Gülten RAYİMOĞLU
Tarih, insanlık için kimi zaman ibret, kimi zaman ise utanç vesilesi olmuştur. Bulgaristan’da Türk azınlığa uygulanan asimilasyon politikası, bu utanç dolu sayfalardan birini oluşturuyor. 1970’lerde Pomak Türkleri ile başlayan zorla isim değiştirme süreci, 1984 yılında Bulgaristan’daki diğer Türkleri de kapsayacak şekilde genişletildi. Bu karanlık dönem, yalnızca isimlerin değiştirilmesiyle sınırlı kalmadı; Türklerin kimliklerine, dillerine ve kültürlerine yönelik kapsamlı bir saldırının temelleri atıldı.
O dönemde, köylerde ve kasabalarda Türk halkı adeta nefes alamaz hale geldi. Asimilasyon politikalarına direnenler ormanlara kaçtı, uzak akrabalarının yanına sığındı. Ancak, devletin bu baskı mekanizmasından kimse kurtulamadı. Çünkü bu, bireylerin değil, devletin tepesinden organize edilen bir politikaydı. İnsanların isminden başlayarak kültürel varlıklarını silmek, onların geçmişlerini yok etmek için adım adım ilerleyen bir süreçti.
Türk halkının direnci zamanla yerini umutsuzluğa bırakıyor gibi görünse de bu sessiz bir kabul anlamına gelmiyordu. Nihayet, 19 Mayıs 1989’da Kırcaali’den yükselen bir kıvılcım, tüm Bulgaristan’ı saracak büyük bir direnişin fitilini ateşledi. Bu isyan, yalnızca Kırcaali ile sınırlı kalmadı; Mestanlı, Şumnu, Razgrad ve diğer bölgelerde yaşayan Türkler de ayaklanmaya katıldı. Artık sadece bir grup insanın değil, bir halkın varoluş mücadelesi söz konusuydu.
Bu direnişin en etkili silahlarından biri ise iş bırakma eylemleri oldu. Türk halkı, Bulgaristan ekonomisinin temel taşlarından biriydi. İş bırakma eylemleriyle birlikte Bulgaristan ekonomisi sarsıldı, sistem adeta felç oldu. Asimilasyon politikalarını uygulamaya çalışan devlet, bir gerçeği görmezden gelmişti: Türk halkı olmadan Bulgaristan’ın ekonomik ve toplumsal yapısı ayakta duramazdı.
Direnişin ardından, Bulgaristan devleti uzun süre kendine gelemedi. Türklerin direnişi sadece bir hak arayışı değil, aynı zamanda insanlık onurunun bir ifadesiydi. Bu olaylar, baskıyla yönetilen politikaların eninde sonunda başarısızlığa mahkûm olduğunu kanıtladı. Ancak geride, bu politikaların yarattığı derin yaralar ve acı dolu hatıralar kaldı.
Bugün, Bulgaristan’da bu dönemi hatırlamak, unutmamak ve unutturmamak her iki taraf için de büyük bir ders niteliğinde olmalıdır. İnsanların isimlerini, dillerini, kültürlerini değiştirmek, aslında bir halkı köklerinden koparmaya çalışmaktır. Ancak tarih bir kez daha gösterdi ki, bu tür politikalar halkların direnişi ve dayanışması karşısında daima yenilgiye uğrar.