01 Mart 2018
KÜLTÜREL ETKİLEŞİM DERNEĞİ – SOFYA / BULGARİSTAN
Seminerde sunum
Tarih: 28 Şubat 2018 (Çarşamba)
“Bilge Kral” – Aliya İzzetbegoviç
Büyük bir düşünür, siyaset adamı ve ideolog
Bir Osmanlı uç beyinin torunu olarak, 1925’te Bosna’daki Samaç kasabasında dünyaya gelen Aliya İzzetegoviç, hayat yolunu Bosna-Hersek Cumhurbaşkanı olarak, 2003’te tamamladı. Soyadındaki “Beg”, onun doğuştan bir “BEY” olduğunu anlatır.
Batı Rumeli’deki Beylikler, 1463’te Bosna ve 1483’te Hersek Osmanlıya katılır. Halkının büyük çoğunluğu Slav kökenli olan Bosna-Herek’in İslam’la tanışması Sultan I. Murat zamanına rastlar. Bu topraklarda derin dini, maddi ve manevi izler bırakan Osmanlı kalıtından, 1878 Berlin Konferansından -1990’a kadar süren ateş çemberi içinden Boşnak – Türk ulusu ve ulus devleti doğmuştur.
Bağımsız Bosna Herek’in Cumhurbaşkanı olarak, Osmanlı’dan sonra Balkanlarda askerini “ Selamı Aleyküm!” selamıyla selamlayan lider odur.
Aliya İzetbegoviç’in siyasi hayatı 16 yaşında “Genç Müslümanlar” (El-Hayriye) örgütüne üyeliğiyle başlamış (Büyük) İslam Devleti kurma idealine kadar yükselmiştir.
Hayatı, 2 yanı gül bahçeli bir yol değildir. Onun, felsefi ve siyasi fikirleri, açık ve parlak dünya görüşü, kitap raflarından toplanmış kırıntı derme çatması, bir taklitçi ustalıyla çatılmış alıntı derlemesi değil, kendi kafasında doğan ve siyasi-hayatta yaşam hakkı hak eden çok esaslı düşüncelerdir. 1983’te basılan “İslam Deklarasyonu” ve 1970’de çıkan “Doğu ve Batı Arasında İslam” gibi eserlerinde, Batı düşüncesinin tüm kaynaklarını özümseyişi, İslam düşüncesi üzerinde kafa yoruşu, içinde bulunduğu sosyalist siyaset ve kültür içinde yaratması, İzzet Begoviç’i Batı İslam’ının en büyük düşünürü, siyasi militanı, lideri ve Bilgesi yapmıştır. Bu iki eserinde savunduğu fikirlerinden dolayı, o Tito rejimince 14 yıla mahkûm edilmiştir. Ömrünün 10 yılını hapiste, 10 yılını da Cumhurbaşkanı olarak geçirmiş, kendi fikirlerinde sürekli derinleşme ararken, İnsanın var oluşsal sorunlarını hiç gündemden indirmemiş, bükülmez bileğine ve yenilmez iradesine devamlı su vermiştir. “İslami Yeniden Doğuşun Sorunları”, “Özgürlüğe Kaçışım”, İslam Manifestosu” , “Köle Olmayacağız”, “Yeniden Doğuş”, “Tarihe Tanıklığım” ve “Bosna Mucizesi” gibi eserlerinde tüm insanlık sorunlarına yoğunlaşırken – İslam dünyasının uyanacağını savunmuştur. Olay bizim için olağan üstü önemlidir. Çünkü biz Bulgaristan Müslümanları da Batı İslam’ına dahiliz. Bu olay son derece önemlidir, çünkü yakın komşu ve kader kardeşi Boşnak Müslümanlarla biz aynı yolu yürürken onların yaptığını yapamadık. 1989 Mayısında biz de acılarımızı ateşe vererek Ayaklandık, ama mürüvvetimizi göremedik, Bosnalılar Batı Balkanlarda üçümcü Müslüman devletini kurdular, Avrupa ve dünya siyasetine zafer bayrağı dikerek katıldılar. Bu göndere sancak çeken Aliya İzzetbegoviç’ti. O, direniş hareketinin içinden süzülürken Demokratik Eylem Partisi’ni kurdu. 5 Aralık 1990 tarihinde Bosna’da genel seçimleri kazandı. Cumhurbaşkanı oldu. 1 Mart 1990’da gerçekleştirilen referandum sonrasında Bosna-Herzek bağımsızlığını ilan etti. Ardından Sırplar ülkeyi işgal etti, katliamlar yaptı, 250 bir Boşnak ve Hırvat öldürüldü, 1 milyonu mülteci durumuna düştü. Ülke yönetiminin % 51 Müslümanlara ve Hıristiyan Hırvatlara, % 49’u da Sırplara veridi.
Bu bakıma, Politik isyan yapmış, politik doğumda bebesini kaybetmiş ve acıyı bağrında taşıyan biz, Bulgaristan Müslümanlarına durmamız yeri ve bakmamız gereken noktayı gösteren liderdir.
İzzetbegoviç’in kısaca felsefesi, siyaseti ve dünya görüşü.
Hemen ilavede bulunayım, Aliya İzzetbegoviç faktörü olmadan ve anlaşılmadan Bosna bağımsızlık mücadelesi anlaşılamaz. Halkının yetenek ve zaaflarını iyi kavrayan, Sırp ve Hırvat saldırıları karşısında, yalnız kalan çaresizlerle soluklanırken, onların direniş ruhunu diri tutmayı başaran, halkının değerlerine sahip çıkan ve entelektüel ve siyasi olarak yeniden yeşerten bir önderdir.
