Bayrama iki gün vardı. Her bayram olduğu gibi bayram alışverişi için çarşıya inmiş bayram için hazırlıklar yapıyorduk. Şekercinin önünde duruverdik. Renk renk şekerlerin, çikolataların lokumların önünde çocukluğumun hatıraları geçti gözlerimin önünden. Eşim de aynı şeyleri düşünmüş olacak ki her bayram gibi bu bayram da misafirlerimiz için en güzelinden şekerler çikolatalar alıverdik. Eve gelince heyecanla poşetleri açıp güzelce dolduruverdik gümüş şekerliği. İkram için süsledik ve sehpalara yerleştirdik.
Oğlum, arada bir gelip şekerleri neden şekerliklere doldurup böyle yerleştirdiğimizi ve onlardan neden hiç yemediğimizi sordu birkaç gün. Ona, “senin gibi küçük çocuklar, bayramlarda şeker ve harçlık için kapı kapı dolaşırlar, bayramımızı kutlarlar biz de onlara şeker ve harçlık ikram ederiz, dilersen şekerleri sen dağıtabilirsin” dedik. Çok sevindi. Daha küçükken bunu yapıyordu ama bu defa birinci sınıfa giden bir çocuk olarak daha şevkle merak etmişti bu geleneği.
Bayram gelip çattı. Heyecanlı bekleyişlerimiz başladı. Kapımıza gelen çocuklar; her gün gördüğümüz apartmanımızın ve sitemizin çocuklarıydı ama bayramda bir başka duygu ile karşılıyorduk onları. Kapımızın ziline basan o küçük eller sanki onlar değil de kendi çocukluğumuzdu.
Saatler birbirini kovaladı ama zil sessiz, zil ketum… Zaman ilerliyor, hiçbir çocuk kapıya gelmiyordu. “Çocuklar gelecek, çocukluğumuz kapıya gelecek” diye evden dışarı çıkmıyor ziyâretlere gitmiyorduk henüz. Bayramı, bayram namazından sonra tekrar başlatandı kapıyı çalan çocuklar. Bayrama bayramlığını giydirendi çocukluğumuz.
Kapıyı açtım ve zile bastım. Çalıyordu. İndim merdivenlerden, dış kapının ziline bastım. Çalıyordu. Her şey tamamdı. Çocuklar nerdeydi peki? Oğlum; elinde gümüş bir şekerlik, içinde renk renk şekerler, bir elinde kolonya, cebinde bozuk paralar, bekledi durdu, söylenip durdu. Gelmedi çocuklar, gelemedi çocukluğum.
Televizyonu açtım. Haberlerde önceki bayramdan bir acılı anne… Yüreği yanan bir anne… Çocukları bayram şekeri toplamaya çıkmış bir annenin çocuklarının ardından döktüğü gözyaşı… “Eyvah!” dedim. Artık çocukluğum kapımızı çalmayacak. O anıları bir daha tazeleyemeyeceğim. İçimde hep bir umut taşısam da ürktüm.
O çocuklar bayram şekerleriyle geri gelecekler ve annelerine sarılacaklar diye bekledim hep. Çünkü o çocukların annelerine sarılmaları çocukluğumun bana sarılması olacaktı. Bekledik, uzunca bir zaman bekledik. Bir sonraki bayramı bekledik. Şekerler aldık yine. Oğlum ve eşim ile oturup bayramın ilk saatlerinden akşama kadar bekledik. Çocuklar gelmediler, çocukluğumuz gelemedi kapımıza, uzanıp dokunamadı zilimize. Dudaklardan hayırlı bayramlar dökülemedi.
Acı haberi duyduğumuzda bayram şekeri toplayan çocukluğumuza göz dikenin yakalanmasıyla artık ümidimi kestim bir sonraki bayramdan. O kâtil, sadece birkaç çocuğu değil, çocukluğumu da öldürmüştü, çocukluğumuzu tekrar yaşama duygumuzu da öldürmüştü, geleneklerimizi de… Bavul bavul gömdüğü anılarımdı, bizlerdik birer birer…
“Bir insanı öldürmek, bütün insanlığı öldürmek gibidir” hadisince söz yerini buldu. Bir gelenek, bir vahşetin ardından kaybolup gitti, gidiyor. Şu halde, hangi anne bana bir metropolde, bir büyükşehirde, bir şehrin göbeğinde çocuğunu bir bayram kutlaması için arkadaşlarıyla dışarı çıkmasına izin verebilir? Çocukluk duygularımın yeşermesi ve oğlumun da aynı duygularla heyecanla büyümesini isteyen ben, bunu göze alamazken, bayramda çocukların şeker almaya gelmesini beklemem haksızlık sayılmaz mı?
Olaylar, olaylardaki süreç ve sebepler elbette irdelenir ve neticelendirilir. Ne var ki; korku ve şüphe gibi duyguların bastırılması zordur. Çocuklar, kapılarımıza tekrar gelecekler mi, bilmiyorum. Öyle ki kimi ailelerin korkuyu büyütüp çocuklara kapı açmayacaklarına kadar varacak bir sürece doğru ilerlediğimizi de biliyorum. Seksenli yılların çocukları bugün çocuklarına, çocukluklarının geleneklerini yaşatamayacaksa, bu güven ve güzellik içinde yarınları göremeyecek gösteremeyeceksek ve benim gibi oğluna “eski bayramlarda kapı kapı dolaşıp bayram şekeri toplardık” diyeceksek, bayramlarda sevinçte çocuklarımız hangi rolü üstlenecek? Neyi bırakmış olacağız çocukluğumuzdan yarına?
Bayram geleneklerimizin ölmemesi için önümüzdeki ilk bayramda oğlunu şeker toplamaya ilk kez gönderecek bir baba olarak her ne kadar uzaktan hâfiyelikle korkumu azaltacak olsam da duyguların nesilden nesile aktarılmasındaki bu olumsuzlukların yaşanmaması ve toplumsal korkunun giderilmesi için uğraşacağım. Umalım ve bekleyelim ki kanaat önderlerimiz de bazı geleneklerimizin bir-iki kâtil ve densiz yüzünden ölmesine sebebiyet vermezler. Ölü bayram çocukları bırakmayız annelik duygusuna ve toplum vicdanına.
Reklamlar