İsmail CİNGÖZ

Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKYB) başkanı Mest Barzani görünürde İsrail hariç bütün uyarılara rağmen “Bağımsızlık Referandumu” nu açıkladığı gibi 25 Eylül 2017 günü yapmıştır. En sert tepkiyi İran vermiş olmakla birlikte Türkiye de adeta teyakkuz durumuna geçmiş ve geçtiğimiz hafta Irak sınırında askeri tatbikat başlatmıştır. Referandumun yapıldığı saatlerde bu tatbikata Irak Merkezi Hükümeti de dâhil olmuştur.

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ile birlikte Batı ülkeleri de referandumun iptali veya en azından ertelenmesi için telkinlerde bulunmuşlar fakat Türkiye iptalini ve hiç yapılmaması gerektiği açıklamıştır. Türkiye, Lozan Antlaşması ile 1926 Ankara Antlaşması’ndan doğan haklarını saklı tuttuğunu ve bu antlaşmalar kapsamında Irak’ın toprak bütünlüğünden yana olduğunu ısrarla vurgulamıştır.

Son zamanlarda sosyal medyada sıkça dolaştığı gibi Türkiye-Irak ve İngiltere arasında imzalanan 5 Haziran 1926 Ankara Antlaşması ve bu antlaşmanın 18 Temmuz 1926’da sona eren ve de 8 Aralık 1936 tarihli Bağdat Uzatma Protokolü1 ile yenilenen “iki ülke arasındaki iyi komşuluk ilişkilerini düzenleyen maddeleri” Irak’ın toprak bütünlüğü bozulursa Türkiye’ye müdahale hakkı tanımamaktadır. Fakat Türkiye-Irak sınırının temel dayanağı olan 29 Ekim 1924 tarihli “Bürüksel Hattı” hilafına olarak yapılacak değişiklikler uluslararası ilişkiler anlamında hukuksal ihlaller içerecektir. Çünkü 1926 Ankara Antlaşması’nın 5. Maddesi Bürüksel Hattı ile çizilen Türkiye-Irak Sınırının değiştirilemez olduğunu deklare etmektedir. Bu madde ile taraflar sınırın değiştirilme girişiminde dahi bulunmayacaklarını kabul etmişlerdir. Yine sosyal medyada dolaştığı gibi Ankara Antlaşması’nın birinci kısmı bir süreye de tabi değildir.

Peki, bu antlaşmalar Türkiye’ye müdahale hakkı tanımamakla birlikte Türkiye’nin Musul ve Kerkük bölgesinde baki olan hakları yok mudur? Elbette vardır. Öncelikle Barzani referandum sonrası bağımsızlık ilan ederek Türkiye-Irak sınırını değiştirmeye kalkarsa Türkiye, sınırın değiştirilemezliginden hareketle müdahale hakkına sahip olacaktır. Ayrıca çoğunluğu Kerkük ve Telafer bölgeleri başta olmak üzere Irak’ta Türk nüfusuna karşı yapılacak bir saldırı durumunda Türkiye’nin kardeşlerini yalnız bırakmayacağı muhakkaktır.

Sert bir şekilde tepki gösteren İran’ın da kaygıları Türkiye gibi güvenlik ve uzun vadede toprak bütünlüğünün tehlikeye gireceğini görmesindendir. Kurulması muhtemel Kürt devleti Kürt nüfusuna sahip diğer bölge ülkelerinin de güvenlik ve toprak bütünlüğü için tehlike arz edecektir.

Türkiye bu güvenlik endişesi ile günlerdir Irak sınırında yapmakta olduğu askeri tatbikatlar sonucu Türk kamuoyunda; “Misak-ı Milli sınırına kadar gidilecek bir sınır ötesi operasyon” beklentisi oluşmaya başladığı görülmektedir. Fakat Mısak-ı Milli’yi tamamlayacağız ümidiyle yapılacak hesapsız bir hareket başta PKK olmak üzere çeşitli terör örgütlerinin kuvvetle muhtemel iç karışıklıklar çıkartmaları ile çok daha karmaşık iç güvenlik riski taşımaktadır. Muhtemeldir ki bu nedenle Türkiye sağduyulu davranıyor olsa da gerek Cumhurbaşkanı Erdoğan ve gerekse Hükümet yetkililerinden ardarda uluslararası hukuk kurallarına ve imzalanmış olan antlaşmalara vurgu yapan açıklamalar gelmektedir.

Fakat esas sorulması gereken soru; “Uluslararası kamuoyuna rağmen Barzani bu referandumu nasıl göze alabilmiştir?” Bu sorunun cevabı da doğal olarak “Bir takım güvenceler almış olduğu” gerçeğidir. Bu güvenceyi ilk veren ve açıktan açığa söyleyen devletin İsrail olduğu görülmektedir. Zira referandumu ve IKYB’nin bağımsız bir Kürt devleti kurma hakkı olduğunu her vesilede dile getirmektedir.

