Nafiye YILMAZ
Ben de önce tüm okuyucularımın bizi okuyan soydaş kardeşlerimin yeni 2015 yılını kutluyorum. Hepinize mutluluk ve sağlıklı olmanızı ve hepinize bol şans getirsin.
Bizim aşırı milliyetçiler, ırkçılar, kendilerinden başkasını beğenmeyen ksenefoblar, evet yılbaşında sanki biraz sustular, sanki biraz kabuklarına çekilmek zorunda kaldılar. Başbakanın öteki düşmanlığı ve milliyetçi halk yardakçılığını kınaması bir yere kadar etkili oldu anlaşılan.
Fakat bu bizim koşullarımızda tamamen geçici bir olaydır!
2014’te kuduranlar, fırsat bulup inden çıktılar ve kendilerine meclis koltuğu bile seçtiler. Taşan acı su kuyusu gibi içlerini döküp ortalığı zehirliyorlar.
Ama çok oldu artık diyenler yazıma ikinci bir başlık atmamı istiyorsa, şöyle diyelim:
Türklüğümüzden Kaymaya Devam Ediyoruz.
Evet, biz 2014’te bazı henüz gerçekleşmeyen vaatler dışında yeni hiçbir edinim elde edemedik. Hatta, 18–20 Aralık 2014 İstanbul Etnik Temizleme ve Kültürel Soykırım uluslar arası sempozyumu dışında, Bulgaristanlı Türklerin geleceği konusunda yeni açık herhangi bir hedef gösteren de olmadı. Geçimleri düşmandan aldıkları maaşa bağlı olanlarda bir beklentimiz de yok zaten. İstanbul’da yapılan Kültürel soykırımın 30.yılı forumda, davamız dar etnik çerçeveden taştı, Bulgar ve Türk demokratik güçlerinin ortak davası olduğu slogan oldu. 2015 yılına çok değişik damga vuracağına inanıyoruz. Umut ederiz ki, BULTÜRK Derneği ve Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezinin savunduğu fikirler artık BULTÜRK BULGARİSTAN TÜRKLERİNİN SESİ GAZETESİ 2015’te Sofya’da hem Bulgarca hem de Türkçe çıkmaya başladığında adalet ve demokrasi, hak ve özgürlük, etnik hakları tanınmış etnik halk topluluğu oluşturma davamız artık yeni boyutlara ulaşaşacaktır inşallah.
Bir şarkımızdan:
Seni bir gün görmesem olmaz.
Seni bir gün öpmesem olmaz.
Bunu adalet, demokrasi ve hürriyet davamıza çeksek şöyle olmuyor mu?
Hepimizin her gün aynı örsü bütün çekiçlerle bilinçli dövmeliyiz. Hünerlerini, bildiklerini, birikimlerini, yararlı olabilecek enerjilerini beraberlerinde götürenler için Cennette Tahtı yok!
Adına VATAN VE İNSANCA YAŞAMAK UĞRUNA MÜCADELE dediğimiz bu büyük davamızı bundan 100 yıl önce Üsküplü usta şair Yahya Kemal Bayatlı şöyle miras etmişti:
“Türklük Avrupa’ya doğru yükselişi biten bir deniz gibi o dağlardan çekilmiş, lakin tuzunu bırakmıştır. Bütün o toprak bu tuz Bulgar vatanının toprağında mı kalmamış? Kanında mı? Yaşayışında mı? Giyinişinde mi? Duyup düşünüşünde mi? Lisanında mı?”
Şimdiki Bulgar milliyetçiliği kendini diğer milletlerden üstün görme, diğer etnik topluluklardan nefret etme ve onları zorla kendine tabi kılma çırpınışıdır.
TV “Skat” Programı yayınladı:
2014 ırkçı hortlaması şefi (PF) Başkanı, milletvekili V. Simyonov demeç veriyor:
Soru: Sizin diğer etniklere düşman olduğunuzu söylüyorlar. Doğru mu?
Yanıt: Hayır. Ben hepsini çok severim.
Soru: Nereye gidiyorsunuz?
