Osman BÜLBÜL
Tarih: 23.10 2017
Konu: İnsanlarımız söz ve karar sahibi olmalıdır.
“Çingene yazı” da geçti. Penceremi açmadan başımı kaldırıp Koca Balkan’a bakıyorum, tepelerin bulutlarla yıkandığı bellere artık kar oturmuş. İlk sevda gibidir ilk kar, hemen inmez Trakya ovasına da, kestaneler ve cevizler çatladı düştü, bağlar bozuldu. Hayvanı olan sapı samanı yığın yaptı, odununu kesen kuytuya dizdi. Nenesi sağ olan ben gibi yaşlıların terliklerinin içine birer çetik (ökçesiz yün çorap) yerleştirilecek günler geldi gelecek.
Bu sene bolluk yılıydı. Üzüm, kestane ve ceviz arabaları köylere dolu dolu girdi.
Şimdi hava raporlarını hazırlayanlar, bilgisayar başından kalkmadan yaptıkları tahminlerde kışın karlı, biraz da sert olacağını anlatmakta adeta yarışıyorlar. Fakat kafaya kulaklı şapka, ele meşin eldiven ve ayağa çizme geçirmeden yapılan bu öngörüler bazen tutmuyor ve balçık üzerine düşen kar tanecikleri gibi eriyip gidiyor.
Uzatmayayım. Dün akşam bu güz ilk defa odun sobasına birkaç meşe yarması attım ve kızaran dirhemler üzerinde kestane patlattım. Tadı bir yana, kokusuna bayıldım. Gençliğimde köyüm Şekercilerde gece sohbetlerinde kestane kaynatılır ya da tuzlu fıstık kavrulurdu. Fıstık ve kestaneler bol da artık adam kalmadı. Dün gazete’de okudum dış ülkelerde yaşayan genç Bulgaristanlı aileler 200 bin çocuk doğurmuş. 2016’da ülkede yeni doğan yavruların sayısı 49 682, yarısından fazlası Romen. Bir ülke halkının dışarıya kayması büyük felaket…
Bizde “Büyük Göç” baskısıyla açılan sınır kapıları bir daha kapanmadı. Önce gençler gitti geldi. 1990’dan hemen sonra sılaya gidenler yalnız erkeklerdi. 2 000 yılından sonra aileler göç etmeye başladı. Aile dediğimde benim gibi yaşlılar köy ve kasabalarda kaldılar, gençler çocuklarını da alıp çıkıp gittiler, birkaç defa gelip gittikten sonra bir de Bulgaristan’a sırt çevirdiler. Düzen bozuldu. Çocuk yok okullar kapandı. Sağlık ocakları, klinikler, hastaneler kapandı. Memleketimize ilgi azaldı. Kendi köyünün dışında vatan bilmeyen vatandaşlar bizi unuttular. Yakınlarına ancak elektrik su, ekmek, şeker, sabun harçlığı kadar para yardımı gönderiyorlar. Telefonda “Nasılsınız?” deyip hemen kapatıyorlar. Yaşadıkları köyleri, kasabaları, alın teriyle kurdukları evleri, diktikleri fidanları unutur gibi oldular. Parçalanmış aileler belirdi. Yıllarca toplanamıyorlar. Onlar daha fazla Almanya, Belçika ve Hollanda’da çalışıyor.
Bu konularda, Bulgaristan Bilimler Akademisi Antropoloji ve Sosyoloji bölümlerinde uzmanlar ülke içinde araştırmalarda bulunmuşlar. Öreğin sıla acısına dayanamayıp bu sene yaz aylarında köye dönenler Alvanlar (Yablonovo) Ali Baba Tekesinde toplanıp kurban kesmişler, şenlenip eğlenmişler. Dertlerine derman ve umut aramışlar.
Kırcaali’nin Sevdalina köyünden olup Almanya’da çalışanlarımız ise bir araya gelerek Kara Koç kurban kesmişler. Yoksullara para bahşetmişler. Kendi tassa ruflarıyla köyde Cem Evi kuruluyor. 22 Ağustosta yapılan dualarında Nazır Hoca lokma dağıtma en iyi temennilerle mum yakma törenlerinde hazır bulunmuş, ilahiler okunmuştur. Törenlere çocuklarda katılmış.
