Dr. Mustafa KAHRAMAN
Bu benim ilkyazım. Son yıllarda BG Haber’i izledim ve yazılanları bilgilendirici buluyorum. Bilenler zaten biz her şeyi biliyoruz inancıyla yaşadıklarından, onlara da bilmediklerini anlatıp, gözlerini açmak kanımca yararlı olur. Ben bir hekimim, hastalarımı tedavi etmek için elimden geleni yapıyorum, ama önemli olan insanın SAĞLIKLI BİR KAFAYLA, YÜKSEK BİLİNÇLE, KUVVETLİ BİR ALGILAMAYLA yaşaması ve yenidünyaya yeni bir bakış açısıyla bakması en önemli olandır. Burada “yeni” olanın her gün değişen, kendini sürekli değiştiren ve yaşama uyum sağlayan ve onu etkileyendir.
Konuma giriyorum.
Bugün günlerden Cuma, 08 Mayıs 2015, yarın dünyanın bir daha Moskova’ya bakması ve İkinci Dünya Savaşı’nda Birleşik Ulusların Kazandığı BÜYÜK ZAFER’in 70. Yıldönümü kutlanacak. İnsanlık tarihinin en modern silahlarla en dev askeri-teknik ve teknolojik imha silahı gösterisi düzenlenecek. Putin, konuşacak ve “Bizden güçlü olan yok!” diyecek.
İkinci Dünya Savaşı’nda Türkiye baştan sona tarafsızdı. Yüce Atatürk’ün “Ülkede Barış, Dünyada Barış” ilkesine sonuna kadar bağlı kaldı.
Bulgar Çarlığı da “TARAFRSIZDI.” Üç kere “tarafsızlık” ilan etti. Bir Moskova’ya bir Berlin’e bakarken, Güney Dobrıca’ya kondu, 650 bin askerini bugünkü Makedonya ve Yunanistan’ın Batı Trakya bölgesine konuşlandırdı Ege Adaları’na çıktı. Bugünde Bulgar meclis kürsüsünde, “o Büyük Bulgaristan” sevdalı ateşin henüz sönmediğini, “Üç Denize Çıkan Büyük Bulgaristan” hevesinin bazı kitaplarda işlendiğini görüyoruz. “Benim olan benimdir, diğerlerinde de payım olmalı mantığına dayanan bu politikayı Bulgar-Türk sınırına gerilen 3 metre yüksek 8 katlı dikenli tel duvarda görmek zor olmasa gerek. Ülkenin NATO’ya üyeliği, Avrupa Birliği üyeliği Bulgar’ın milli bencilliğinde değişikliğe henüz neden olmuyor. Oysa AV sınırların kaldırılması, bu arada üyeler ve aday üyeler arasında da hudutların kaldırılması, NATO’nun tüm üyelerin arasında engelsiz birlik ve ortak savunma için kurulmuş olması da şimdilik havada yel, kayıkta su olmaya devam ediyor. Uluslararası sözleşmelerin uygulanışına sanki Balkan nüansı getiriliyor.
Bu doğru bakıp, ters görme, doğruyu konuşuyorum deyip yemin ederek, yalanları kıvırma politikasının temelleri daha 9 Eylül 1944’te atıldı. 10 Kasım 1989’a kadar yürütülen Bulgar propagandası 9 Eylül 1944’te BÜYÜK BİR SOSYALİST DEVRİM yapıldığını anlattı. Oysa devrim olmamıştı. “Sovyet Ordusu Bu Deva Bulgaristan’ı Hitler Almanya’sından Kurtarmaya Geliyordu.”
