Mikr. Uzm. Dr. Osman BÜYÜKKAYA
Konu: Yakın Doğu, Avrupa ve dünya siyaset merkezindeki anahtar devlet Türkiye
Rusya Başkanı koltuğunda tutunabilmek için kaçınılmaz olarak savaş yürütmek zorunda olduğuna inanılan Vladimir Putin’i anlatabilmek için tarihsel tabloda 1796 – 1855 yılları arasında yaşayan ve ömrünün son 30 yılında Rus Çarı olan Birinci Nikolay’ı aramak zorundayız.
Birinci Nikolay’ın çarlığını anlayabilmek içinse, Fransız imparatoru Napolyon Bonapart’ı 1812’de Moskova’da, 1813’te Avrupa birleşik güçleriyle birlikte Leipzig’de ve 1815’te Waterloo’da yenen ağabeyi Birinci Aleksandır’ı tanımak zorundayız. Savaştan bezmiş olan Birinci Aleksandır, “Rusya’nın yeni topraklara ihtiyacı yok” sözleriyle hatırlanır. O imparatorluğunu doğal sınırları içine çekmişti de, savaş çığırtkanlığını barut kokusuyla besleyen Rus milliyetçileri onu “zayıf” ve “kararsız” biri olarak andı.
Huzur arayan kardeşinin ölümünden sonra Çar olan Birinci Nikolay, Avrupa savaşlarından etkilenen subay asilzadelerin bir başkaldırısı olan, Rusya’da aydınlanmayı ve toprak köleliğinin kaldırılmasını amaçlayan Dekebristler Ayaklanmasını 1825’in Aralığında kana boğarken yüzlerce kişiyi darağacına çekerek veya zindana atarak göreve başlar. 1830-31’de Polonya Ayaklanmasını da kana boğan Birinci Nikolay Lehleri zorla “Ruslaştırma” siyasetini başlattı. Haklı olarak ona “Avrupa’nın jandarması” unvanı uygun görülmüştü. Zorbalıktan zorbalık doğduğuna göre kaçınılmaz savaş çarkı böylece dönmeye başlar. İç terörü dışarı taşımak için Osmanlıya “hasta adam” deyen bu Rus Çarı “sıcak denizlere inme” stratejisi geliştirdi. İstanbul’a göz dikti ama saldırmaya cesaret gösteremedi. Onun döneminde Rusya “tehlikeli bir buhran içinde” yüzdü. Son büyük Rus diktatörü olarak da bilinen Birinci Nikolay İslav halklarını Osmanlı egemenliğinden kurtarma gibi kendine bir özel misyon uydurdu. Oysa o çağda Osmanlı’da Ortodoks Hıristiyanlar Katolik ve Protestanlardan çok daha iyi yaşıyordu. Rusya steplerinde insanlar “Ölü
Canlılar” gibi yaşarken Rus Çarları Türkler arasında sefa süren Hıristiyanların derdine düşmüştü. Ne var ki Rus Çarlığı’nın son nalı 1917’de söküldü.
Rus yazar ve yorumcular Vladimir Putin’i kışkırtırken hep Birinci Nikolay’la mukayese ettiler. Bu benzetmeyi yapanlardan biri de Çek Dış İşleri Bakanı Karel Şvartsenber oldu. “Birinci Nikolay zamanında Orta Asya’nın büyük kısmı Rusya’nın kontrolü altına geçti. Onun zamanında Batı hep kaybetmişti,” deyen bakan, Kırım Savaşı’nda (1851- 1856) bütün Batı’nın Büyük Britanya, Fransa ve Osmanlı’nın Rusya’ya karşı birleştiğini unuttu. Kırım Savaşı’nda Batı devletlerinin kullandığı savaş araçlarının Rus silahlarından çok ileri olduğunu gören Birinci Nikolay intihar eder.
