Türkiye örneğinden heveslenen ve İslam dünyasında değişim ateşi yakan Tunus, Libya, Yemen, Irak, Suriye ve başka Müslüman ülke topraklarına o gün bu gün gökten dolu düşer gibi bomba yağıyor. Bu bombalarla Türkiye emsaline gönül bağlayanlar sindirilmek, korkutulmak, öldürülmek isteniyor, ölümü kabul etmeyenler vatanlarından kovuluyor, denize dökülüyorlar. Tarihte ilk kez Batılı ve Doğulu emperyalist güçler çaresiz insanlara karşı, onların doğal kaynaklarını talan etmek için birlikte saldırıyorlar. 1919’da Wersay’da ekilen saldırı tohumları Yakın Doğu’da dikenli ağaç, yerlilere cangıl oldu. Bu cangıl da öldürülen ve ölecek olanların sayısı kayda alınmıyor.
Trajik olay bir medeniyetler çatışması olmaktan fazla, azmış, kudurmuş, can çekilen, üstüne üstelik can çekişen emperyalizmin Türkiye gibi genç kanlı bir hamleyle büyüyen bir devletlerin istikrar yolunu kesmek için “uluslararası terör” belasına dönüştü. Planlarında Türkleri sindirmek, Anadolu’yu parçalamak var. Biz göçmen soydaşlar “Başka bir Türkiye yok” gerçeğinde kenetleniyoruz. Cesaretimiz kurbanlarımızla bileniyor.
“Eden kendine eder!” bir atasözümüzdür. Hain gerçekler ortaya çıktıkça uluslararası terör, onu yaratan, besleyen, kışkırtan ve yönlendirenlerin kendi başlarına bela olacağından hiç birimizin kuşkusu olmamalıdır. Bugün Avrupa, Rusya ve Birleşik Amerika üzerinde dolaşan kara bulutlar, 19. yüzyılda Avrupa semalarındaki “Komünist Manifesto” da geçen bulutlardan çok farklıdır. Arap ve İslam dünyasının uyanış ve dirilişini müjde veren bu yönelim, mazlum halkları bir asır daha ezmeye özenen emperyalizmle son hesaplaşma olacağı gibi, üstün olan medeniyetin galebe geleceğine işarettir. Bu yarışı, Mesih bekleyenler değil, yerde arayanlar kazanacaktır.
Bizde, adına Başkanlık Sistemi dediğimiz düzene ilk davet, ikisi arasında 33 yıl olan Birinci ve İkinci Meşrutiyet, toplumu saltanat düzeni yerine anayasadan çıkan yasaların üstünlüğüne dayanan yönetim öngören, parlamenter demokrasi olmuştu. Bu bir Kongre kararı ya da bir Sultan fermanı olmaktan ziyade, aydın öncülerin Malta, Girit ve Kıbrıs’ta sürgün çekilerinde su aldığı sarp ve dikenli bir yolculuktu. Tanzimat’tan beri ülkenin dört bir yanında aydınlanma kültürünü yayma çabalarında yansıdı. Bu mücadeleyi verenlerin özleminde, özgün modernliğimizin fazileti yabancı hastalıklarla bozulmamış bir Osmanlıcılık vardı. Son hedeflerini imparatorluğu olumsuzlamaktı. Bu büyük kavga saflarında ruhu Moskof, Berlin, Paris ve Londra zehriyle zehirlenmemiş aydın Bulgarlar da vardı. Genç nesilleri hürriyet ve demokrasi ilhamıyla besleyen zaman ortaktı. Ufukta, birbirimizi yiyerek, yok ederek bağımsızlık yolu açmak olmadığı gibi, ilerlemiş milletlerden ibret alarak, Batı milletlerinin seviyesine çıkmak ve onları aşmak vardı. Bulgar komitacıların başı V. Levski’nin “Kutsal Cumhuriyet” programında Müslüman Türk azınlığı da dahil, tüm etnik, dil, din azınlıklarının beraberce yaşayacağı özellikle kaydedilmiştir. “Cumhuriyetin Mayalanma Çağını” kaleme alan komitacı Zahari Stoyanov ise, “Bulgaristan’da Türklere her zaman saygın bir yer olacağını” özellikle kaydetmiştir. Bunlar bir aşk romanından satır araları değil, devrimci uyanış programı ilkeleridir.
24 Temmuz 1908’de İkinci Meşrutiyet kapısı açıldığında içeri giren Bulgar ve Makedon vekillerin bilincini ve tavrını belirleyen bu fikirlerdi. Uyanış Çağını Osmanlıda yaşayan Balkan aydınların ektikleri tohumlarda bu bilincin yer bulması günümüzde Sayın R.T. Erdoğan liderliğinde Türkiye Cumhuriyetinin uzandığı doruklar yeni buluşmalara da işaretler veriyor.
Bu yol uzundu fakat başarıyla alındı. Osmanlı yıkılırken özünden T.C. doğdu. Yeni Türkiye’nin amansız bir anti-emperyalist milli kurtuluş savaşı sonucunda oluşması tüm kardeş halklara örnek oldu. Olaylar bu açıdan değerlendirilmediğinde Türkiye Başkanlık Sistemini ve “Büyük Türkiye”yi anlamak güç olur. Çünkü Başkanlık sistemi ile gündem olan Büyük Türkiye düşmanlarımızı endişelendiren ve korkutan çok vaat eden bir süreçtir. Türkiye’yi parçalayarak yutmayı planlayanların, “terör” kışkırtanların, asileri silahlandıranların hayal kırıklığını ve sinirliliğini anlamak gerek. Bu çatışmada, düşman güçlerin doğal ve yasal olan yenilip yok olmayı kolay kolay kabullenmelerini bekleyemeyiz.
Geçen yüzyılda dirilen Türklerin büyüklüğünü görmeyen artık kalmadı. Korku dağları beklerken, gelin yeniden barış içinde beraber olalım istenci hayat hakkı için çırpınıyor. Türkiye Cumhuriyetinin bölünmez bütünlüğünden yana olan tüm zinde güçler, “Bizim Türkiye’den başka anavatanımız yok” bilincinde birleşiyor. 40-50’den fazla ulus ve etnik, yeni medeniyetin farklılıkların tahammüllü bütünlüğünde kaynaşacağına her zamankinden fazla inanıyor. Bu inanç hızla güç topluyor. Bu dava hepimizindir. Biz Bulgaristan Türklerinin ve tüm soydaşlarımızın da ortak davamızdır. “Tek ulus, tek bayrak, tek vatan” kavgasında Çanakkale’den Midya’da biz de şehitler verdik. Evlatlarımızı son yolculuğa uğurlarken her defasında “Vatan Bölünmez” andı içiyoruz. Bu yol yokuştur. Birlikte yürümeyi kabul edip “Büyük Türkiye” emeliyle yeniden dirilebildiğimiz için mutluyuz. Bu yolu açan, AK Parti kurucusu ve Sayın Cumhurbaşkanımız R.T. Erdoğan, bu zor sürece yol açıp yön veren Türkiye Başkanı, tek liderimizdir.
Osmanlıdan sıyrılıp bizi Türkiye Cumhuriyetinde toplayan ilk önderimiz büyük Atatürk’tü. “Büyük Türkiye”ye, 1923 ve 2050 doruklarına işaret edense Türkiye Başkanı Erdoğan’dır.