Bu sunumun sonunda, Yugoslavya Federatif Cumhuriyeti’nin 7 bağımsız devletlere bölünmesi, İç Savaş, Dey tın Barış Anlaşması, Srebrenitsa katliamı, Bosna – Hersek mezalimini üstüne İzzetbegoviç’in Türklere Mektubunu hepinize dağıtacağım.
Konunun derinliğine girmezden önce, şuna da değineyim. Boşnak dilinde “Mostar” “köprülü şehir” demektir. İzzetbegoviç, köprüleri yıkılan bir halkı, bir ülkeyi, yeniden inşa eden lider örneğidir. O, Osmanlıdan sonra topraklarını ve devletini kaybeden bir toplumun medeniyetini korumak için verdiği göz kamaştırıcı mücadelede, tarih yazanların kahramanıdır. Bosnalı Müslümanları asimile ederek kimlikleri silinmeye yönelik sistematik uygulamalara karşı din, felsefe, siyaset ve ideolojini her dalında direnirken, zulmün her türüne katlanarak, aydın sorumluluğunu yerine getirmiş, komünist yönetime ve ırkçı şovenizme karşı kitle direnişlerinde öncü ve önder olmuştur. Bu özelliklerinden ötürü halkı ve mazlum halklar ona Bilge Kral dedi. Düşmanlarının kişiliğine saygı duyduğu Aliya İzzetbegoviç’in bir kahraman-deha olarak bütünsel anlaşılmasında ve örnek alınmasında, modern zamanlarda verilen hak ve özgürlük mücadelelerinin, etnik toplulukların, azınlıkların ve ulusların kendi kaderlerini belirleme, adil demokratik düzen ve sivil toplum oluşturma davasının temellerini oluşturduğunu belirtmek isterim.
İzzetbegoviç’in felsefî görüşleri.
Onun felsefesi, kıta Avrupa’nın göbeğinde acı bir sestir. Felsefi görüşlerini biçimlendirirken 15. yüzyılın son çeyreğinde, Hıristiyan Avrupa’nın, Endülüs’te 3 milyon Müslüman’ı soykırımdan geçirdiğini hiç unutmadı o. Öldürülenler, Orta Çağı Avrupa zifiri karanlığına ışık taşıyanlardı.
20.yüzyılın son çeyreğinde yani 500 sene sonra, aynı Hıristiyan Avrupa, bu defa Müslüman Bosna’yı ikinci bir Endülüs yapma konusunda çoktan karar almıştı. İşte böyle bir ortamda, Aliya İzzetbegoviç, “Doğu ve Batı Arasında İslam” eseriyle Boşnakların acı ruhuna Mesih’in kutlu nefesi gibi geldi. “Ölümden sonra Allah yeryüzünü diriltecek” düşüncesiyle o, insanları korkulu rüyadan uyandırıp diriltmiştir. Bu bakıma o, Batı İslam’ında bir mucizedir.
“Doğu ve Batı Arasında İslam” – Birinci Dünya Savaşından sonra doğan Bolşevizm-komünizm ile faşizmin İkinci Dünya Savaşında birbirine ölümcül darbe indirmesinden sonra, “Soğuk Savaş” döneminde kaleme alınmıştır. Birinci baskı 1980’de çıktı. İslam dünyası da dahil, bütün dünya bu çatışmanın içine itilmiş bulunuyordu. Yukarıda işaret ettiğim gibi, kıyasıya çatışan güçler klasik nasyonal sosyalizmden doğan BOLŞEVİZM (komünizm) ile ırkçı nasyonal sosyalizmden doğan Nazicilik (faşizmdir.)
Aliya İzzet Begoviç’in cevap aradığı sorular hangileriydi? Bu çatışmada İslam’ın yeri nerededir? Rolü var mı dır? O kitabında bu 2 soruya yanıt aramıştır.
Dünya görüşünü 3 kümede toparlıyor.
Birinci küme: İdeal (onun değişiyle dinî yani manevi) olan. Batı felsefesi buna ruh yani Tin diyor.
İkinci küme: Maddeci (materyalist) Bir felsefe kategorisi olarak bunun adı Meta’dır.
Üçüncü küme: İslam’dır. Begoviç, “din” ile “İslam’ı” aynı görmüyor, Onun dünya görüşünde “din eşittir İslam” diye bir şey yok.
Yani Begoviç’in felsefesini anlatan bir felsefe hocası, din ile İslam arasına eşitlik işareti koyamaz. Ona göre, İslam’ın dinden daha geniş, daha kapsamlı bir manası vardır. Bu nedenle olacak, bu eserin Türkçeye çevirisinde “maneviyat” yani Bulgarcası“duşevnost” kavramı kullanılmıştır.
Başka bir değimle, bu 3 kavram, şuur (bilinç), tabiat (doğa) ve İnsan’dır. Aliya İzzetbegoviç ise İNSAN’ı felsefenin tam ortasına çeken düşünürdür.
Aslında, en eski zamanlardan bugüne kadar, ortaya atılmış tüm felsefi görüşlerde ruh ve madde gibi iki cevher vardır. Bunların ikisinin mahiyetleri ve manaları birbirinden değişik, birbirinden bağımsızdır, fakat aynı anda bir arada mevcut olarak telakki edilişlerine, yani beraber kabul edilişlerine, algılanışlarına ikilik, ikicilik, düalizm denmiştir. Dinde buna İki Tanrılık denirken, müzikte “minor” ve “major” birliği anlamına gelir.