Kimsenin burnu kanamadan gerçekleştirilen s.o. “sosyalist devrim” şöyle olmuştu:
6 Eylül günü Harp Bakanı Marinov, nahiye Mihov’tan hükümeti “Zveno” grubuna ve Vatan Cephesine devretmesini istemişti. Aynı bakanın emriyle 8 Eylül gecesi, son günlerde Bakanlar Kurulu toplantılarının yapıldığı Harp Bakanlığı yan kapısı açıldı. “Zveno” grubundan bir grup darbeci bakanlığa girdi. Başbakan Muraviev görevinden indirildi ve Kimon Georgiev yönetiminde Vatan Cephesi hükümeti kuruldu. Sabah saat 6.30’da yeni başbakan yeni hükümetin programını radyodan sundu. Bu açıklamada, eski yöneticilerin Bulgaristan’ı bir Alman üssü haline getirdiği, Bulgar halkını da köle ettiği belirtildi. Bu açıklamayla Tırnovo Anayasası askıya alındı, Halk Meclisi dağıtıldı ve politik partiler yasaklandı.
“Devrim” gecesi, intihar eden bir asker dışında ölen kalan, tutuklanan, ezilen olmamıştı. Bulgaristan’da dahaönce de 2 darbe olmuştu. Bu üçüncüsü ülkeyi Moskova emrine bırakıp halkı köle etmeye hazır “Zveno” grubu tarafından gerçekleştirilmişti. O gece Sovyet ordusu Tuna ırmağını henüz geçmemişti. Partizanlar da Balkan’da mışıl mışıl uyumuştu. Uygulanan plan, Stalin’in Rusya devlet sınırları çevresinde güvenilir peyk devletler çemberi oluşturma niyetine uygundu.
Sofya’daki hükümet değişikliği haberini 9 Eylül 1944 sabahı alan Stalin “Çetin çarpışmalar sonunda Bulgaristan’ın düştüğünü, bu büyük zaferin kazanılmasında büyük hizmetleri olan 7 General, büyük sayıda deniz ve hava subayının ödüllendirildiğini duyurdu ve aynı gece Moskova’da 224 topla 20 pare ateş edilmesini ve zaferin kutlanmasını emretti.
Bulgaristan Almanya’ya savaş ilan etti.
Kimon Georgiev kabinesine komünist militanlardan Anton Yugov İç İşleri Bakanı, Minço Neyçev de Adalet Bakanı oldu. Daha ilk gün 20 bin kişi tutuklandı. Hitler Alamyası’ndaki “Volksgerichthof” örneği “Halk Mahkemeleri” kuruldu. Hitlerci oldukları gerekçesiyle 2 730 kişi ölüm cezası aldı, 7 000 kişiye de değişik süreli hapis cezası kesildi. Yargı terörü Moskova emriyle işliyordu.
Bu arada yeni Sofya hükümeti, 1941’de girdiği Makedonya ve Yunan topraklarından hemen çıkması için baskı altına alındı.
Bulgaristan’ın 9 Mayıs 1945’te sona eren savaştan sonraki kaderi üstüne Kahire ve Moskova’da ABD, İngiliz ve Sovyet heyetleri arasında birçok görüşme yapıldı.
Bu görüşmelerin sonunda Bulgaristan’ın % 75 Sovyet, % 25’de Batı devletlerinin nüfusu altında kalmasına karar verildi. Fakat 1945 -47 yılları arasında Bulgaristan’da bulunan 600 000 Sovyet askerinin yoğun baskısıyla ülke tamamen Moskova’nın komünist düzenine kaydırıldı. Sovyet askerleri başkent Sofya etrafına, Stara Zagora, Kazanlık yöresine ve Sırbistan sınırı yakınlarında Kuzey Batı Bulgaristan’a konuşlandırıldı.
Moskova Antlaşması’nın 15. Maddesine göre, Bulgaristan’a üslenen Sovyet askerlerinin tüm masrafları, yakıt ve gıda ihtiyaçları Bulgar hükümeti tarafından karşılanacaktı.