Yanıt: Burgas’ın Çingene mahallesine Kilise inşa ettik, açılış törenine
Biz yıllardan beri her şeye sahte süs veriyoruz: Bu kara kayaları boyamak gibi bir şey!
Çingenelere Hıristiyan süsü! Sanki son gidecekleri yer dedemin kabrinin yanı başı değil!
Türk diline gönüllü süsü; Kakavanlara lider süsü; Kalpazanlara çalışkan süsü ve Kurda kuzu süsü…
Ve bunların hepsi, Büyük Yahya Kemal’in dediği gibi, yaşadığımız topraklarda Türk tuzu olmadığını kanıtlamak için yapılıyor. Sanki serinledikleri yer “çardak”, bastıkları yer “döşeme”, yedikleri “çorba sarma dolma” ve sarılık yattıkları “yorgan döşek” değil…
Alfabesiz bir halkın uleması mı olur?
Süsüz adamlar beş para etmez olalı, profesör ve doktorlar gündüz lambası oldu. Yüksek kürsülerden tekerlenen “vizyonlar, misyonlar ve konjüktürel perspektifler” çözümsüz bulmaca gibi! Yazılanı anlayan yoksa yazarlığın nesi kalır?
Bulut getirmeyen rüzgârlara yağmur duası etmeye ne gerek var!
YAŞASIN! Susmak, yok olmak demektir, diyenler.
Dayanmak, katlanmak ve yaratmak bizim ana vazifemiz!
Terle, gözyaşıyla ve kanla yoğrulmamışsa, tek dizemiz yok, demektir.
Ve artık bu dağlar türkü doğurmuyorsa, suç kimindir?
Bize karşı uygulana gelen ve dinmeyen ilkel şiddet beslenmiş ve eğitilmiştir.
Hiçbir işe yaramayanların düşmanlık ordusunun ardında hep büyük güçler büyük devletler vardı
Artık bir cehennem olmuş denen Bulgaristan’da alfabesiz bir halkın sesi olmak ne zor, bilir misin?
Yıllarca susturulmuş, ezilmiş, yıldırılmış ve ana dilinde konuşması unutturulmuş bir halkın sesi olmak ne zordur bilir misin!
Utanç verici zulme boyun eğmeden dimdik durmak ne zor, bilir misin?
Hayat öyle bir şey ki, demir bile ateşin içinde kor gibi kızarmadan üzerine en büyük tokmakla da vursan çıkmaz özünden tek kıvılcım, yakamaz dünyayı iyilik saçan büyük özlem.
Ve benim bağırarak davet ettiğim: Ölüm kamplarını, sürgünleri ve darağacını seçenlerin artık politik sahneye çıkmasıdır.
Ve biz gibi kutsal günleri özlemiş bir şairlerimiz vardı.
Mehmet Emin vaktiyle şöyle haykırmıştı:
Bırak beni haykırayım susarsam sen matem et
Unutma ki şairleri haykırmayan bir millet
Sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir.
Burgas’ın Çingene mahallesine dikilen kilisesinde çan yok.
Ruslar bizim diyara son çanları getirdiklerinde yıllardan 1878’di.
Sofya’da 72 camii kiliseye çevrildiğinde bu çanlar takılmıştı.
Her halkın çan kalıbı yoktur.
Çansız kilisede ayin uzaktan duyulmaz.
Uzağı duymayan uzağı göremez.
Baksana Putin bile yakın geldi, Ankara’dan seslendi,
Anlayana “sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az!”
Bu yüzden yazımın başlığına BİRAZ SUSTULAR dedim.
Öte yandan biz Türklüğümüzden kaymaya devam ediyoruz.
Bu her yanı süslü hem görülen hem görülmeyen bir süreç
Kötü habere sevinenler bayram etsin!
Elektronik misyonda hedef açık.
Dünyada 6 bin dil var, 600’e indirelim, demişler.
Dili olmayan, konuşamaz, konuşamayan düşünemez, düşünemeyen yazamaz, yazamayan hak hukuk aramaz, hak hukuk aramayan ahırdaki hayvan gibidir, saman versen saman yer, vermesen bekler, demişler ve eklemişler: Prizi olmayan bir bilgisayar düşün, işte öyle bir şey.
