Musa VATANSEVER
Konu: Hainliğin milleti ve sınırı yoktur.
Mal mülk elden çıkabilir, sağlık da feda edilebilir,
Hayat da kurban edilebilir, onur da ayakaltına alınabilir,
Kadın, kız kardeş, kardeş ve çocuklar hesaba girmeyebilir,
Evet, şu yeryüzünün üzerinde olan her şey elden çıkabilir,
Bunların tümü göklere de bahşedilebilir,
Ölümsüz ruh ve ebedi mutluluk da helal edilebilir,
Fakat iktidar oğlum, yalnız iktidar kimseye verilmez!
Bu satırların gerçek anlamında olansa, iktidara el attığı andan başlayarak, ahlaksızlığından ödün veren her bir kişinin ömrünün sonuna kadar, tutunacak hiçbir dal bulamadan ve tamamen çaresiz katran kazanında kaynayacağına bir işarettir.
Özünde ve mayasında hainlik olan Bulgar siyasi hayatı her zaman acımasız ve saygısız olmuştur. Hain, hıyanet eden kimsedir. Başkalarına zarar vermekten, onları üzen veya kötülük eden kimsedir. Halk dilimizde “ne hain adam” olarak geçer. Biz Bulgaristan Türkleri Hak ve Özgürlük davamızı ele veren Ahmet Doğan’a hain dedik. O, totalitarizme karşı mücadelemizde galip gelmemizden yararlandı ve hainlik yaptı. Dava arkadaşlarımızı ele verdi. Büyük Göçten, 10 bin Türk aydınının vatanımızdan kovulmasından, Hak ve Özgürlük Partisi içinde daha 1990’da başlayan kıyımdan sorumludur. Halkımız kötü bir niyet taşıyana da “hain” diye hitap eder.
***
Hainliği özü olan kötülük etmek Bulgaristan’da çok yaygındır. “Hainler ordusu” – Bulgarcada bir değimdir.
Bulgar siyasi liderlerinden birçoğunun ölümü hainlik sonucu evinde, yatağında olmamıştır. Osmanlıdan ayrılan Bulgar Prensliğini Rusya Çarlığından da koparıp Batı tipi bir yeni devlet kurmak isteyen Başbakan Stefan Stanbolov 1895’in 6 Temmuz günü sokakta kafası satırla yarılarak öldürülmüştür.
Bulgar Liberal Partisi lideri, Başbakan Dimitır Petkov 1907 yılının 27 Şubat günü kurşunlanarak öldürülmüştür.
Ondan sonra, aynı partinin liderliğini üstlenen Nikola Genadiev’in hayatına 1923’ün 30 Ekim günü kastedildi.
Dimitır Perkov’un oğlu tanınmış çiftçi önderlerinden Petko D. Petkov da 1924’ün 14 Haziran günü öldürüldü, diğer oğlu Nikola Petkov ise 1947’inin 23 Eylül günü darağacına çekildi.
Bulgar Halk Çiftçi Birliği Başkanı, Başbakan Aleksandır Stanboliyski 1923 Nisanında pusuya düşürüldü ve kurşunlandı.
Bulgar Çarı III. Boris Adolf Hitler tarafından 1942’de zehirlendi.
BSP’li Başbakan Andrey Lukanov 1996 ‘da evinin önünde kurşunlandı.
1990’dan sonra kişisel çıkarlar, bir anda zenginleşmek isteyenlerin hainliği 100’den fazla aydını, iş adamı ve siyasetçiyi son yolculuğuna uğurladı. Aralarında Türkler de var. İşlenen hainlikte devlet gücü kullanıldı.
***
Bulgarların kendilerine göre, tarihlerindeki işlenmiş en büyük hainlik komitacı ve Osmanlıdan kopma ideolojisinin babası Vasil Levski’nin ele verilmesi, tutuklandıktan sonra kurtarılmaması ve ölümüne seyirci kalınmasıdır. Olay 1872’de olmuştur. Levski Papaz Krıstü tarafından ele verilmiştir. Bulgar milli imajının oluşturulmasında V. Levki’nin kimliği olağanüstü büyük rol oynadığından, onun bir papaz tarafından Osmanlı zaptiyelerine ihbar edilmiş olması, milli gurur ve ruhta kapanmaz bir yara açmıştır.