İdeoloji, felsefe ve düşünce sistemi bu üç temel dünya görüşüne dayandırılırken, birinde “esas varlık ruhtur”, ikincisinde “maddedir” ve o ruh ve maddenin bir arada var oluşunu taşıyan, simgeleyen ise İNSAN’ dır. Ruh ve madde ebedi (sonsuzdur). İNSAN ölümlüdür.
Kouyu biraz daha açabilmem amacıyla şu cümleleri de söylemem gerekir:
1) Felsefenin ikiciliğe tahammülü yoktur. Çünkü var oluş monistir. Yaratan tektir.
2) Düşünce hayata hakim olamaz.
3) İnsan olarak biz 2 gerçek arasıdayız. Bunlardan birisini ya da ikisini de reddedebiliriz, ne ki onların dışına çıkmamız, onların dışında var olmamız mümkün değildir. Başka bir değişle hayat bizim onu ne kadar anladığımıza bağlı değildir.
4) Yaşamda öz olan isteyerek ve nihaiyi manayı anlayarak yaşayıp yaşamamamızdır
5) Her hayat ikilidir. Tekli hayat gayr-i mümkündür!
İzzetbegoviçin felsefesinde İnsan “dünyanın içine” veya “sosyal hakikatin içine” itildiğinden beri 2 hayat yaşar. İnsan bir tek hayata inanabilir, yani yaşadığı hayata, fakat yaşadığı müddetçe 2 hayat yaşar. Olay şöyledir ki, dış hayattan ayrı bir hayatın mevcudiyeti hakkında aklî delillerimiz yoktur; fakat insan hayatının sadece üretim ve tüketimden ibaret olmadığını açıkça hissetmekteyiz. Şu da var, hakikate keşfetmekle uğraşan bir bilim adamı bir feylesof, yalnızca düşünmekle daha yüksek olan öbür hayatı keşfedemez.
Bu düşüncesini geliştirirken Begoviç, Kuran’ın, “Kasas” Süresi’de 77. ayete dayanır: “Allah’ın sana verdiği şeylerde ahi ret yurdunu ara. Dünyadan da nasibini unutma. Allah’ın sana iyilik yaptığı gibi, sen de iyilik yap ve yeryüzünde bozgunculuk isteme. Çünkü Allah bozguncuları sevmez.”
Burada, İdealist ve Maddeci felsefede olmayan BİLME ve OLMA gibi 2 felsefi kavram ortaya çıkar. Bu tezin Kuran’daki dayanağı “Allah Muhsinleri sever!” vahisidir. Burada “Muhsinler” – iyiliksever, cömert olanlar, anlamındadır.
Gençliğinde ateist bir lisede okurken, Batı klasikleriyle tanışan, Hegel, Kant ve Spinoza’yı gören Aliya İzzetbegoviç, idealist, materyalist ve İslam olmak üzere, üç dünya görüşünden İslam’ı seçmiştir.
İSLAM bilme demektir, bir şeyin yapılması anlamına gelir, deyen İzzetbegoviç, İnsan’da yapılanın nasıl yapıldığını anlamak ve anlatmanın gizli olduğunu, “Bilme” ve “Olma” arasında bölünmez bir bütünlük olduğunu görmüştür. Ve o bu keşfini “Doğu ve Batı Arasında İslam” eserinde geliştirmiştir.
Olay, bir siyasi görüş olarak işlenirken, Batı Doğuya sömürgeci olarak gelmiş ve birkaç yüzyıl hükmetmiştir, gerçeği ortaya çıkar. Bosna Batı ile Doğu medeniyetinin yüzleştiği ve kıvılcımlaştığı kırmızıçizgidir. O, Bosna halkını yenidünya görüşüyle uyandırıp, ona dünyaya başka bir açıdan bakan yeni geniş bir pencere açmış. Onun örneğinde oluşan Bosna kimliğini bağımsız ve egemen, öz devlet kavgasına davet etmiştir. Onun DEHALIĞI, uykusunu bozmaz, uyanamaz, yerinden kımıldamaz, dönüşemez, modernleşemez denen Doğu’da, (Bosna’da) geleneksel toplumsal ilişkileri, ulus devlet ilişkisiyle değiştirebilmiş olmasında gizlenir. “Doğu ile Batı Arasında İslam” eserinde, “DİRİLİŞ KONUSU” geleneksel bir Batılı aydın gözüyle analiz edilmiş ve soyutlanmıştır. Batı’nın yani Avrupa kıtsının içinde bulunan “Doğu” yani “Bosna”, (ilkönce) tarihsel, kültürel ve dinsel olarak Doğu’ya ait olarak görülse de, Doğu-Baı sınırının değişken, hareketli ve koşullu oluşuna işaret edilmiştir. Biz, Doğu’da bulunan, ama Batı koşullarında yetişen bir düşünürle yüz yüzeyiz, onu inceliyoruz. Bosna hiçbir zaman Doğu politikasında olmamı, ama Batı siyasetinin mihverinde yer alındı.
