Şakir ARSLANTAŞ
Kendimize karantina uygulayalım kardeşler.
Yıllardan beri yazıyorum. Aydınlanmak hepimizin derdi. Aydınlığı inkâr etmekle aydınlatılamıyor. Bizim karanlığımız koyulaşmaya devam ediyor. Lambalarımız isli. Belki gözlerimize de perde düşüyor. İşleyen demir küflenmez, tekerle-nen taş yosun tutmaz desek de, biz okumuyoruz, okumadan gözler parlamaz, dinlemeden kulakların pası açılmaz.
Hepimizde düşünme kabiliyeti var. Dürtümüz sözler, hatıralarımız, eleştirel olmamız, hatta hayallerimiz ve özlemlerimizdir. Bu sıralamada rüyalarımız da var. Halen sınır kapalı, cenazeye gitme imkânımız bile kör oldu. Yani karanlık daha da karardı.
Bizim karanlığımızın tarihsel geçmişi var. Osmanlı devrinde başlayan Türk olarak aydınlanmamız 1878’den sonra budandı. 1879’da kurulan Bulgar milli devleti bizim Müslüman Türk topluluğu olarak uyanıp aydınlanma-mızın yollarını kesti, kapadı. Anayasa bireysel özgürlük, eşit vatandaş haklarımızı tanımış olsa da, kendi adımıza karar alma serbestliğimizi tanımazken, bizi her konuda Bulgar vesayetinde bulunan kişiler ve topluluklar olarak düzene koymaya soyundu. Aynı zamanda Bulgarlar kendileri de birey, topluluk ve devlet olarak Rus vesayetinde kaldıklarından biz aslında hem iç hem de dış olmak üzere çifte vesayet altında kaldık. Yani biz koyu gölgede kaldık ve üşümeye başladık ve ölümlerden ölüm seçmeye terk edildik.
Biz insan olarak toplumsallaşmaktan mahrum edildiğimiz andan başlayarak hayvan yerine konduk ve hayvansal sıkıntılar yaşamaya başladık.
Eğer 1879 Anayasasından başlayarak biz Bulgaristanlı Türkler kendi aklımızı kendimize kılavuz edebilme hakkımızdan mahrum edildik ve bacağımız ve aklımız Bulgar’ın olmayan aklına ve iradesine bağlanmış oldu. Bulgar bizi toplumsal yaşama, devlet kurumlarına, hiyerarşiye dahil etmeyeceğini gizlemedi, soylarımızdan aklı başında olanlarımızı, Osmanlı zamanında yetiştirdiğimiz aydınlardan kurtulma yolunu seçti. Hiç zaman seçmeden Osmanlı devrinde yarattığımız maddi ve manevi dünyayı son taşına kadar yıkma ve ufalayarak yok etmeyi teşti. Kurumlarımızı yıktı. Bu yıkıma gönüllü katılmayı kabul eden ve öz katkıda bulunmak isteyen Türklere kısıtlı serbestlik içinde yaşama hakkı tanıdı.
Kuşkusuz on dokuzuncu yüzyılın sonlarından başlayarak ve yirminci yüzyıl boyunca biz de Bulgarların kullandığı özgürlükleri kullanmak için mücadele ettik. Bu mücadelenin güç kaynağı bizim cesaretimizdi. Bulgar’ın izlediği azınlıklar düşmanı siyasetle boğuşurken cesareti geleneklerimizden, yaşan tarzımızdan, tarihimizden ve aile ve toplum olarak kendimizi yeniden ve yeniden üretebilmemizden aldık. En büyük dayanağımız kendi topraklarımızda yaşamamız, üretmemiz ve geçinmemizle sınırlanmıştı. Oysa bizim aydınlanmamız ve yeni kurulan Bulgar devletine katılarak toplumsal huzur sağlanmasına katkıda bulunabilmemiz için vesayetten kurtulmaktan ve özgürlükten başka hiçbir şeye ihtiyacımız yoktu.
Bizden artık 142 yıldan beri devlete mesafeli durmamız isteniyor. Mesafeli durmaya itiliyoruz, ötekileştirilmemizin nedeni tektir. Bulgar devletinin ana derdi de arı Bulgar toplum ve arı Bulgar devleti yaratmaktır. Saçmalıklar ve zulüm tarihi yaşamamızın nedeni de budur.
İşte şu günlerde ülkede ciddi bir salgın var, ölümcül olduğundan hiç birimizin kuşkusu yok. Bulgaristan salgın haritasına baktığımızda Türklerin yaşadığı Güney Doğu Rodoplar’da, Gerlovo’da ve Deliorman ile Dobruca’da, Tuna boylarında sözde korona virüs hastası olmadığı dikkati çekecektir. Bunun sebebi, kimsenin başına gelmesin, hastalık vakası olmadığından gayrı, hastanelerin yarı kapalı tutulması, testlerin yapılmaması, insanlarımızla ilgilenen olmamasında gizlidir. Test konusunda devlet adına bu işlerden sorumlu General Dr. Mutafçiyski “testlerin isabetli ve geçerli olmadığını” kendisi söylüyor. “Belki % 30’u gerçektir,” diye beyan veriyor. Hastanelerde anestezi uzmanı doktor yok. Hemşireler ve hasta bakıcılar yaşlanmış, çalışmak istemiyorlar. Bütün Bulgaristan’da yalnız 20 “solunum makinası” varmış. Bu makinalar kana oksijen vermeye yarıyor, hele gençlerin bağışıklığını güçlendiriyor. Durum trajik.
