Rusya son yıllarda özellikle Batı Balkanlar olarak adlandırılan bölgede varlığını ve nüfuzunu korumak için ciddi girişimlerde bulunuyor. Bu girişimlerin altında yatan sebepler, batı Balkanların birçok ülkesinin istikrarsızlığa sebep olacak farklı türde krizler içinde olması, Rus diplomasisinin ise mevcut koşullardan istifade etmek istemesi olarak belirtilebilir.

Rusya bu politikaları özelde batı Balkanlara stratejik değer vermesinden ve  Avrupa Birliği (AB) ile NATO’nun “avlusunda” sorun çıkarmak istemesinden kaynaklanıyor. Genelde ise NATO’nun Rus sınırlarına yaklaşmasını yavaşlatmak hedefini taşıyor.  Rusya‘nın bölgedeki politikalarının, düzenlenen  Avrupa yanlısı protestoların ardından Rus yanlısı yönetimin yıkıldığı  Ukrayna‘daki devrimden sonra daha agresif hale geldiğini unutmamak gerekir.

Batı Balkan ülkeleri, AB ve NATO’ya üye olma konusunda kararlı. Bu ülkeler açısından NATO şemsiyesi barış, istikrar ve uzun vadeli güvenlik temin ederken, AB üyeliği çok daha hızlı bir ekonomik gelişme, daha sağlam bir demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan haklarına saygıyı sağlıyor. İstikrar ve güvenlik, ekonomik kalkınma için ön koşul niteliği taşıdığından genelde ülkeler önce NATO’ya üye oluyor, ardından da AB’ye. Diğer yandan  Rusya, batı Balkan ülkelerine barış, istikrar ve ekonomik kalkınma sağlayacağına dair tekliflerde bulunamazken, demokratik değerlerin ve insan haklarına saygının geliştirilmesi konusunda da herhangi bir destek sağlamıyor.

-Balkanların Batı’ya entegrasyonu

Batı ile entegrasyon, Balkan ülkelerini birçok yönden ilgilendiren bir konu. Bu bölgenin Batı’ya entegre olabilmesi için ön koşul “istikrar.” İstikrar ise ancak ülkeler arasında güvenin inşa edilebilmesi ile mümkün. Bu açıdan bakıldığında Bosna-Hersek  Cumhurbaşkanı Bakir İzetbegoviç ile  Arnavutluk Başbakanı  Edi Rama‘nın,  Slobodan Miloşeviç‘in politikalarından 180 derece dönerek karşılıklı güven tesisi için  Sırbistan Başbakanı Aleksandar Vuçiç ile daha sık görüşmeyi tercih etmeleri hiç şaşırtıcı değil. Rama ve İzetbegoviç’e göre bu görüşmeler bölgeye olduğu kadar ülkelerin kendisine de faydalı olacak. Görüşmelerle birlikte bu üç siyasetçi bölge için güzel bir hikaye yazmaya başladı. Hikayenin henüz başındayız ve politikacıların bunu bir başarı hikayesine dönüştürüp dönüştüremeyeckleri şu an için meçhul.

Bölgede istikrar olmadığı, ülkelerin kendi aralarında iyi ilişkiler geliştiremediği ve ekonomik işbirliğini derinleştiremedikleri sürece ekonomik kalkınma mümkün değil. Bu bölgenin kendi bünyesine entegre olmasını amaçlayan Batı, Balkan ülkelerini iyi komşuluk ilişkilerinin geliştirilmesine, karşılıklı saygıya ve ekonomik işbirliğinin derinleştirilmesine yönlendiriyor ve bu doğrultudaki politikalar, kuşkusuz bölgedeki tüm ülkelerin yararına olacak. Ayrıca  Priştine ile  Belgradarasındaki ilişkilerin normalleştirilmesi de sağlayacak.

-Rusya’nın Batı Balkanlardaki girişimleri

Rusya’nın Batı Balkanlar’daki politik girişimlerine zemin teşkil eden başlıca iki sebepten sözedilebilir. Birincisi, bölgedeki birçok savaştan sonra bazı ülkelerin AB ve NATO’ya tam entegre olmayı başaramayıp “Avrupa’nın dağınık bahçesi” olarak kalması. İkincisi ise bu ülkelerdeki siyasetçilerin yolsuzluklarına ve toplumları  Avrupa değerleri yerine kaba milliyetçiliğe teşvik etmelerine AB’nin sessiz gözlemci konumunda kalması. Genişleme yorgunu AB’nin Balkanlar’a yönelik proaktif politikasını “demokrasi pahasına istikrar” politikasıyla değiştirmesi bu sonuca neden oldu. Böyle bir ortamda yönetici elitler çok güçlü ve zengin olurken, insanların çoğu yoksul hale gelmiş durumda.