Bölgenin siyasi politikalarını takip edenlerin hatırlayacakları gibi İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu 2015 yılında Ortadoğu’yu kast ederek “Bölgede bir Kürt devleti kurulmasını desteklediğini” yaptığı bir açıklamada dile getirmiştir. Hatta İsrail’in Kürt nüfusuna sahip olan Türkiye, Irak, İran ve Suriye’de de küçük küçük Kürt devletlerinin kurulmasını daha çok arzu ettiği değerlendirilmektedir. Çünkü bu ülkeler güvenlik ve iç sorunları ile uğraşırken İsrail’in bölge ülkeleri ile yaşadığı güvenlik sorunu minimuma indirgenebilecektir.

Ama bu güvence Barzani’ye sadece İsrail tarafından mı verilmiştir? Ve Barzani sadece İsrail’in desteği ile mi cesaretlenmiş olabilir? Tabi ki hayır.

İran’ın sert tepki vermesinin de altında yatan husus burada kendini göstermektedir. Çünkü Irak’ın kuzeyinde kurulması muhtemel Kürt devletinin Sünni tandanslı olacağı için İran’a karşı Sünni Körfez devletleri tarafından Barzani’nin cesaretlendirilmiş olma ihtimali olasıdır. Ayrıca zahiren karşı olunduğunu açıklasa da ABD; Türkiye, Irak, İran ve Suriye’ye karşı baskı aracı olarak kullanıma hazır bir Kürt devleti kurulmasını2 gizli antlaşmalarla destekleme sözü vermiş olması ise en kuvvetli ihtimal olarak görülmektedir.

Referandum sonuçları henüz açıklanmamış olsa da ezici bir çoğunlukla EVET çıkacağı kesindir. Buna rağmen Barzani’nin hemen bir bağımsızlık ilan edebileceği beklenmemelidir. Zira Irak Merkezi Hükümeti, Türkiye, İran ve Suriye tarafından “Yok Hükmünde” kabul edilen bir sonuç karşısında ilan edilecek bir bağımsızlık dünya ile bağlantısı olmayan bir ülkeye yaşama şansı vermeyecektir. O nedenle Barzani bağımsızlığı beklemeye alacak ve başta IKYB dışındaki bütün Kürt gruplara ve liderleri ile rakiplerine karşı konumunu güçlendirdiğini ilan etmiş olmakla “Kişisel başarısını” da ilan etmiş olacaktır. Ardından Irak Merkezi Hükümetine karşı, bölgesinin otonom siyasi hakları ile yer altı kaynaklarının paylaşımı konusunda siyaseten daha güçlü bir şekilde masaya oturabilecek ve yeni kazanımlar elde edebilmenin yollarını arayacaktır.

Sonuç olarak Irak’ta mevcut bulunan Kerkük ve Telafer başta olmak üzere Türk bölgelerine karşı muhtemel Kürt saldırıları ve ilhak girişimlerine karşı Türkiye taviz vermemelidir. Uluslararası ilişkilerde en ideal olan diplomasi ile barışın sağlanması olsa da eğer Türkiye fiili bir askeri müdahale yapmak zorunda kalması durumunda öncelikle uluslararası haklarını, uluslararası kamuoyuna çok iyi anlatabilmelidir.

Türkiye’nin Irak operasyonunda İsrail ve ABD’nin Barzani tarafında yer alacağını değerlendirerek hali hazırda Irak Merkezi Hükümeti ile başlattığı diyaloğun devamı ile birlikte İran’la müttefik olarak hareket etmelidir. Hatta “Arap Baharı” olayları ile birlikte diplomatik ilişkilerin kesildiği Suriye’nin “Irak’ın toprak bütünlüğünden yana olduğu” açıklamasını dikkate alarak, diplomasiyi tekrar kurabilmenin yolları Türkiye ve Suriye tarafından değerlendirilebilir. Bu arada Türkiye’nin Rusya ile ittifak halinde olması da önem arz etmektedir.

Son zamanlarda Türkiye-İran ve Rusya ittifakı küresel güç dengeleri açısından ses getirecek bir faktör olarak dikkat çekmektedir. Fakat Türkiye’de karar alıcı mekanizmaların unutmaması gereken en önemli husus “Ortadoğu’da ittifaklar her daim kaygandır.”

                                              

İsmail Cingöz; Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı/M.Sc. – BULTÜRK Derneği Ankara Temsilcisi.

* 27.09.2017 Tarihinde Ticari Hayat Gazetesi’nde yayınlanmıştır.

1 Ayrıntılı bilgi için bknz: İsmail Soysal, Türkiye’nin Siyasal Andlaşmaları, C.1, ss.312-327, Türk Tarih Kurumu, 3. Baskı, 2000, Ankara.

Reklamlar