Mustafa İsen çocukluğunun geçtiği Nalköyü’nü anlatırken aynı zamanda muhacirlerin günlük hayatından, kültürel kimliğinden de okuru haberdar eder.
Nalköyü kitabı, Sakarya sınırları içinde yer alan bir muhacir köyünü anlatıyor. Prof. Dr.Mustafa İsen, çocukluğunu ve ilk gençliğini geçirdiği köyünü bir kitabın içine sığdırmış ve bu muhacir köyünün sofrasına bizi de buyur ediyor.
1953 doğumlu Mustafa İsen, Nalköyü’nün 1950’li 1960’lı yılları ağırlıklı olmak üzere, köyün Balkan Harbi sonrası kuruluşundan 1980’li yıllara kadar uzanan kültürel dönüşümünü, Türkiye’nin dönüşümüne paralel olarak anlatmış bize. Peki, niçin böyle bir kitap yazmaya ihtiyaç duymuş yazar diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Bunun cevabını yazarın sözcükleri ile verelim:
“Benden yedi sekiz yaş küçük yakınlarıma gördüğüm bazı şeyleri sorduğumda bunları hatırlamadıklarını fark ettim. O yüzden bu satırları yazmak ve bunları büsbütün unutulur olmaktan kurtarmaya çalıştım.”(s.180)
Ne de olsa söz uçar yazı kalır…
Kitap, bize Nalköyü’nü anlatmaya başlamadan evvel Osmanlı döneminde Türklerin Balkanlara nasıl yerleştiğini, 400 yıl boyunca orayı nasıl yurt haline getirdiğini, daha sonra Osmanlı’nın zayıflaması ile Balkanlarda yaşayan Türklerin baskılar sonucu anayurda göç ediş hikâyesini genel hatlarıyla anlatır. Bu açıklamadan sonra da okurunu Kuzey Bulgaristan’daki Deliorman bölgesinden Türkiye’ye göç eden muhacirlerin kurduğu Nalköyü’ne buyur eder.
Kitapta Nalköyü merkeze alınarak muhacir köylerinde – göç edilen Bulgaristan’daki Türk köylerinden miras kalmış- yerleşiminin nasıl olduğunu öğreniriz. “Bu yerleşimin temel özelliği, adeta bir mühendisin elinden çıkmış dümdüz bir yolun etrafına sıralanmış evlerden ibaret olmasıdır”(s.35)
Yazar, sadece köyün yerleşim düzenini anlatmakla kalmaz; köyü oluşturan evlerin içine kadar sokularak bir muhacir evini birkaç bölümden oluşan avludan, iç avluya, oradan evin içindeki ayrıntılara kadar anlatılır. Bulgaristan’da yaşayan bir Türk köyü iken geliştirilen ve Sakarya’ya bağlı Nalköyü’ne taşınan bu kültür, Türkçenin konuşulan dilde hissedilen ağzı ile düğünlere, komşuluk ilişkilerinden, misafir ağırlamaya, ramazanlara, bayramlara kadar sirayet etmiş. Elbette zamanın saatle değil de mevsimlerle, güneşin doğuşu ve batışı ile ayarlandığı yıllardır bu yıllar:
“Köy hayatında yaz ve kış diye iki mevsim vardır. Yaz 6 Mayıs’ta Hıdırellez ile başlar ve 8 Kasım’a kadar devam eder….Ben bahar ve sonbahar kelimelerini de ancak okula başlayınca öğrendim”(72)
Elbette köyde toprağın sürülmesi, ekin ekilmesi, hasadın yapılması ve bunu takip eden düğünlerin yapılması ve ardından kış hazırlığı da bu zamana göre belirlenen eylemler.
TAKASLA ALIŞVERİŞ
Yine yazarın anlattıklarından 50’li, 60’lı yıllarda Nalköyü’nde paradan ziyade takas yolu ile alış verişin yapıldığını öğreniyoruz. Kim bilir, belki de paranın girmediği bu sistem, insanları daha çok birbirine yaklaştırıyordu. Paranın köye girmesi, ancak 70’li yıllarda Karasu’ya fındık toplamaya gidenlere verilen yevmiyeler ile olmuş.
Artık nüfusun çoğunun şehirli olduğu bir hayatı yaşayan bizler için Nalköyü kitabı, çoktan geçmişe ait ayrıntılara dönüşmüş bu bilgileri anlatmakla kalmıyor; bu ayrıntıların içinde saklı olan sıcak insan ilişkilerini, geleneğin içindeki zenginliği, dayanışmayı da günümüze taşıyor aslında.
FUNDA ÖZSOY E. – Yeniçağ