Moskova,  Slovenya‘da,  Hırvatistan‘da,  Bulgaristan‘da ve  Arnavutluk‘ta kendi varlığını tahkim edecek girişimlerde bulunmak için gerekli alana sahip değildi.  Putin, bu dört ülkede aradığı hiçbir şeyin olmadığını anlamıştı.  Bulgaristan ve  Slovenya uzun zamandır AB ve NATO üyesi,  Hırvatistan da aynı şekilde.  Arnavutluk ise NATO üyesi ancak AB’ye girmek için açık bir eğilimi mevcut.  Rusya‘nın hedefi Kuzey Atlantik İttifakı’na entegre olmamış devletlerdi; çünkü onlar aracılığıyla söz konusu ittifakın genişlemesi önlenecekti. Gaz dağıtımı, ekonomik yatırımlar ve büyük altyapı projeleriyle  Moskova,  Sırbistan‘da,  Karadağ‘da,  Bosna Hersek‘teki küçük entitede (Republika Srpska) ve  Makedonya‘da nüfuzunu artırdı. Bu ülkelerdeki aşırı yoksulluk, işsizlik, gençlerin hiçbir gelecek perspektifine sahip olmaması ve  Avrupa‘dan gelen yatırımların yavaşlaması  Rusya‘nın işine geliyordu.

2014 yılının eylül ayında  Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 69. oturumu sırasında  Moskova‘nın,  Karadağ,  Makedonya ve  Bosna Hersek‘in NATO’ya tam üyeliklerinin kabul edilmesi perspektifine nasıl baktığı sorusuna  Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov, bu yöndeki adımları açık bir şekilde NATO’nun yanlış politikası ve provokasyonu olarak algılamakta olduğu yanıtını verdi. Bu açıklama,  Rusya‘nın bu ülkelerin Batı’ya yönelme konusundaki kararlılıklarına ve kendi geleceklerine karar vermede egemen olma haklarına saygı duymadığına dair açık ve net bir sinyalden de öteydi.

-Küçük  Karadağ‘dan büyük darbe

Karadağ’daki büyük Rus yatırımlarına rağmen Podgorica yönetimi geleceğini NATO üyeliğinde aramaya karar verdi.  Karadağ‘ın bu kararı, baskılar ve tehditlerle bu küçük ülkenin Kuzey Atlantik İttifakı’nın üyesi olmasını engellemeye çalışan  Moskova‘nın büyük endişeler duymasına neden oldu.  Rusya, meşru hükümeti zorla indirmeye çalışan muhalefetin bir kısmını desteklemeye başladı, bununla aynı zamanda  Karadağ vatandaşlarının çoğunun modern, Avrupai, güvenilir ve AB ile NATO’ya dahil olmuş bir  Karadağ için ortaya koydukları irade de engellenmek isteniyordu. Aralık ayında NATO üyesi devletlerin bakanlar kurulunda 28 ülkenin dışişleri bakanları  Karadağ‘ı İttifakın 29. üyesi olmak üzere davet etmeye karar verdi. Bu karar ile  Rusya, tüm baskılarına ve tehditlerine karşın bu küçük ülke karşısında yenilgiye uğradı. Bugün  Karadağ, Rus politikasının etkili olabilmesi için hiçbir ortamın mevcut olmadığı bir ülke haline geldi. İttifakın şemsiyesi altında bulunan bu küçük ülke, AB’ye katılmak için  Brüksel ile başarılı bir şekilde müzakerelerini de sürdürüyor.

-Sırbistan’ın tercihi AB

Balkanlarda  Rusya ile Batı’nın nüfuz mücadelesine sahne olan diğer bir ülke de Sırbistan.  Slobodan Miloşeviç rejiminin düşmesinin ardından  Sırbistan, adım adım yönünü  Brüksel‘e çevirdi. Başbakan Aleksandar Vuçiç, devletin AB’nin bir parçası olması gerektiği konusunda hiçbir tereddüt taşımıyor. Avrupalı olma yolunda verdiği acı tavizler sonrası  Sırbistan, AB üyeliği için müzakerelerin başlaması ile ödüllendirildi.  Belgrad yönetiminin  Brüksel‘e yaklaşımı bölgede daha yapıcı bir faktör olarak değerlendiriliyor. Bugün  Sırbistan, hem  Belgrad‘ın hem de  Washington‘un memnun olacağı şekilde Kuzey Atlantik İttifakı ile işbirliği içerisinde.  Sırbistan vatandaşlarının NATO tarafından bombalandıklarına dair taze anılara sahip oldukları dikkate alındığında bu tür bir işbirliği daha birkaç yıl öncesine kadar tasavvur edilemezdi. Şimdi Sırp medyasında görüşlerini açıklayan askeri analistler de  Sırbistan‘ın geleceğini AB ve NATO üyeliğinde araması gerektiğini savunuyorlar. Bu eğilimin devam etmesi halinde zaman geçtikçe  Rusya‘nın bu ülkenin siyasetine etki etme imkanının giderek azalacağı öngörülebilir.