Birinci Nikolay – Putin benzetmesini çizebilmek için, ikincisinin 1999’da henüz toy bir başbakanken bombalattığı Çeçen toprağının bir kan gölüne dönüşünü hatırlamalıyız. Çeçen barbarlığı Putin’in diktatörlüğe yükseliş basamağında birinci ayak oldu. Savaş kokusuyla beslenen Rus yurtseverliği (patriotizm) Kuzey Osetya Özerk Cumhuriyeti ile Abhazya Özerk Cumhuriyeti’nin silah gücüyle ezilmesini alkışladı. Gürcistan savaşında esin buldu. Gerek Çeçen – Vandallığında gerekse 9 yıl sonra gerçekleşen Osetya, Abhazya ve Gürcistan saldırılarında Rus ordusu silahsız sivil halka karşı otomatik silah, tank, top ve uçak kullandı. Bütün Rusya ürperdi, toplum kasıldı, isterik korku belirdi.
Birleşik Amerika Başkanı Barak Obama “Rusya, bütün dünya tarafından tanınan insan haklarını ve temel ilkeleri çiğneyemez!” dedi fakat Putin devletler hukukunu çiğnemeye devam etti. Top namlusu, Stalin’in ölümünden sonra 1954’te Sovyetler Birliği sınırları içindeki 15 cumhuriyetten biri olan Ukrayna’ya katılan Kırım Yarımadasına çevrildi. 2014’te Putinciler “Kırım Bizim” sloganı yükseltti. Ukrayna’daki Rus azınlığı savaşa kışkırtılar. Kırım ilhak edilirken ülke ikiye bölündü. Rusya Doğu Ukrayna’ya çöreklendi. Putin sadece 10 yıl gibi kısa bir sürede “kötülükler imparatorluğu” yarattı.
Nitekim tırmanan saldırganlığa göğüs germek için demokratik dünya giderek birleşti. Batı dünyası, NATO, Avrupa Birliği ve Birleşik Amerika Türkiye’nin yanında anti-terörist cephede buluştu. Kural tanımayan Rus yayılmacılığı demokratik Avrupa’yı uyandırdı. Devlet Başkanı Putin “G 8” zirvesinden çıkarıldı. Soçi Olimpiyatları birçok devlet tarafından boykot edildi. Rusya’ya karşı ekonomik, ticari, teknik ve teknolojik yaptırımlar (ambargo) uyguladı. Moskova bu önlemlerden gerekli ders almadı. Saldıracak yer ararken kendi halkından 5 milyon insana kıyan Şam diktatörü Esat’ın sözde davetine uydu. “Anti-terörist” maskesi takarak Suriye’de sivil halkı ve diktatör Esat’a karşı savaşan güçlerin mevziilerini yoğun bombalamaya fırsat buldu. Yakın-Doğu’daki savaş alanını genişletmeye çalışırken Türkiye Cumhuriyeti semalarını ihlal eden “CU 24” uçağının düşürülmesinden sonra tek yanlı ticari ve turistik önlemlerle Türkiye’ye zor günler yaşatma yolunu seçti.
Ana niteliği sınırsız yayılmacı barbarlık içeren Putinci tırmanmanın karakteristik özelliğinde “çaresizlik” ve “aman yarın ne olacak” korkusu ağırlık kazanmaya başladı. Suriye’de 5 aylık bombalama Rusya’ya bütçesini 161 milyar US Dolar büzdü. Gelirinin % 50’sini petrol ve doğal gaz dış satışından toplayan devlet bütçesi açık verdi ve sosyal kısıtlamalar başladı. Bunalımın yükünü üstlenmek istemeyen Rus zenginler Batıya kaçmaya başlarken, Moskova varoşlarında yeni inşa edilen asilzade köşklerinin fiyatı 5 defa ucuzladı ve alıcı bulamıyor.
İç pazarı daraltı. Rus yönetiminin Merkezi Avrupa’ya yönelik stratejik tasarımları – “Güney Akım” gaz boru hattı, “Türk Akım” ve “Kuzey Akım” suya düştü. Durum artık endişeli olma sınırını açtı. Herkes için korku doğurdu. En büyük kötülüğün bile sonu olduğuna inananlar, hiçbir halkın havadan bombalamakla yok edilemeyeceği inancında birleşiyor.