Birkaç rakamla o zamanki gerçek duruma işaret etmek istiyorum:
Bulgar topraklarına yerleşen Kızıl Ordu birliklerinin ilk 4 aylık masrafı 20 milyar 558 milyon 194 bin 3 61 levayı buluyor. O günlerin Bulgar Maliye Bakan’ı hesaplamalarına göre, günlük gider 152 milyon levayı buluyor. 3.5 yıl Bulgaristan’da kalan Alman askerleri için yapılan toplam masraf ise sadece 3 milyar 656 milyon 852 bin 000 leva olduğundan, 4 ayda Sovyet ordusu için yapılan harcamanın üç buçuk yılda Alman ordusu için yapılan harcamadan defalarca daha fazla olduğu görülüyor. 1945’te 43 milyar olan Bulgar devlet bütçesinin yeni masraflara dayanamadığı ve ülkenin iflas eşiğinde bulunduğu ortaya çıkınca paralar Moskova’da basılmaya başladı ve bol keseden harcama devam etti.
Bulgaristan’da 1944’e kadar Alman yatırımlarıyla 185 sanayi tesisi kurulmuştu. Bunların hepsi Sovyet emrine geçti. 18’i tütün işleme ve sigara işletmesiydi ve bunlarsa 1990’a kadar Moskova’nın mülkünde kaldı. Tüm tarımsal üretim, tütün, gül yağı, madenler, hayvansal ürünler Sovyetlere taşınmaya başladı.
Sovyet askerlerinin ülkemizde kaldığı 2 yıl içinde tüm kuzu ve toklular, danalar ve hatta damızlık inek ve mandalar kesildi ve askeri ihtiyaçlar için verildi.
1947 sonlarında Sovyet Ordusu Bulgaristan’dan çekilirken, komutan Çerepanov şunları not etmişti: “Biz çekilirken artık Bulgaristan komünist çizmenin altına iyice girmişti.”
1944-1947 yılları arasında ülkemize ve halkımıza verilen büyük zarar ilgili 1990’dan sonra Sofya hükümeti tarafından herhangi bir istekte bulunulmasını önlemek amacıyla 1997’de Moskova parlamentosu bir Federal Yasa kabul etti. Bu yasaya göre, Bulgaristan İkinci Dünya Savaşı esnasında Savletler Birliği’ne karşı savaşmış olan devletlerin yanında yer alan bir DÜŞMAN DEVLET olarak nitelendi ve tazminatta bulunabilme yolumuz kesildi.
Burada açıklanması gereken bir olay da şudur: Bulgaristan’a girdiğinde Sovyet ordu komutanlığı faşizm yılları Bulgar devlet arşivini de bir SAVAŞ GANİMETİ olarak alıp Moskova’ya götürmüştür. Rusya Federasyonu yukarıda sözü elilen yasayı kabul etmekle aslında Bulgar devletinin kendi arşivini geri alma yolu da tıkmış oldu. Kuşkusuz, 2006’da açılan “DS” arşivlerinin de bir işe yaramadığını, askeri istihbarat arşivi açılmasının da yolunun yeniden tıkandığını dikkate aldığımızda, aslında “bağımsızlıktan”, “tarafsızlıktan”, NATO üyeliğinden vb. vb dem vuran Bulgar makamlarının aynaya biraz daha dikkatle bakıp, tarihin hakiki resmini görmelerinde yarar olacağı kanısındayım.
Bu yüzden 1990’dan beri bir türlü belini doğrultamayan bir Bulgaristan var karşımızda. Olmuyor işte diyenlere hak vermek istiyorum.
Fakat her şeyin yeniden yeşermesi ve istediğimiz şekilde olması için BİLMEDİKLERİMİZİ DE BİLMEMİZ, ÖĞRENME ÇABALARIMIZI MUTLAKA YOĞUNLAŞTIRMAMIZ GEREKTİĞİNE HER ZAMANKİNDEN FAZLA İNANIYORUM.
Büyük Zafer kutlamalarının bir de bu anlamı var.
Okuduğunuz için teşekkür ederim.