Kırcaali’ye bağlı Boyno köyünden 1989’da göç edenler bu sene de bina ettikleri çeşme ve camide toplanarak, Şükran Mevlidi yaptılar. Köseler Cami açılışına hazırlanıyorlar. Türkiyede ikamet edenlerin hepsine davetiye gönderilecek, kurbanlar kesilecek. Gorna Krepost köyündeki törenler türbe çevresinde düzenlendi. Dualar edilip birlikte yemek yenirken, sıladan dönenler samimi bir ortamda dertleşmişler. Tabii bu bayramlaşmayı andıran buluşmalar esnasında başını kaldırıp etrafa bakanlar, boş kalmış tarlaları gördükçe, derelerde sıska su değil de sanki gözyaşı aktığını gördükçe kendini tutamadı. Vatan sevgisi gözlerinde nem toplayanların sesi kısıldı. Halkımıza kötülük edenlerin ahi her yerde hissedildi. Çevredeki meşe bayırlarını gezip gönül eğleyenlerse birbirine anı ve fıkra anlatmakta adeta yarıştılar.
İspanya’da çalışan Bukovo, Dolno Dryanovo ve Dıbnitsa gurbetçileri de kurban kestiler. Kurban kazanları kaynadı, çevirmeler kızardı. Memleket kokusu kokanlar mutluydular. Onların ziyaretleri bu sene Kurban Bayramına rastladığından dolayı, camilere, okullara, fakire fukaraya bağışta da bulundular.
Ecdadımızın cennet ettiği bu topraklarda gurbetçilerimizin manevi destek aradığı dikkati çekiyor. El toprağı yurt olmaz, yurt olsa vatan olmaz diyenler yerden göğe kadar haklıdır. Hepsinin yüreklerinde sıla dinmeyen bir acı, sönmeyen bir ateş. Hemen hemen yarısı Türkiye’ye geçseler de, sohbet ettiklerimiz, hemen üçüncü cümlede vatan dilimiz ayarını tutturuveriyor. “A”-sı farklı “k”-e si başka güzel bir harmoni oluşturuyor. Doya doya dinleme faslı açılıyor. “Var mı bizim buralar gibi be” deyenler sanki sırtlarından büyük bir yük silkiyor. Ellerini kollarını kaldırıp da derin nefes alanların yüzü gülüyor. Ecdadını yere göğe sığdıramayan insanların bir araya gelmesi Türklüğümüzün güç kaynağı oluyor. İnsanımız kendi kimliğini kendi yorumunda ve duygularında buluyor. Kendi geçmişimizi halk kültüründe yüreklendiriyor.
Bazılarını mezar başında, taşları kenara çekip mezar göçüğünü seçmiş kavgalaz dikenlerini çekip çıkarırken izledim. Sanki “babamın tam da kalbinin üstünde birmiş bu melet” deyip sökmek için asılırken Cenabı Hak sanki koluna kudret veriyor ve ruhları güzel insanların kabrinde diken bitemez diyenlere katılıyordu. Tarihimiz hafızamızda ecdadımız mezarlıklarımızda yaşıyor.
Bizde mezar yeri ticareti meta değildir. Mezar ticareti henüz başlamadı. Başlamasa da bu defa gelen yaşlıların gönlünden “gelmişken bir mezar yeri kapatsam” gibi hisler sezdim. “Bizim dağ taş gibi yoktur” diyenlerin gönlünden geçen de buydu. Dünyada başı sonu, sınırı, kıyısı köşesi olmayan bir his varsa, o Vatan Sevgisidir. İnsanın ekmeğini yediği topraklara şükran borcudur. Biz soydaşlarımızda, hemşerilerimizde güçlü vatana bağlılık duygusu olduğunu hissederken, hele Orta Rodoplardaki kültür, din ve tarih anıtlarımıza çok güçlü bir bağlılık olduğuna da tanık oluyoruz.