Aynı olaya yerli Müslüman/Türkler açısından baktığımızda, Levski’yi ele verenin Türkler olmaması, aslında Bulgaristanlı Türkler hiçbir Bulgar komitacıyı ele vermemişlerdir. Bu duruma çok yönlü yorum getirilebilir. Birleştirici olan Türklerin hoşgörülü davranışıdır. “Su akar yolunu bulur” ya da “Olacak olan olur!” mantığıdır. Çocukluğumda birçok kez işitmişimdir: Yaşlılar eski olayları indirip bindirirken, “Levski’yi ele veren papazdır. Mahkemesini gören hakim Bulgardır. Botev’in alnına kurşun sıkan da Bulgar’dır!” – Bu işlerde şükür elimize kan bulaşmadı. “ Dediklerini bugünkü gibi hatırlıyorum.
Bir milletin ulusal imajının belirlenmesinde hainlikler olması, çok olumsuz bir olaydır ve son durağı “Bu halk haindir!” kapısını çalar.
***
Levski’nin ele verilmesi ve tutuklanması aslında çok büyük bir siyasi olayın somut yansımasıdır. Levski, Bulgar, Türk, Yahudi, Ermeni ve diğer etniklerin kardeşçe beraberlik içinde yaşayacakları bir demokratik Cumhuriyet hayal etmişti. Sözleri, yazıları, komitacı programı bu doğrultudadır. Osmanlıdan bir milli Bulgar ihtilaliyle ayrılmak ve bağımsız ve demokratik bir cumhuriyet istiyordu. Ona kıyan Papaz Krıstö ise, Rusofildi. Yani Osmanlıdan ayrılan Bulgar halkının Rusya’ya bağlanmasını ve Çar II. Aleksandır’ın çizmesi altında ezilmesini istiyordu. İşte bu noktada, bu ihanet ve hainlik siyasidir. Burada, ihanet, papazın Bulgar milli kurtuluş davasına ihaneti, hainlik de komitacılar başını zabıtaya ispiyonlaması olarak anlaşılmalıdır. Olayın yaklaşık bir buçuk asırlık geçmişi olsa da, önemi bugün de her zamankinden daha güncel (aktüel) niteliktedir. Çünkü Levski’nin hayal ettiği sözün tam anlamıyla bağımsız Bulgar milli devletinin gerçekleşme süreci bugün de tamamlanmamış, 1878’de Osmanlı, Rusya ve Batı etki alanının düğümlendiği noktada bulunan Balkan ülkesi Bulgaristan, bugün de aynı üç gölgenin kesiştiği yerdedir. 1878’den 1945’e kadar gölge koyuluğunu Batı (Çarlık dönemi) belirlerken, 1945’ten 1990’a kadar (sosyalist dönem) Moskova belirlemiş, 2004’te Türkiye’nin yardımlarıyla NATO’ya katılan ve 2007’de Avrupa Birliği’ne (AB) üye alınan ülke halen tamamen iki arada kalmıştır.
Olaya Başbakanı Boyko Borisov’un bu ay içinde T.C.’ye yapacağı iki ziyaret açısından ve son demecinde “Ne pahasına olursa olsun biz Türkiye ile en iyi ilişkiler geliştirmek zorundayız” sözlerinden çıkarak baktığımızda, bir asır sonra Bulgaristan üzerindeki Batı ve Rus gölgesinin alacalandığını ve Türkiye gölgesinin (himayesinin) arandığına tanık oluyoruz.
Biz Bulgaristan Müslüman/Türk aydınları, Papaz Kristö gibi Ruslara ajanlık yapan ve 17 Aralık 2015’te “Bulgar milli menfaatlerine yeni bir tanımlama yapmaya çalışarak” ve yine aynı o hain papaz gibi, Müslümanlarımızı Rusya çizmesi altına itmeye çalışarak hainlik yapmasını lanetledik. Bugün de kınıyoruz.
Bulgar’da şöyle bir laf vardır: “Üç Bulgar bir araya gelse, birisi hain çıkar, fakat Türkler’den hain çıkmaz!” derler. Birçok defa yazdık. Bulgaristan Türkleri sözünün eri insanlardır. Yerden göğe kadar şereflidirler. Bu bakıma biz Ahmet Doğan’ı Türk ve Müslüman olarak kabul etmiyoruz. Türk ismi taşıması bir tesadüftür. Ruhunda, bedeninde ve beyin genlerinde Türklükten tek hücre esintisi bile yoktur. Hak ve Özgürlük davamıza ihanet etmesinin bedelini mutlaka ödeyecek, şimdi saklandığı saraylardan FETÖ hainlerinin inlerinden çıkarıldığı gibi çıkarılacak ve son sözü Bulgaristanlı Türklerin adaleti söyleyecektir. O gün çok yakındır.