İki: İzet Begoviç, modernleşme damarları doğuştan tıkalı olduğu düşünülen Doğu Dünyasını dönüştürme anahtarı aramıştır. Fikrimi anlatabilmek için bu defa tarihe dönüyorum: Devlet, Doğu’da oluşmuş ve yapılanmıştır. Batı Dünyasının Doğu üzerindeki üstünlüğü ise, Yeni Çağda başlamıştır. Bugünkü Fransa’nın Leon vadisindeki, Puatiye’de General Martel’in orduları Endülüslülerin Avrupa’ya yayılmasını durdurmasaydı, (bu, bir tesadüf eseri de olmuş olabilir) Avrupa papazları karanlıkta kıvılcım aramaya devam edecek, içersi daha da kararsın diye kilise camları iyice kapatılacak, eski kıta yüzüstü kalacak ve kapitalizmi doğuran reformculuktan, Yenilenişten, Protestanlıktan ve emek disiplini gibi iş-sermaye ilişkilerinden söz bile edemeyecekti.
Begoviç, Kuran’daki “kaynama”, “arınma” ve “temizlenme” kavramlarından hareketle, Doğu’da yani İslam Dünyası’nın özünde olduğu gibi, “Busna’da da) büyük bir dönüşüm potansiyeli gizlendiğini görebilmiştir. Bu potansiyelin İslam’da olduğunu duğrulamıştır.
Doğu’nun bir İslam Dünyası olarak görülmesi VII. Yüzyılda başlamıştır. İslam, Doğu’daki üretim ilişkilerini ve üretim güçlerini değiştirmiş, Doğuya yeni ahlak, Müslüman ahlakı ve adil düzen, Şariat düzeni getirmiştir. Fakat Doğu toplumunun üst yapısı yıkılıp emperyalist veya Bolşevik egemenlik uygulanınca, sosyal ve kültürel çöküş başlamıştır. Begoviş, toplumu derleyip toparlayıp yeniden uyandırma, diriltme, bağımsız ve egemen ulus devlet yolunda birleştirme gücünü DİN’de görmüştür. O eserlerinde, İslam’ın yalnız bir din olmadığını defalarca belirtmiştir:
- Din ahlaktır, onu hayata geçirmek ise terbiyedir.
- Biz de zalimlerden olursak, zulme karşı savaşmamızın bir anlamı kalmaz. Kitaba uyacağız.
- Kur’an ve İslam sadece hocalara bırakılmayacak kadar önemlidir.
- Bütün yücelik ve şükran Allah’a aittir ve insanların gerçek kalitesini, ancak Allah tespit edebilir.
- Gerçek siyaset İslam’ın içindedir. Uygulama Müslümanların ortak hakkıdır. – Aliya İzzet Begoviç.
O, Batı’daki Aydınlık ve Rönesans dönemlerinin güç kaynağını, son hesapta, Dinden aldığını görmüştü. Hegel’i okumuş, diyalektiğin yasalarını iyi bilen İzzetbegoviç, Türk halkının Osmanlıyı olumsuzlayarak, ulus-devlet modelinden, dünya emperyalizmini dize getirerek başarıyla uygulamasından ilham almıştır. Müslüman bir halkın tükenmez gücünün imandan kaynaklandığına inanmış biri olarak, o İNSANOĞULUUN hayattaki ödev ve rolü üstüne düşüncelerini çok inandırıcı bir ustalıkla dizmiştir. Onun eserlerini inceleyen, bu yazarın Fransız Devrim Klasiklerini, evrim, devrim, kitle ve din psikolojisi stüdyolarını iyi etüt etmiş olduğunu hemen anlar. Doğu ile Batı Arasında İslam, İzzetbedoviç’in olgunluk çağında, 50 – 55 yaşlarında, İkinci Dünya Savaşından önce, savaşta ve sonra, Bosna halkının ezgin, çilekeş, baskın durumunda değişiklilikler olmadığı, egemenlik haklarının tanınmadığı, din adamları ve aydınların ağır günler yaşamaya devam ettiği bir dönemde yazılmıştır. Derin bir felsefi eserdir. Bununla birlikte, devrimci dönüşümün olmazsa olmazı olan bilinçli İNSAN’ı, İslam’ın sonuç belirleyici tarihsel rolünü siyaset sahnesinde yüceltmiştir. O, tarihi, kuralsız kitapsız bir alın yazısı, başkalarının rotasız gemisinde yolculu olmaktan kurtarıp ruhu ve maddeyi birleştiren İNSAN’ın eline vermiştir. Uyanışın, dirilişin, dönüşümün, üstünlük ve yenilginin tarih gemisindeki kaptanı İNSAN’dır deyen, odur.
Tito rejimi bu fikirlerin sahibini 14 yıl mahkûm etti. 10 yıl içerde kaldı.
Şimdi “Doğu ile Batı arasında İslam” eserini kapatıp, Boşnaklar ve diğer Müslüman halklar için siyasi ve ideolojik önemi çok büyük olan İSLAM DEKLARASYONU eserini açalım.
Bu, 20. yüzyılın sonunda başarılı olan, Panislâmcı bir ideoloji ve siyaset doktrinidir.
İSLAM DEKLARASYONU, Müslümanları ve Müslüman Halkları İSLAMLAŞTIRMA programı olarak yazılmıştır.
HEDEFİ: Müslümanları İslamlaştırmak,
ŞİARI: İnanalım ve Mücadele edelimdir.
İslam’ın öteki dinlerden üstünlüğünü kanıtlamak için yazılmamıştır.
