk yol yatırımına karşı, oylarını pazarlamış gibi.
Hele FETÖ işlerinin Bulgaristan’da da cıvıtmasından sonra ve bataklık kokan işlerin içinde HÖH partisi “fahri başkanı” Ahmet Doğan ve yıllarca Genel Başkanlık yapanlar gibi ileri gelen sözde siyasetçinin olduğu anlaşılınca yeni gelişmeler oldu.
Hainlerin tümünü (hem FETÖ – cüleri (hem de HÖH lider grubunu) savunmak için, 1984–1989 zulmünün uygulanmasında olağanüstü büyük rolü olan ve baskı ve terörün zalimi olarak bilinen! isimleri için, hakları uğruna ve özgürlükleri adına direnen kardeşlerimize ateş emri veren, halk arasında ve kamuoyunda adı “gestapo” olan sivil polisten eski Albay, şimdiki Prof. Dimitir İvanov, yeni durumda FETÖ’ culardan yana çıkarak, “Türkler Bizim” dedi.
Bulgaristan Türklerinin haklarını ve özgürlüklerini, ulusal adaleti sözde savunan yeni parti adına ve Başkanı sıfatıyla “Bulgaristan Türkleri, analarımız, babalarımız, dedelerimiz, ninelerimiz, atalarımızın mezarları, doğmamış bebelerimiz ve tüm doğacak evlatlarımız BİZİMDİR!” diyemedi. HÖH’ten ise söz bile etmiyorum. Yazıklar olsun! Bu halktan oy isteyenlerin ne felsefesini, ne psikolojisini ne de ulusal hesaplarını anlayabildim, ama yalnız kişisel hesapla büyük hedefler kovalanamaz….” Tek sözle biz burada olayı çok ciddi olarak görüyoruz.
Anlayamıyorum gitti. Siz hangi hasrete hizmet ediyorsunuz?
Sayın Prof Karpat mantığına Bulgarların verdiği yanıtta şöyle ince bir özellik dikkat çekiyor. Diyelim ki, 100 yıl önce dev çınardan kesilen dal Bulgar tarafına düştü. Düştü de, yaz geçti kış geçti kurumadı, bahar geldi açtı sardı.
Bulgar demez mi: Ucunu bataklığa soktum, güz geldi kalem aşıladım, haşarat bastı ilaçladım. Anlaşılan, çınar dalı hep o dal ama açtığı renkler, beklenen meyveler tamamen farklı. Ve ona göre, işte bu noktadan sanki “Git, hırsız seni!” deme hakkı doğuyor gibi bizim Edirne kovanından uçuşan arılarımıza….
Dananın kuyruğunun koptuğu yer de işte burasıdır.
Ne var ki biz Bulgaristanlı Türkler, Türkiye Cumhuriyeti’nin 15 Temmuz 2016 büyük zaferinden sonra, emperyalizmin bölgesel taşeronluğunu silkelemesiyle, ana-vatanımızın bir alt-üstencisi olma durumundan kurtulup, Yakın Doğu’da olduğu gibi Bulgaristan ve Balkanlarla ilgili de OYUN KURAN ve YÜKLEYİCİ durumuna gelen bir büyük değişiklik meydana geleceğine inanıyoruz. Türkiye’nin ülke içinde birlik ve beraberlikte toparlanarak dış siyasette de bir boyut büyümesi hepimiz için çok sevindirici oldu.
Biz Avrupa Birliği Parlamento Başkanı Manfred Schulz ile Birleşik Amerika Başkan Yardımcısı Jeo Biden ile Ankara’da ve en gelişmiş 20 devlet başkanlarının Çin’in “Ancou” eyaletinde “C-20” görüşmesinde yapılan görüşmeler, temaslar, alınan kararlar buna işaret ediyor.
Bizi geri ittiler ve taklaya zorladılar, ama biz çok büyük ve güçlü bir milletiz ve ileri takla attık, tehlikeden sıyrıldık, düşmanla yüzleştik ve artık arınıyoruz. Burada Almanya’da hissettiklerimiz bunlardır. Gelişmeleri izlemeye devam ediyoruz.
Ne mutlu Türküm diyene!