Gerçekleri karşılaştırmak istemeyenlerin, ABD ve Türkiye Başkanlık sistemleri arasındaki göze batan farklara işaretle kafa karışıklığı yaratma çabaları dikkati çekiyor. Bunlardan bazıları şunlardır:
ABD’de ,parti başkanları “Başkan Adayı” olarak seçime katılmazlar. Aday adayları ya Demokrat ya da Cumhuriyetçi partinin şemsiyesi altına toplanır ve ön seçime girer. Yarışı birinci bitiren kişi, partinin başkan adayı olarak seçime katılır. Örneğin, 8 Kasım 2016’da Cumhuriyetçilerin adayı Donald Trump ile Demokratların adayı Hillary Clinton Başkan seçilmek için yarışacaktır. Türkiye’de Başkan adaylarının sayısı son seçimde üçtü, 5 de olabilir.
ABD hükümetlerinde koalisyon yoktur. 50’nin üzerinde siyasi parti olmasına rağmen, yalnız iki parti güçlüdür, diğerleri semboliktir. İki turlu seçim sisteminde, her seçimi ya Cumhuriyetçi Parti ya da Demokratik Parti adayı kazanır. Yasalar, Başkanlık yarışı finaline üçüncü bir adayın da kalması yolunu tıkamıştır.
Adayları (Türkiye’de olduğu gibi) partiler veya parti başkanları aday belirlemez. Aday adayları, hangi partiden yarışacaklarına kendileri karar verir.
Kriterlere uyan herkes, her mevki (Şerif, Belediye Başkanlığı, Eyalet Valiliği, Senatörlük veya Başkanlık) için aday adaylığını koyabilir. (Örneğin Bulgaristan’da Cumhurbaşkanı adaylığı partiler, dernekler, kurumlar tarafından öneriliyor. Todor Vodeniçarov Bulgar Bilimler Akademisi tarafından; Tatyana Donçeva ise “Cumhuriyet Platformu” tarafından aday gösterildi. Son Cumhurbaşkanlığı seçiminden Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği -BULTÜRK de kendi adayını göstermişti. Bu seçimde de göstermesi bekleniyor.)
Türkiye’deki durum ise, tamamen farklı olup, anayasa değişikliği ile başkanlık sistemine geçilirken, Sayın R. Tayyip Erdoğan’ın AK Parti kurucu Başkanı, uzun yıllar çok başarılı başbakan ve seçmenden % 52 oy alan bir Cumhurbaşkanı olması en başta dikkate alınan faktörlerdir. Bu iki ülkede tamamen farklı ve yakınlık noktaları olmayan iki adaylık sistemi var.
Amerika’da partiler, ön seçimlerde hiç bir başkan aday adayına maddi ve manevi yardımda bulunmaz. Ancak adaylığı kesinleşen, yani her iki partiden birer aday kalınca destek ve yardımlar başlar. (Bulgaristan’da Cumhurbaşkanı adayı alacağı muhtemel oylar için devlet yardımı talep edebilir.)
ABD’deki parti sistemlerinin çok gevşek bir yapısı vardır. Türkiye’deki gibi partiler her an disiplinli ve organize değildir.
ABD’deki partiler adeta bir şemsiye bir çardak vazifesi görür. Seçim zamanları, katılan adayları her an kendi çatısı altında tutar. Bu yüzden de ABD’de çok güçlü bir parti genel başkanı profili yoktur.
Dahası da var: Yasama Organı’nda yapılacak her türlü oylamada, başkanın ve bakanların oy kullanma veya görüş bildirme hakları yoktur. Başkan kongreye kanun teklifinde bulunamaz. ABD’de sembolik bir devlet başkanlığı makamı yoktur. Başkan, hem hükümet, hem de devlet başkanıdır. Başkan doğrudan halk tarafından her biri 4 yıl olmak üzere, en fazla 2 döneme, toplam 8 yıl için seçilir. Türkiye’ de Başkan yardımcılığı sistemi öngörülmezken, ABD Başkanı, kongreye karşı siyasi sorumlulukları olmayan, bağımsız yardımcısını kendi seçer. Bununla birlikte ABD başkanı, bakanlarını hiç bir kayda bağlı olmadan istediği zaman azledebilir. Başkan yasama organının içinden çıkan bir kişi olmadığı gibi, yasama organıyla herhangi bir bağı da yoktur. Ayrıca, Başkan ana yasama organı olan Kongreyi feshedemez. Kongre başkanını görevinden alamaz. Başkan her husustan 4 yıllık görevinde kalır.