Tek bir amaçla kaleme alınmıştır: Müslüman olduklarının bilincinde olan, imanı kalplerinde taşıyan ve daha ilk çatışmada hangi cephede yer alması gerektiğini, kesin bilen kardeşlerimize siyasi ve ideolojik kılavuzdur.
Bu eser, Müslümanların tarihten gerekli dersleri mutlaka çıkarması için bir çağrıdır.
Kaleme alındığı 1960’lı – 70’li yıllarda Müslüman Dünyası emperyalizmin sömürgecilik zincirlerini kırmak için ulusal kurtuluş savaşlarına uyanmıştır. Kuran ilhamıyla fokur fokur kaynayan dünya, Kuran’da olmayan ama İslam’ın özünde yer alan, milli devrim ve milli devlet siyasetini hayata çağırmıştı. Düşüncelerine kuşku duyulmasına fırsat tanımayan İzzetbegoviç, XX. yüzyılın Birinci Yarısı’nın yani “pasiflik” ve “uzlaşma” zamanlarının tarih olduğuna vurgu yaparken, emperyalist devletlerin Müslüman halkları manevi çaresizlik, mali, maddi ve politik bağımlılık içinde tutmak için yeni biçimler kullandığına işaret etti. İslam Dünyası Müslüman halklarındır şiarını yükseltti. Onun yarattığı yeni ceo-politik ve stratejik siyaset, Müslüman halkları İslam Dünyası yönetmeye, kaderini kendi ellerine almaya çağırdı. Bu fikirler Bosna’da kıvılcım çaktı. Olumlu örnekler parladı. Türkiye Milli Kurtuluş Savaşını kazanmış, Mısır ve Cezayir halkları ayaklanmış, Pakistan Cumhuriyet ilan etmiş, Kıbrıs Türkleri enosisçilere karşı silaha sarılmıştı. Bağımsızlık ve egemenlik fikir ve planlarını gerçekleştirmek uğruna örgütlü birlikte buluşma gereği Deklarasyon’da yeni olandı. Begoviç, “örgütlenin ve birlik olun” vahisini beklemeden, bir İnsan, Bir düşünür, bir lider olarak, kardeşlerini teşkilatlı birliktelikte uyanmaya çağırdı. Nitel olarak yeni olan buydu. Deklarasyon, aranan birliğin siyasi ve ideolojik temeli oldu.
Son noktası 1980’te Saray Bosna’da konan bu bildiride yer alan ana siyasi fikirler şunlardır:
- Bağımlılıktan, geri kalmışlık ve yoksulluğun kör düğümünden kopmak;
- Kaderi kendi ellerimize almak için cahillikten, eğitimsizlikten kurtulup onurlu ve
Doğru yolu seçmek;
- Bosna’da kahraman, deha ve üstün vasıflı olmanın kaynaklarını yeniden açmak;
Bu amaçlara ulaşabilmek için ise, Begoviç kişisel yaşamın her dalında olduğu gibi ailede ve toplumda da İslam’ı bir kolektif (ortak) hak olarak kullanmaya, özgürlük pınarından içmeye çağırırken, Fas’tan Endonezya’ya kadar tek doku İslam topluluğu yaratmaya ve İslam ibadetine yeni bir hevesle kalpten sarılmaya davet etti. O, bu hedefi uzak ve imkânsız bulanlara, “olasılıklar arasında tek seçeneğimizdir” dedi.
Şu tümce İzzet Begoviç’in dir: “Tarih çok parlak bir olaya işaret eder: Müslüman halkları uyandıracak, onlarda gerekli disiplini sağlayabilecek, onlara ilham verecek ve kalplerine enerji aşılayacak tek kaynak İslam’dır. İslam’a yabancı olan hiç bir ülkü, kültür alanında olduğu gibi, devlet işlerinde de, kayda değer başarı elde edememiştir. İslam’la donanan Türkiye bağımsız bir dünya devleti olmuştur. 500 Mısır askeri İngilizleri Mısırdan kovmuştur. Müslümanlar Ahlaksız bir Çar veya Kral için can feda edemez. Müslümanlar yalnız Allah adına ve İslam için ölür Bu, 20 asrın ikinci yarısında yapılan bir hatırlatma değil, bir çağrıdır.
Ya İslam içinde arınıp yenilenme ya da pasiflik ve istikrarsızlık. Müslüman halklar için üçüncü yol yok!” Deklarasyon Önsözündeki son tanımdır..
Bu eser, 3 bölümden oluşuyor.
Birinci Bölüm: Müslüman halkların geri kalmışlığı;
İkinci Bölüm: İslam Düzeni
Üçüncü Bölüm: İslam düzeninin günümde sorunları
Birinci bölüm: 4 kavram içerir:
Tutucular ve yenilikçiler. İzzetbegoviç, eğitimle ve iç devinimle yetkinleşerek toplumu dönüştürme gibi öz vasıfları olan İslam’ın, zamanı dolmuş (eski) olana bağlı kalan tutucular ve örnekleri dışarıdan toplayan yenilikçiler olmak üzere – iki düşmanı olduğuna İnsanları uyarır. Dönüşerek gelişme ve ilerlemeden yana olan İzzetbegoviç, yeni uygarlığın, henüz gelenin eski olanı yok etmesinde, olumsuzlamasında, inkâr etmesinde gizlenmediğine, öncekiler sonrakiler dönüşümü, bunlar birbirinin devamıdır, der. Daha alt bir aşamadan daha üst bir aşamaya yükseliş de öyledir, diye vurgu yapar. İzzetbegoviç, Kuran’a döner. ARAF süresinin 39. ayeti şöyle der: “Öncekiler sonrakilere, “Sizin bize karşı bir üstünlüğünüz yoktur. Artık kazanmış olduğunuz şeylere karşılık, azabı tadın.”