Milyonlarca cana mal olan savaşın öncelikle petrol ve doğal gaz yollarını kontrol altında tutma savaşı olduğunu kanıtladı. Doğal enerji kaynaklarının bulunduğu Orta Asya, Hazar Havzası ve Arap Yarımadası’nın Avrupa yolunun Anadolu’dan geçtiğini bilmeyen kalmadı. Bu yolun sahibi ise, Orta Doğu’nun anahtar konumlu ülkesi olan Türkiye’dir. Türk devletinin Putin’in stratejik planlarına alet olmak istememesi ise, fışkıran Rus düşmanlığının temel nedenidir. Putin Rus halkıyla yüzleşmeden kaçmaya başladı. Çeçen ve Osetin toprağını kan gölüne çevirdikten sonra bir ay kaybolmuştu. Ukrayna’da oluk gibi kan akınca Putin 2 ay kayıplara karışmıştı. Şimdi Suriye halkı trajedisiyle yüz yüzeyiz. Ortada milli sınırları aşmış, denizlere akan, birçok ülkeyi bağlayan, Avrupa Birliği Genel Kurulunda ana konu olan, Türkiye AB ilişkilerine yüklenen milyonlarca insanın kaderi var. XX. yüzyıl savaşlarında 100 milyon insanın ölümüne neden olan Kremlin saldırganlığı, XXI-inci yüzyıl başında yarattığı insanlık acısını daha önce yaşatamamıştı. Gözlenen can çekişmesi, büyük bir imparatorluk hevesinin toslamasından sonraki feryattır. Halkların ortak davası haline gelen Putin çılgınlıyla savaşım dalga dalga güç topluyor ve mutlaka muzaffer olacaktır.
Artık doğal gaz denizinde yüzen Türkmenistan da enerjisini Rusya üzerinden satmaktan vazgeçti. Suriye’yi bombalayan Putin’in aslında Suudi Arabistan, Katar, Mısır ve Akdeniz doğal gazının T.C. üzerinden AB ülkelerine ulaştırılması projelerini çökertmeyi hedefliyor. Geçici bir zaman için bunu yapabilse bile, “geçicidir” dediğimiz bu süre, giderek kısalıyor. Medeni dünya Rus doğal gaz ve petrolüne olan talebini kendisi karşılayabilecek duruma geldi. Teknolojik olarak Rusya’dan çok ileri olan Avrupa ve Birleşik Amerika temel enerji kaynakların nitelik olarak değiştiriyor. Amerika sıvı gazı artık taştan alıyor. Almanya güneş ısısından bir buçuk kat daha büyük sıcaklığa ulaştı ve elektrik enerji üretim yolunu kısaltabildi. Eski kıta karanlığı deliyor. Dünya değişiyor. Almanya’da 50 bin elektrikli otomobil şarj tesisi kuruldu. Putin’in siyaset sahnesinden kaybolmasına sebep olan Rusya’nın teknolojik olarak bu defa da uygar dünyadan çok ama çok geri kalmış olduğunu algılamasıdır. Rusya’nın dünya gücü doktrininin mezarını kazan işte bu geri kalmışlık ve aşamadığı teknolojik yenilenme engeli oluyor. Görülen, eski bombaları depolardan çıkarıp Suriye fındık fıstık bahçelerine, ekin tarlalarına atmak hiçbir sorunu çözecek durumda değildir. S. Esat’ın diktatörlük günlerinin sayılı olduğuna inananlar da çoğunluktur.
Sivil Suriyelileri vatan toprağından ölüm tehlikesi yaratarak kovan Putin- Esat ikilisi Türkiye’den başlayarak, Balkanları, Orta ve Kuzey Avrupa’yı savaş kaçağı – sığınmacı çadır kampı haline getirdi. Akdeniz dalgaları cesetleri sahillere taşıyan sıhhiye taburu rolü görmese, medeniyetlerin beşiği olan bu güzelim deniz artık “ölü deniz” olacaktı. Kucaklarında çocuklarıyla ata ocağından kaçmak zorunda kalan zavallı alayları üstüne herkes bir plan kurarken, gerçek yüzünü gizleyemedi. Savaş kaçaklarına olan yaklaşım 21. yüzyılın insanlık kıstası olurken, daha ilk günde Türkiye devletinden daha insan sever bir ülke, devlet ve halk olmadığını görmeyen kalmadı.