Her yıl olduğu gibi bu sene de Yeni Han Baba Türbesi de arasız ziyaret edildi. Bütün gündüzlerin ve bütün gecelerin sonunda yeni bir başlangıç olduğu gibi, bu sene Davitkovo, Debelyanovo ve Banite köy ve kasaba sakinlerinin bu türbeyi ziyaretlerinde bir keramet olduğuna inanıyorum,. I. Selim Sultan zamanında yaptırıldığı öykülenmiş 1919’da Müslümanlar tarafından onarılarak yeni çeki düzen alır. Kaynaklar açıldı. Etrafında şenlikler yapılıyor. Katılanlar yerli giysilerle gelerek folklor gösterileri sunuyor. Kurban kesilen alanlar düzenlenmiş. Güreşler yapılıyor, dua ediliyor. Yüce Tanrıya iman edenler bereket duaları ediyor. Her yanı çiçek açıp halkın ruhunu saran doğa gibi bütün katılanların kendilerini tek yürek ettiği yere dönüşüyor. Bizim memleket gibisi var mı?
XXI-inci yüzyılda bu ziyaretler arttı, çünkü halkımızın yüreği düştü, yerde. Sefillik birçoğumuzu ayaküstü duramayacak durumlara getirdi. Böyle olmasına rağmen, insanlarımızın yüreğinde yeni bir başlangıç umudu var. Buraya Eğiri Dere (Ardino) ve Paşmaklı (Smolyan) yörelerinden gelenlerin inancında ise, Yeni Hak Baba Türbesi ziyaretleri samimi ve soyunu, toprağını, vatanını seven insanlara kutsal türbenin bir şey fısıldadığı, bazı hatırlatmalarda bulunduğu inancı yaygındır. Birçok kişi türbenin tahmin ve telkinde de bulunduğuna inanır. Diğerleri de güçlü arzuların gerçekleşmesine yardımcı olduğuna iman etmiştir. Suyu da şifalıdır. Yolları bağışlarla asfaltlanmış Türbeyi ziyaret birçokları için Hacılık gibi, orada yatıyorlar, dualar o ortamda ediliyor, dilekler tutuluyor. Haziran, Temmuz ve Ağustos’ta gelen ziyaretçilerin inançlarında ise “konuşamayan çocuk konuşur”, “çocuk bekleyen gelimler mutlu olur” gibi gönül okşayanlar var. Bu sene gurbetçiler yoğun yoğun geldi. Halk gerçeğe susamış.
Kaderin bizim kuşağımıza yüklediği bir ödev var. Halkımızı uyandırmak. Anadilini konuşmayanlar düşünemez diyenlere sesleniyorum. Haklarımızın için ayaklandık. Birimci hakkımız ana dilimizde eğitim alma hakkımızdır. İsimlerimizi geri verdiler ve umut kutusu kapandı. Kardeşlerim biz özgür olmak zorundayız. Özgürlük düşünmek ve dünyayı tanıyarak değiştirmektir. Biz özgür olmalıyız! Özgürlüğümüze dil uzatan, el kaldıran vatan hainidir.
Derdine derman ve umut arayanlarımız artıyor. Hürriyet halkın elindedir diyoruz yeniden. Aradığımız gerçeklere çok yakınız diye düşünürken haklıyız. Tapınaklarımız, tekkelerimiz, cami ve medreselerimiz bizim kimliğimizden parçalardır. Yaşam şeklimiz de öyledir. Hatta yazarlarımızın anlattığı öyküler, şairlerimizin okuduğu şiirler, kızlarımızın söylediği şarkılarımız bizim Türklüğümüzdür. Eşimin terliklerime çetik koyması da bizim kimliğimizden bir parçadır. Tarhana çorbası içmek ya da lokma dağıtmak gibi…
Başını kaldır kardeş. Gel de bizi gör. Kendini gör. Biz hepimiz bir bütünden öğeleriz ve kolektif haklarımızda birleşince ve ruhumuz kaynaşınca herkesten güçlüyüz.
Kış geliyor. Ocak başını değerlendirin.
Türk kimliği ocak başında alevlenir. Türk ocaklarını yakalım kardeşler.
Paylaşınız.