Bu iki kavramı açarken, o şu soruya yanıt arar: Devlet yönetimi, Batılı ya da Doğulu
olması önemli değil, dış ülke uzmanlarının kontrolüne geçerse, bir Müslüman devletin bağımsızlığı ne anlama gelir? Yanıt: Maddi ve manevi bağımlılık doğar; yeni durumun özünde, yabancı bir felsefe ve siyaset, yabancı bir yaşam tarzı, dış “yardımlar”, “yabancı sermaye”, “dış destek” ve kısacası bağımlılık, kölelik gelir.
- Çaresizliğin nedenleri: İzzetbegoviç, çaresizliğin nedenini de tutuculuk
ve yenilikçilikte görür. Analiz basamağınca bir ayak daha iner. Çaresizliğin başat nedenin “İslam fikrinin bozulup gerilemesinde ve inkâr edilmesinde bulur. “Bir halkın pratik yaşamında İslam’ın uygulanışı zayıflayınca, insanları ve politik kurumlar geriler” der.
632’de Hz. Muhammed’in ölümünden sonra da İslam’ın yayıldığını, 635’te Şam’a
676’da Samarkan’da, 710’da Madrid’de, 717’de İstanbul kapılarına, 830’da Yava Adasına, 1000 yılda İspanya, Akdeniz Havzası’ndan Hindistan’a kadar yayılırken, 1919’da bütün İslam Dünyası’nın emperyalizm balyozu altında olduğunu vurgular. 20. yüzyılın başında dünyada hiç bir bağımsız Müslüman devleti yoktur. İki dünya savaşı arasında Müslümanların kör cahil bırakıldığını, bağımsızlığını kazanan Pakistan’da nüfusun % 70’i, Cezayir’de % 80’i, Nijerya’da % 90’ı okuryazar değildir ve bu bir gerçek iken, X. ve XI. Yüzyıllarda İspanya’daki Müslümanlar arasında okuryazar olmayan olmadığı da, onun altını çizerek işaret ettiği bir gerçektir.
Bütün Müslümanların kalbine girmek için, Deklarasyonda kıyaslamalı analiz uygular. Müslüman halkların sömürülerek soyulduğunu gösterirken, 1966’da Birleşik Amerika’da kişi başı milli gelir 3 000 US Dolar iken, Türkiye’de 240, Pakistan 90, Afganistan 85, Endonezya 70 US Dolar derken, milli gelirin yalnız % 10’unun endüstriden elde edildiğine işaret eder.
Geliştirdiği fikirle, Müslüman topluluğun kendi anti-poduna, kendi zıddiyetine dönüştüğünü örneklerle açıklar. İslam’ın içine “düştüğü zindanı”, “Yusuf” süresinde “ kuyu dibine bırakılışı” anımsatır. İçten içe isyan eder: “Biz Müslümanlar köleleştirilemeyiz, kör cahil bırakılamayız, birbirimizle kavga ederek var olamayız” diye haykırır. “Kötü kader, ancak İslam’dan dönenlerin yazgısı olabilir” der. Kanıtı “Uhud” ve “Sina Yarımadası” savaşlarıdır. Dönekliği, ihaneti lanetler. Tarihte, sosyal ve kültürel yükselişin, hiç istisnasız< her yerde İslam’ın kabulü ve yerleşmesiyle başladığına işaret eder. Yalnız 2 kuşakta Atlantik’ten Çin Seti’ne kadar yayıldığını anlatır. Durgunluk ve Gerileme dönemlerinde Kuran’ın boşluğunun doldurulamadığını hatırlatır.
Deklarasyon’da müellifinin üzerinde durduğu şu soru çok ilginç. A.İ. Begoviç, Müslümanların karanlık kuyuya düşmesinin sebebini “Kuran’ın boş bir ses” haline getirilmesinde,.ezbercilikte, boş boş tekrarda, yanlış yorumların ve bunların sonsuza dek yinelenmesinin “hayatta uygulama yollarını tıkamasında” görür. Bu felaketin, Kuran Hikmeti’nin hiçbir defa, hiçbir yerde doğru dürüst uygulanmadan, tekrar etmede görür. “Çıplak sesin” anlaşılan bir öz ve anlam taşımadığına vurgu yapar.
O, Müslüman halkların geri kalmışlığının, güçsüzlük ve çaresizliğinin Kuran’a bağlı olan birinci ve en önemli nedenini şöyle açıklıyor: “Müslüman dünyada, sözler ve emeller kesişmiyor; ahlaksızlık, sefalet, düşkünlük, pislik almış yürümüş; yalan ve korku ayyuka çıkmış, büyük ama içi boş camiler; ülküsüz ve cesaretsiz büyük beyaz çalmalar; ikiyüzlü Slam’î söylev ve secdeye duruş; imansız ibadet; – şu sıralananlar, Kuran’ın içine düştüğü büyük çelişkinin yalnız dışsal ve şekilsel görünüşüdür. Kuran ilkelerinin gerçek uygulanıştan çok uzak tutuluşundan kaynaklanmıştır.