Ne ki sağanak yağış ve kar altında demiryolu rayları arasına çadır kuran bu zavallı felaketzedelere kör, sağır ve ilgisiz bakanlar bugün de çok! Dedeleri gelip geçen olur diye köprübaşına, yol kavşaklarına tava çıkaran bizden başka şimdi de gönül sofrası açan yok. Bulgar Dış İşleri Bakanı Mihov da aralarında göçmenler konusunda Brüksel’de varılan sözleşmelerde değişiklikler istemesi kendi derdini kendine anlatan acizliği bir başka ifadesidir. Yarım asır önce evlerimize ve topraklarımıza göz dikenlerin bugün göçmen çadırlarına kurulan sofralara göz dikmesi kimseyi şaşırtmadı. Göçmen faciası bir kuru ağaçtan dal koparılması değildir. Kanadıkça kanayacak derin bir yaradır. Bu yüzyılın kaderini belirleyecek niteliktedir. Demokratik dünya kötülük bataklığının kurutulmasında her zamankinden daha kararlı ve azimli olmalıdır. Bu dava Türkiye Yakın Doğu barışı garantörü olana kadar sürecektir. İlk ve son hedefinde bir de saldırgan uşağı taşeronların kafalarını kesin ezmek var.
Bu arada eski kıtayı sığınmacı acısına boğmayı planlayanların başı olan Putin Türk halkının sonsuz insan sevgisini, son lokmasını da paylaşma geleneklerini bu defa da algılayamadı. Bu bakıma tamamen tosladı. Türk sofrasına oturan her gencin her defasında saldırgan Ruslara düşman kalktığını da düşünemedi. Katillerin dininde, ahlakında ve namusunda olmayan büyük bir gerçeklik var bizde. “Kapımızı çalan kardeşimizdir.” Bu gözle görülmeyen ve dile gelmeyen büyüklük, hoşgörülü Türk dünyasının eski olduğu kadar yeni hususiyetidir.
İnsanları kardeş olan bir halk hiçbir silahla yenilemez, asla dize gelmez.
Bundan 161 yıl önce Kırım’da Osmanlı Ordularıyla birlikte Fransızlar ve İngiliz tüfeği de patladığında Birinci Nikolay kalp krizinden gitmişti. Dünya medeniyetlerinin kendisie karşı dikilişine dayanamamıştı.
Son Rus diktatörü Vladimir Putin öldürdüğü Çeçen, Osetin, Gürcü, Kırım Tatarı, Ukraynalı ve Suriyeli Müslümanların ahini çekmek zorundadır. En yakın köpeği olan Çeçen katili Ramzan Kadirov’un telefonlarına çıkmaz olmuş. Kremlin önünde düşen son şehit Nemsov’u da öldürttüğü ortaya çıkan bu katil-başının akıttığı kan Putin’in üzerine sıçrıyor. Kırım Tatarlarına 1940 zulmü ve kitle katliamlar asla unutulmadı. Çeçen halkı zulme karşı yeniden uyanıyor. İçme suyu kaynaklarına zehir, petrol kuyularına dinamit, köylere kanatlı füze, pazarlara varil bombası ve daha neler neler atan savaş katilleri okul ve hastaneleri yıktılar. Semtleri ve şehirleri yerle bir edip yaşanmaz hale getirdiler. Bu vahşetin hesabı sorulmayacak mı? Çocuk çığlıkları, anaların bağrışları, kolsuz, başsız ve bacaksız cesetler kâbusu olanların yarını olamaz. Ve tüm bunların üstünde Amerika Birleşik Devletleri, Büyük Britanya, Fransa, Almanya ve Türkiye’nin Putin’e sen de bir teröristsin demesi katilin dünyasına sis gibi çöktü. Bu defa Rus diktatörü her defasından fazla ve iyice sıkıştı. Çeçenleri, Gürcüleri, Yakın Doğu’yu bombalarken köprüleri yıkmakla kalmadı savaşı da kaybetti.
Rus TV kanalarının en ünlü yorumcusu Vladimir Pozner işte şu yorum yaptı:
“Şahsen benim için Rusya milli menfaatlerinin savunulması ülkemizin ekonomik gücünün artmasında ifade bulur. Biz ekonomik olarak güçlenemezsek, savaşları kaybederiz ve hiçbir alanda başarılı olamayız. Son yıllarda Rusya ekonomik gücünü kaybediyor, iç ve dış politikada belirlediğimiz hedeflerden hiç birine ulaşamıyoruz, bu yüzden Rusya’da alarm çanları çalıyor!”
Birinci Nikolay’ın sonu Putin’in kapısını da artık çalıyor.