Burada Amerikan ve Türkiye başkanları arasındaki benzerliği, halk ile haşır neşir olmuş, halkın içinde dolaşan, değişik meslek gruplarıyla direk ilgilenen, halkın dertlerini dinleyen, hele terörle mücadelede kurban veren her ailenin derdine derman olmaya çalışan Sayın R.T. Erdoğan ile Başkan Roosewelt’in ocak başı sohbetleri, Kissinger’in orta Doğu’da mekik dokuması gibi liderlerin halk ile sürekli ve sıcak kanlı ilişkilerinde bulabiliriz.
Şu anda Türkiye’deki yürütme organında ikili bir yapı mevcuttur. Bir taraftan sınırlı yetkilerle donatılmış Cumhurbaşkanı, ( son anayasa değişikliğinde Cumhurbaşkanının yürütme hakları biraz genişletilmiştir), diğer tarafta da geniş yetkilerle donatılmış Başbakan ve Bakanlardan oluşan Bakanlar Kurulu vardır. Bu arada beğenilmeyen lider güven oyu ile görevinden alınabilir. Bakanlar Başbakanın önerisi ve Cumhurbaşkanının onayı ile atanır. Yine aynı yolla görevden alınabilir. Bakanlar ve Bakanlar Kurulu meclise karşı sorumludur. Bakanlar kurulu genellikle meclisten çıkar. Birçok farklılık olduğu hemen göze çarpıyor. Amerikan sistemi Türkiye parlamenter sistem gerçekliğinden çok farklıdır.
Cumhurbaşkanı’nın “vatana ihanet” suçu dışında göreviyle ilgili herhangi bir sorumluluğu yoktur. Yasama organı, çeşitli denetim mekanizmalarıyla, Yürütme Organı’nı (hükümeti) denetleyebilir. Hatta görevinden düşürebilir. Bakanlar Kurulu’nun kanun tasarısı şeklinde öneride bulunma yetkisi vardır. Mecliste yapılacak her türlü oylamada, Bakanlar Kurulu üyelerinin görüş bildirme ve oy kullanma hakkı vardır.
Parlamenter sistemin bu yetkilerine ve özelliklerine rağmen, 2015’te Türkiye’de 7 Haziran seçimlerinden hemen parlamenter sistemde kilitlendi, Bakanlar Kurulu kurulamadı. Yeni seçimi geçici hükümeti yaptı. Başkanlık Sistemimiz olsaydı bu yaşanmazdı. Türkiye gibi büyük devletin 2-3 başlı bir sistemle yönetilmesi, son derece tehlikeli olup “terör” ortamında vahim sonuçlar da doğurabilir. Cumhurbaşkanı aynı zamanda Başkomutandır. Devlet yönetiminde risk faktörü belirmesine olanak tanınmamalıdır.
Aynı tehlikeleri Fransa’daki yarı Başkanlık Sistemi’nde de izliyoruz. Bu sistem Fransa’da 11 yazılı Anayasa eskitmiştir. Devletin kurumları milletin özü doğrultusunda organize edilememiştir. 1958 Anayasasıyla istikrar sağlanırken De Gaulle kişiliğinde başkana tapma baş göstermiştir. 2015’te ve hele de Avrupa Futbol Şampiyonluğu arifesinde kitle grevlerine ve yükselen halk memnuniyetsizliğine yenik düşen, sosyal devlet projesinin çöküşü Fransız hükümetine zor günler ve çaresizlik yaşatıyor. Başkanlık sistemi ikiyüzlülük konularında da çok hassastır. Fransa’da katliam yapan teröristlerle Türkiye’de toplu halde insan öldüren katiller arasında “iyi terörist” – “kötü terörist” ayrımı yapılması hem ülkede ve AB’de, hem de Türkiye gibi terör kurbanı ülkelerde sert tepkiler uyandırmıştır.
Periyodik olarak elektrikleşen Başkanlık Sistemi tartışmalarında “iktidarın kişiselleşmesinden” söz ediliyor, 1958 Fransız Yarı Başkanlık Modeli benzetmesi yapılmak isteniyor. Parti Başkanı ve Başkan uygulamasına tepkiler beliriyor. Karizmatik ve iyi hatip lider konusu da aktüeldir. Fransız örneklemesinde, De Gaulle ne kadar o günlerin sosyal ortamından gelmiş olursa olsun, son hesapta o kitle iletişim araçlarının da ürünüdür. Aynı şeyler Rusya lideri Vladimir Putin için de söylenebilir. Aslında Putin, Rusya Balkanlık sistemini ararken, değişikleri tamamen meclisin üst kamarasına indirgemişti. Daha önce eyalet başkanlarının üye olduğu Senato’yu daimi olarak merkezde kalan fakat eyaletlerde olup biten her şeyden sorumlu olan yeni kadrolarla değiştirdi. 1990’dan sonra parçalanan Sovyetler Birliği’nden ayrılan Müslüman Orta Asya devletlerinde doğrudan klasik başkanlık yönetimine geçildi. Bunun başarını örneklerinden biri İlhan Aliev’in Azerbaycan Başkanlığıdır.