Biz 21. yüzyıl Bulgarlarının karakterini okurken, onların en milliyetçi olanlarının eserlerini karıştırdığımızda şu değimler kullanılmadan cümle kurulamadığına şahit oluyoruz. Bulgar halkının kendi kendini kahreden siyasi mekanizması, Bulgar halkı için “uyuyan”, “geri kalmış”, “kölelik korkusundan felce uğramış”, “köle ruhlu”, ve ayrıca da “Bulgarlar anadan doğma ispiyoncudur” gibi kavramlar komitacı havari Levski anlatılırken bugüne kadar olaylarda hep kullanılıyor. Bu arada, geçen yüzyılın ikinci yarısında Bulgarların Papaya yapılan Ağca saldırısına bulaşmıştı. 1972’de Pomak Müslümanlara katledici saldırılarda bulundu. 1984–1989 yılları arasında Türklerin kimlikleri üzerine çullanıldılar. Zora getirilen insanlardan hain ve ihbarcı ağı oluşturdular. Bulgar devletinin kendi özünü oluşturan nitelik çizgilerini Türk azınlığı gibi etnik toplulukların başına sardılar. “Türkler isimlerini ve kimliklerini değiştirmeyi kendileri istedi” gibi baştan aşağı yalan iddialarda bulundular. Olaylar dünya kamuoyunun dikkatini çekti. Olayları gerçek yüzüyle görmemek için deve kuşu gibi kafamızı kuma sokmamıza gerek yok, Türkiye’ye kaçıp kabuğumuza sığınmamıza da gerek yok. Hepimizin hepimizden ihtiyacımız var. Biz yargısız hapse atılmış, gece evinden alınmış, “Belene” kampında aç tutulmuş, işkence görmüş, aklı buzlaşıp donsun diye derin dondurucularda tutulan kardeşlerimizin hain olduğuna asla inanmadık ve inanmıyoruz. Birbirimizden korkmamıza gerek yok. Siz bizden, biz de sizdeniz. Davamız ortada ve ortaktır. BULTÜRK ve BGSAM her zaman sizinle oldu ve olacaktır.
Aslında biz Bulgaristan Türklerinin aydın tabakasının temsilcileri olarak, Bulgarların kirli işleri ve hesaplarıyla, hiç yoktan zengin olma özlemleriyle, devleti ve toplumu soyma planlarıyla uğraşmak, bunlara katılmak, bulaşmak istemiyoruz. Böyle bir niyetimiz ve örgütlenmemiz de yoktur. Bu gibi çalıp-soyma, aldatma, zorlama işlerinde baş aktör de HÖH lideri Ahmet Doğan’dır. HÖH katılımıyla kurulan hükümetlerin hepsi mafya hükümetleriydi. Bu sebeple hiç birimiz o çeşmelerden bir kofa su alamadık. Fakat Doğan hiç utanmadan 1 milyon 250 bin leva honorarcık aldı. Hainliğinin ücretiydi bu para… Türk halkına yapılan kötülüklerin ücreti…
Bugün aynı oyunlar devam ediyor. Ahmet Emin para için öldürüldü. Öldürülen partililerin, milletvekillerimizin, hapse tıkanların sayısı kabarıktır. Bunların hepsinin hesabı sorulmalıdır ve sorulacaktır. Başımıza gelecek varmış. Eh, başa gelen çekilir.
Biz şu kapanın tutsaklarıyız.
Mal mülk elden çıkabilir, sağlık da feda edilebilir,
Hayat da kurban edilebilir, onur da ayakaltına alınabilir,
Kadın, kız kardeş, kardeş ve çocuklar hesaba girmeyebilir,
Evet, şu yeryüzünün üzerinde olan her şey elden çıkabilir,
Bunların tümü göklere de bahşedilebilir,
Ölümsüz ruh ve ebedi mutluluk da helal edilebilir,
Fakat iktidar oğlum, yalnız iktidar kimseye verilmez!
Devam edecek.