Bu bizim yeni v i z y o n!
Demek biraz sustular ama ardından gelen fırtınaya bak sen!
Bizi getiren seldi. Unutma hepimizi yere sermişti!
Mutlu yıllar!
………………………………………………..
2014’te Bulgaristan politikasına daldık, o da öyle bir batak ki, yıl boyu içinde çıkamadık. Aslında biz Bulgaristanlı Türkler ve Müslümanlar, hatta bütün etnik halk topluluğumuzun Bulgar tek uluslu devlet politikasıyla öteden beri çatışma halinde olduğunu yazmadan yine geçemiyorum. Politika dediğin zaten zıt çıkarların devamlı kavgası gibi bir şey! Sosyal bunalımlar ne kadar derinleşirse çelişkiler de o kadar keskinleşiyor. Bu arada yeni yeni bağdaşmazlıkları da beliriyor.
Mesela 2014 yılının 25 Ekim günü yapılan erken meclis seçimleri sürprizler oldu. Milliyetçi Cephe (PF) adlı bir ırkçı ve son dönemde modern bir değim olarak sık sık kullanılan ksenefob yani Bulgar olmayan herkese düşman, ama bizim koşullarında hele de Çingene nüfusa amansız davranan bir siyasi parti 23 milletvekili ile parlamentoda kendine yer açtı. Bulgar ırkçılığının zehirli okları öncelikle Bulgaristan Türklerine ve Pomaklara karşı yöneliktir. Pomakların isim değiştirme ve asimilasyona karşı 1970–73 direnişleri unutulmadı. Yaşadığı yörelerde Müslümanlık kalelerini kontrol altında tutan bu büyükçe azınlık ağır ekonomik ve sosyal bunalım koşullarında da ahlakına bağlı kaldı ve özgün kültürünü yaşatabildi.
Bulgaristan’da aşırı sağ milliyetçi-ırkçı zihin yapısında Pomaklara karşı sert ve amansız tutumun tarihinde 1912–13 isim ve din değiştirmeye zorlama vardır ki, kimlik saldırılarının 1936–1944 yıllarında yinelemesi, 1970–73 arasında gemi aza alması ve daha sonra da dinmemesi, bu halk belleğinde büyük yaralar açmıştır. Ahlakına, sözüne, dinine ve kimliğine sımsıkı bağlı bu insanlar bugün de ırkçı (PF) partisinin her sözünden ve çıkışından tedirgindir. Çünkü (PF) partisi ortağı Makedonya İş Devrim Hareketi (VMRO) şu dönemde aşırı sağ cephede birleşti, Sofya meclisine ve Avrupa Birliği parlamentosuna gönderdiği vekilleri birlikte çıkardı. Bu parti Bulgar sağ cephe milliyetçi-ırkçılığına parlamenter statü kazandırdı.
Yeni durumda böyle nitelik çizgileri varken, “BİRAZ SUSTULAR”
sadık bir Türkler hükmetmiş, erk kurmuş, idare yol yöntemi bilen, herkesle iyi geçinmeyi başaran bir soy kültürüne sahip olduklarından çok tehlikeli olabilirler.
İkincisi Bulgaristan’ın yeni tarihinde ayaklanan bir tek azınlık varsa o da yine Türklerdi. Mayıs 1989’da başlayan ayaklanmaları politik nitelikli olmakla birlikte, 45 yıllı totaliter-komünist rejimin onlara karşı geliştirip uyguladığı asimile etme politikasını stop ettirdi ve olaylara yeni yön verdi.
Ardından BKP’nin (1944-1989) yıllık iktidarını deviren de onlar oldu. Böyle bir zihniyetle oluşan ve ülkede taban yaratmaya çalışan bu ırkçı parti ve onun en güçlü propaganda organı olan “Skat” televizyonu ve artık meclis kürsüsünden inmeyen yönetici ekibi – ellerinden geleni arda bırakmayıp ülkede korku, tedirginlik, güvensişzlik ortamı yaratıyorlar,