Genel geçerli ikinci sebep olarak gösterdiği ise, en geniş anlamda eğitim ve öğretim sisteminde gizlidir. Müslümanlar asırlarca cahil bırakılmıştır. Müslüman eşittir kör cahil. Müslüman eşittir çarpık eğitim almış kişi, değimleri kamuoyuna yerleşmiştir. Yabancı parasıyla açılan okullarda, itaatkârlık, boyun eğme, yabancıların malına, mülküne, parasına, ahlakına, görünümüne, yaşam tarzına hayran olma, yabancılara bağımlı aydın kişiler eğitme, birkaç yıl sonra onların yerine alacak ve aynı misyonu sürdürecek kişiler yetiştirme gibi vasıflarla eğitime isyan etmiştir. Müslüman toplumda okumaya, bilgilenmeye, öğrenmeye, öğretmeye ilgi söndürülmüş ve öldürülmüştür.
- Müslüman kitlelerin hareketsizliği, ilgisizliği, âtiliği – Müslüman halkları geri kalmışlığının ana nedenleri arasında işlenmiştir.
İzzetbegoviç burada yalnız yenilikçilere değinir. Milli devrim yapanların Müslüman bir
Ülkede layık devlet kurup din eğitimini kısıtlamasını kınar. Ülkesini İslam ve Arap dünyasından uzaklaştıran, din eğitimini sınırlayan, emek verimliliği ve üretim düşmesin diye, Ramazanda oruç tutmalarını yasaklayan, evde eşiyle Fransızca konuşan, sözde ilerici geçinen, fakat halkı tarafından sevilmeyen Tunus lideri Burgiba örneği üzerinde durur. Bu durumların ilgisizliği, hareketsizliği, atıllığı beslediğini yazar.
Müslüman kitlelerin arı duygularını yönlendirecek fikirler beklediğini, fakat beklenenin yabancı bir düşünce değil, İslam’dan kaynaklanan bir fikir olması gerektiğine vurgu yapar. Böylece, uyanış ve hareketlenmenin içsel dinamitlerini İslam’ın kendi içinde arayıp bulmalıyız, der.
- Bölüm İSLAM DÜZENİ
Bu bölümde 2 ana konu ele alınmıştır.
Birincisi İnanç ve Yasa (kanun) ilişkisi.
İkincisi ise: İslam sadece bir din değildir.
Önce: İslam ve Yasa
Begoviç, İslam düzeni tanımında, inanç ve yasa, eğitim ve güç, ülkü ve çıkar, manevi topluluk ve devlet, gönüllülük ve zorlamanın birliği” konularına ışık tutar.
İslam düzeni olabilmesi için İslam toplum ve İslam iktidarı olmalıdır. .
İslam toplumu – İnsan düzeninin içeriği, İslam iktidarı da şeklidir.
Bir çatı olan, İslam iktidarı kurulmadan, İslam toplumu tamamlanmış sayılmaz.
İslam iktidarı olmayan İslam toplumu ya bir ütopi y da bir zorbalıktır.
Bu bölümdeki temel fikirler bunlardır.
Müslüman tek başına olamaz.
Müslüman olmak isteyen, ortam, toplum ve düzen kurmalıdır.
Tarih, siyasi içerikli olmayan, İslam hareketi tanımaz.
İslam bir inanç olduğu kadar, bir felsefe, ahlak, üslup ve ruh halidir. Bir entegral yaşam biçimidir. Müslüman’ım deyip, İslam dışı yaşamak, çalışmak ve eğlenmek kabul edilemez.
İslam düzeni, Müslüman ortamıyla uyumludur.
Müslüman toplumu, Müslümanların İslam’a göre yaşadığı toplumdur.
Bir Avrupalı, toplumun yasalarla düzenlendiğine inanır.
Kuran’da “yasadan” fazla “inançtan” söz edilir. Davet inanca göre yaşamaktır.
Yasaların çok olduğu toplum karışır, adaletsizlik, anarşi başlar. Çıkış insanların eğitilmesindedir.
İslam düzenini bozan, içki, kumar ve büyücülük yasaktır.
İzzetbegoviç, toplumun iyiye dönüştürülmesinin ancak eğitimle olacağınainanır.
İslam ve dünya ilişkisi:
İslam çıkışı İnsan’da arar. İnsan olmazsa Din olamaz.
İslam, kâmil İnsan ve tümel kapsamlı hayat bilimi olduğu için Hz. Muhammed ve Kuran aracılıyla gerçek İnsan’a, gerçek dünya’ya hitap eder. Bir ülkü ve insan varlığının ancak ebedi kısmına dönük olan İsa Peygamber öğretisinden farkı da budur. İslam esas ve temel olandadır. Bu hitapta, yasa inançtan bir parça olur, iktidar ise eğitimle bütünleşir. O, İslam düzenini böyle görür.
İkinci alt bölüm: İslam, yalnızca bir din değildir.
İslam, tüm diğer dinlerden, hayatla ilgili tüm diğer doktrin ve felsefelerden farklı olarak, inanç bilimi evriminde gerçek bir dönüşüm olarak, yalnız bir din değildir.
Söz konusu olan, İslam’ın baştan sona orijinal felsefesinde yansıyan, yeni bir bakış açısı ve özel bir yaklaşımdır. Kuran, 28. süre 77. madde: “Allah’ın sana verdiği şeylerde ahiret yurdunu ara. Dünyadan da nasibini unutma. Allah’ın sana iyilik yaptığı gibi sen de iyilik yap ve yeryüzünde bozgunculuk isteme. Çünkü Allah bozguncuları sevmez.”