Biz bu noktada devlet siyaseti ile topluluğumuza karşı adil olmayan durumun kaynaştığını görebiliyoruz. Unutulmuşuz gibi bir durum var. Böyle durumlarda Sofya Radyosu Türkçe yayınlarının hemen 5 saate çıkarılması, sabah 1 saat, öğlen 1 saat ve akşam 2 saat olmak üzere milli televizyon (NTV-1) yayınlarının Türkçe bilgilendirme yayını – haber, yorum ve röportaj olmak üzere günde 4 saate, hafta sonları da 6 saate yayın yapması gerekir. 5 milyonluk memleket tek telefona bağlanmış – 0 800 88 001. Ölme eşeğim yaz gelecek…
Gerçekleri yazıyorum. Hak ve Özgürlükler Partisinin yalnız adında “hak” ve “özgürlük” sözü var. Onlar da süs için var. Bu parti vesaik altındadır. Ahmet Doğan’ın partiden atılması ve parti yönetiminin kendini lav etmesi gerekir. Hiçbir işe yaramayan, vesaik de çaresizliğe düğünce yok olmaktan başka bir şey beklediklerini hiçbir kimse söyleyemez.
Artık “sıkıyönetim ortamında” meclis de kapandı.
Halka ulaşmaya bir radyoları, TV kanalları, bir tek gazete ve dergileri yok. Olsa da neye yarar. Tüm yönetim diplomalı cahiller topluluğudur. Köle olmaya ve kölelik etmeye doğmuşlar ve köleliği beğenmiş tipler…
Maaşları kesilsin ve yoksullara ilaç ve yiyecek maddesi olarak dağıtılsın. Hastalığın dağılması kırılmalıdır. Kendimizi izole etmek zorundayız. “Bir şey olmaz!” demeyiniz. Başka önerim yoktur.
142 yıldan beri bir vesaik gücü olan meclisin sandalyeleri istihbarat ajanları ve Bulgar milliyetçisi siyaset adamlarıyla doludur. Bu kişiler hiçbir işe yaramadıkları için oradadırlar. Özünde adalet ve insan sevgisi olan herhangi bir kararın meclisten çıkması asla düşünülemez. Şimdiye kadar da böyle bir karar çıkmadı. Biz burada Bulgar siyaseti ile adaletsizlik arasında doğrudan ilişki olduğunu her zaman gördük ve görüyoruz. İki Büyük Savaş arasında Bulgaristan tarihinde “veba” hastalığından kırılan Bulgarların ve etnik azınlıkların verdiği kayıplar ayrıntılı olarak asla açıklanmamıştır. Bu virüsten Romen gettolarında yaşayanların topluca kırılmasını bekleyenler olduğuna inanıyorum. Azınlık mahallerinde sağlık merkezi, klinik ve poliklinik olmadığı gibi, olsa da anestezi uzmanı doktor yok.
Azınlıkların dilinden anlayan devlet ve özel sağlık ekipleri yok.
Sert kısıtlamalı durumda azınlıklardan hastalar için hastane kapılarının açacak basın da susturulmuş durumdadır. Korona virüsten ölenlerin isimleri mutlaka her gün açıklanmalıdır. Virüse yakalananların evlerine geri gönderilmesi halinde aileye karantina uygulanmalıdır. Yapılacak olan budur. Türkiye’de yetişen soydaş doktorlarımız yardım için geri dönmeyi düşünmüyorlar mı?
Halka “maske”, sağlık malzemesi, sabun, gıda ve deterjan dağıtılmadığı ortadadır. Defalarca Sosyal İşler Bakanı olan Dr. Hasan Ademov meclis kürsüsüne çıkarak yardımların köy köy, hane hane adil dağıtılmasını neden istemiyor? İşten çıkarılanlar kimlerdir. Neden sormuyor? Felaket büyüktür kardeşler ve asıl şimdi kendini göstermeye başladı. Eczanelerde kaç paket ilaç kalmış neden soran yok! Karantina neden kaldırılmıyor?
Ölümcül salgına yardımların hane hane adil dağıtılmasını istemiyor. Vesaik altında olmasa bunu yapmaz mı karşı kararlar alındı.
Kesin durum şudur:
Biz bugün üçlü vesait altındayız. Ruslar, Bulgarlar ve corona virüs esiriyiz. Yapacağımız aklımızı kullanmaktır. Kısıtlı özgürlüklerimizi sonuna kadar kullanarak yönetimi, devleti, hazır öncülerı ve seyircileri sorgulamalıyız. Aklımızın kamu işlerini sorgulamada kullanmalıyız. HÖH partisinde hesap sormalıyız. General Dr. Mutafçiyski “bizde virüsün piki Paskalye bayramına rastlayacak (24 Nisan 2020) açıklamada bulundu. Önümüzdeki bir ayda dayanabilecek miyiz?
Bizim sorunlarımız her konuda politiktir kardeşlerim. Artık yalnız cesaretimizi besleyelim ve kullanalım. Başka çaremiz yok. Kırılma tehlikesi kapı çalıyor.
Dışarı çıkmayınız. Hiç kimsenin yanına yaklaşmayınız. Tehlike büyük. Kendinize iyi bakınız, sağılıklı olunuz. Yeni dünyaya hazır olunuz.
Sağlıkların en güzeli hep sizin olsun.