-Bosna Hersek’in AB ve NATO yolu

Şüphesiz Balkanlarda  Rusya politikalarının en büyük zararını  Bosna Hersekgörüyor.  Bosna Hersek‘e bağlı Sırp Cumhuriyetinin  Cumhurbaşkanı Milorad Dodik’in  Putin‘den aldığı destek ciddi boyutta.  Rusya‘nın  SaraybosnaBüyükelçisi Petar İvancov, 2014 yılının kasım ayında,  Rusya‘nın  Bosna Hersek‘in NATO üyeliğine karşı olduğunu ve bundan dolayı  Avrupa Birliği Barış Gücü’nün (EUFOR)  Bosna Hersek‘teki misyonunun uzatılması oylamasında çekimser oy kullandığını açıklamıştı.

Bununla beraber  Bosna Hersekliler, savaştan bu yana ilk kez devlet düzeyinde işleyen ve ülkeyi AB ve NATO üyeliğine yönlendirmeyi başaran bir hükümete sahip. Geçen ay  Bosna Hersek, AB’ye üye olmak için güvenilir, inandırıcı bir başvuruda bulundu ve iki yıl içerisinde müzakerelerin başlanacağı yönünde beklentiler mevcut. Kuzey Atlantik İttifakı’na üyeliği ile ilgili ise  Bosna Hersekordusunun gerekli tüm standartları karşılamaya hazır olduğu ve geriye sadece idari kısım ile siyasi iradenin kaldığı söylenebilir.

-Makedonya’daki siyasi yolsuzluklar

Hassas stratejik dengeler üzerindeki Balkan coğrafyasının nüfuz mücadelesine sahne olan diğer bir ülkesi ise bağımsızlığının ilanından bu yana en büyük krizin içinde olan Makedonya. Ülkenin siyasi sahnesi bugüne kadar hiç olmadığı şekilde kutuplaşmış durumda.

Muhalefetin iktidarı 20 binden fazla vatandaşı dinlemekle suçladığı ve büyük bir siyasi krizin patlak verdiği geçen yıl, Rus  Dışişleri Bakanlığı  Üsküp yönetiminin arkasında durdu ve hükümetin, yabancı istihbarat servisleri yoluyla Batı’nın  Makedonya‘yı istikrarsızlaştırmak istediği tezini ve iktidarın muhalefet lideri aleyhine başlattığı kampanyayı destekledi.  Makedonya‘da muhalefetin iktidara karşı düzenlediği büyük miting günü  Rusya  Dışişleri Bakanlığı, “Batılı organizatörler”in ülkenin istikrarını bozmaya çalıştığı şeklindeki suçlamaların yer aldığı ikinci bir açıklama yaparak yine mevcut yönetime destek verdi.

Makedonya’daki iktidarın  Rusya‘dan aldığı destek, AB’nin ve ABD’nin Makedon yetkililere olan güvenini kaybetmesi sayesinde mümkün olabildi. Mevcut koşullarda  Rusya,  Makedonya‘yı  Brüksel kapılarından  Moskova kapılarına getirmek ve ülkeyi “Kremlin tarzında” idare eden  Üsküp yönetimi ile ortaklık ilişkileri kurarak nüfuzunu genişletmek için fırsat kolluyor. Öte yandan  Makedonya‘da AB ve NATO üyeliğine verilen destekte, anti-NATO ve anti-AB duyarlılığı yayan hükümete yakın gazetecilerin çabalarına bağlı olarak bir düşüş görüldüğü de dikkat çekiyor.

Bununla beraber AB ve ABD,  Makedonya‘daki siyasi gelişmeleri yakından izliyor. Baskı altındaki en büyük iktidar partisinin mitinglerinde her ne kadar  Rusyabayrakları hakimiyet gösterse de yönetim, ülkeyi AB’nin ve NATO’nun bir parçası olarak gördüğüne dair açıklama yapmak zorunda kaldı. Vatandaşların büyük bir çoğunluğunun NATO ve AB üyeliğini istemesine rağmen iktidardaki partilerin kendi çıkarlarını korumak amacıyla  Makedonya‘yı  Rusya‘ya yönelmiş görmek istediklerine dair şüphe yok.

Sonuç olarak  Ukrayna krizinin ardından Batı’nın uyguladığı ağır ambargolar, Ruble’deki büyük değer kaybı ve düşen petrol fiyatlarının yol açtığı ekonomik sorunlarla uğraşan  Rusya‘nın, bu alanda her fırsatı değerlendirmeye çalışmasına karşın genel anlamda Batı’ya yönelmiş olan batı Balkan ülkeleri üzerinde dayatma gücüne sahip olamayacağı öngörülebilir.

Reklamlar