Bu gerçeği günlük hayata göre algıladığımızda, hayatı iman ve dua etmekle birlikte, iş ve bilimle de düzenlenmeli, cami ve fabrika yan yana olmalı, insanları sadece eğitmekle yetinilmemeli, bu dünyada daha iyi ve daha kolay yaşamalarına da katkıda bulunulmalıdır. Bu iki hedef birbirine düşürülmemelidir. İzzetbegoviç: İslam’ın özünü böyle görmüştür.
Bu parlak özde, Allah’a imanla birlikte, Kuran vahilerinden başat olanı ve bütün İslam’ın yansımasını görebiliyoruz. Ötesi teferruattır. İnanç ve siyaset bütünlüğünde bir alaşım olan İSLAM DÜZENİ, ilkesel ve pratik önem taşıyan başka özellik ve sonuçlar da içerir.
Birinci sonuç şudur: İslam sistemi ve İslam dışı sistemler birbiriyle bağdaşmaz.
İkinci sonuç: İslam inancı ile İslam dışı toplum ve siyaset kurumları arasında barış ve yan yana, iç içe yaşama olamaz.
Üçüncüsü, Kendi dünyasını kendisi düzenleme hakkından hareketle İslam, kendi topraklarında herhangi bir yabancı ideolojinin kök salmasına ve hüküm sürmesine asla izin ve yol veremez. Dolayısıyla layıklığa “hayır” derken, din görüş ve uygulamasına destek sağlar.
Bu konuda, Begoviç, Deklarasyon’da aynen şöyle der: “Her yeni zaman kesiminde her yeni kuşağın önünde duran büyük ödev İslam buyurularını yeni biçim ve yeni araçlarla uygulamaktır. İnsanlar arasındaki ilişkileri belirleyen, değişmez İslam ilkeleri vardır, fakat değişmez bir ekonomik, toplumsal ve politik sistem (düzen) yoktur.”
İzzetbegoviç, siyasi ve ideolojik görüşlerinin esasını oluşturan ve benim anlatmaya çalıştığım İslam’ın özüne götüren ilk adım bir entegral yaklaşımla başlar. Burada, entegral yaklaşımı, zeki, çok kuvvetli, tümel, kâmil, entegral özlü bir ilk adım olarak görüyoruz.
İslam Düzeniyle ilgili şu 3 sonuca da işret ediyor:
Bir, İslam Düzeni, kendisinden üstün olan, bir başkası sosyal düzen olmayan, bir toplumsal düzendir. Bu fikrin açılımı şudur: Dünyayı daha iyi yapmaya gelen bir şey, İslam’a ait değilmiş gibi, akıl yoluyla reddedilemez.
İki, Doğaya açık olmak, bilime açık olmak anlamındadır. Her şeyin İslam’a ait olması için şu iki koşula uyulması gerekir. Azami kâmil ve azami insancıl olmak. dolayısıyla inanç ve bilim arasındaki uyumluluğun en yüksek biçimi aranmamalıdır. Bu zorunlu değildir.
Üç, inanç ve bilim, ahlak ve siyaset, bireysel olan ile kolektif olan, maddi olan ile manevi olan arasındaki bağımlılığa işaretle derin parçalanmış günümüz dünyasında, arabulucu misyonunun yine İslam’a, arabulucu rolünün de İslam dünyasına düştüğüne vurgu yapılır. ”Sihirsiz din ve layık olmayan bilim” ortamında İslam’ın bütün insanları celbede bileceğine inanç ifade edilmiştir.
İslam Düzeni konusunda bu kadar!
İzzetbegoviç “ümmet” dönemi sona ererken isyan ve savaşların gölgesinde, Bosna’da milliyetçilikler çağında hayatın değişmesini yakından gözlerken, Nobelli yazar İvo Andriç’in “Drina Köprüsü” romanında Ustaşlı Katoliklerin ve Sırp Hıristiyanların baskısıyla bozulan çok asırlık düzenden Doğu’ya akmaya başlayan Müslümanlığa bakışını, bu akışı nasıl durdurabilirim gözüyle bakarken, şekilsiz ve duyarsız Bosna Müslüman kitlesinden, BOŞNAK MİLLETİ ve gönülden inandığı ve son tutunacak dalı olan İslam’da yeni bir dünya görüşü, ideoloji ve siyaset mayalayıp, halkını donatmış ve zafere götürmüştür.
Aliya İzzetbegoviç, küçük Boşnak halkının yetiştirdiği büyük bir deha, düşünür, önder, bilge Kral’dır. Deklarasyonda 25 siyasi ilke daha yer alıyor, fakat zaman kıtlığından bu sunumda onlara değinmek istemiyorum. Onun davasını daha yakından tanımak isteyenler, TRT’de 3 bölümlük İzzetbegoviç dizisini izleyebilir. Onun hayatı tiyatro sahnelerinde de oynanıyor. Eserleri yeni baskılar yapıyor, tercüme ediliyor. İslam Deklerasyon’u 2013’te Bulgarca da çıktı. Camilerde onun için dualar ediliyor, mevlitler yapılıyor. Kabri, Bunsa savaşında şehit düşen asker mezarları arasındadır. Mezar taşı havzasında ay yıldız var.
Teşekkür edelim.
Hazırlayan ve sunan Hikmet Efendiev.