Genç askeri ataşe yeni atandığı Bulgaristan’ın Sofya kentinde dolşmaya çıkar. Vitoşa caddesi üzerinde biraz oyalandıktan sonra Türk Büyükelçiliğinin olduğu Çar Osvobodille Bulvarı’na yürür.
Kent parkının yanındaki Büyük Bulgar Oteli’nin bahçesinde oturup kahvesini içerek çevresini izlemeye başlar. Otelin en büyük özelliği, tüm gazetecilerin, avukatların, devlet memurlarının, sanatçıların uğrak yeri olmasıdır. Tam bu sırada otelin bahçe girişinden üzeri şayaktan bir giysi, başında kalpak ve ayağında çarıklarıyla bir köylü girer. Mustafa Kemal gibi orada oturan herkes otelin bar haline getirilmiş bahçesine giren bu adama dikkat kesilmiştir.
“KÖYLÜ YURDUN EFENDİSİ OLMADIKÇA…”
Garsonlar hemen koşarak, adamın girişini engellemeye çalışırlar. Adam şaşkındır ve bilmeden bir otelin bahçesine girdiğini fark etmiştir. Şaşkınlığı uzun sürmez. Masalardan birine oturmak üzere yürür. Oturur oturmaz da tepesine bir görevli dikilir. Kendisine servis yapılmayacağını bu yüzden de masayı ve otel bahçesini terk etmesini söyler. Şayak giysili köylü hiç aldırmaz, oturmaya devam eder. Ardından otelin müdürü gelir, aynı şekilde oteli terk etmesini söyler.
Köylü elindeki değneği kaldırarak, “Bulgaristan benim alnımın teriyle doyuyor, onu koruyan benim tüfeğim.”
Otel müdürü hemen polis çağırır. Ama köylü polise de direnir. Otel garsonları çaresiz adama servis yapmak zorunda kalırlar. Mustafa Kemal yıllar sonra arkadaşlarına bu olayı şöyle anlatır:
“İşte Türk köylüsünün de böyle olmasını istiyorum. Bizim köylümüz yurdun efendisi olmadıkça Türkiye ilerleyemeyecektir.”
Mustafa Kemal’in bir ülkenin kalkınması konusunda binlerce fikri vardır, bunlardan en önemlisi de müziktir. Bir ülkenin müziğinin evrenselleşmesi oranında o ülkenin medeniyet seviyesine daha çabuk ulaşacağına emindir.
Aslında müziğe olan tutkusu Paris’te izlediği operalardan sonra gelişmiştir. Bu sevgisini Bulgaristan’da da sürdürmeyi ister. Bulgaristan’a yeni atandığında, Sofya’da opera binası olduğunun bile farkında değildir.
Sofya’ya indikten birkaç gün sonra duvarlarda Bizet’nin ünlü Carmen eserini görünce çok şaşırır. Oyunda Hristina Morfova ve Stefan Makadonski birinci kastlar olarak sahne almaktadır ve Mustafa Kemal bu iki ismi de çok iyi bilmektedir. Dostu Şakir Zümre’den kendisine bilet sağlamasını ister. Şakir Zümre, güçlükle iki bilet bulmayı başarır.
Her şey Mustafa Kemal’in beklentisinin üzerindedir. Operada söyleyene hayran kaldığı kadar opera izleyicisine de hayran kalmıştır. Dekorlar ise dünyanın en iyi opera sahneleriyle boy ölçüşecek durumdadır.
Ara verildiğinde, Bulgaristan’ın bir numarası Çar Ferdinand Mustafa Kemal’i locasına çağırır. Ferdidand, daha geleli birkaç gün olmasına rağmen adından çok söz ettiren bu Osmanlı subayını merak etmektedir.
Ferdinand Mustafa Kemal’i büyük bir nezaketle karşılar ve sorar: “Operamızı nasıl buldunuz Mösyö?”
Mustafa Kemal gerek operanın sahnelenmesinden gerekse Ferdinand’ın olağanüstü nezaketinden çok etkilenmiştir: “Olağanüstü güzel,” diye yanıtlar.
Paris’te izlediği operalar sırasında aklına gelmeyen, Sofya’daki operanın ikinci perdesinde aklına takılır. Türkiye’de de böyle bir opera olması gerektiğini düşünür. Mustafa Kemal’in aklına belki somut olarak ilk kez müzik sanatının insanları birleştirici ve barışçıl niteliğinin varlığı düşer. Müzik bir evrensel dildir ve bunun en üst aşaması da klasik müzik ve operadır. Çağdaş çok sesli Türk müziği ve operasının kurulmasının gerekliliğini tüm iliklerine kadar hisseder. Bunun meyveleri de Cumhuriyet kurulduktan sonra kendini gösterecektir.
“NEDEN BİZİ YENDİKLERİNİ ŞİMDİ ANLIYORUM”
Gösteriden sonra Şakir Zümre onu Büyük Bulgar Oteli’ne yemeğe götürür. Mustafa Kemal burada Savunma Bakanı General Koçayev ve eşi Anna Koçayeva ile tanışır. İkisi de gün görmüş ve nazik insanlardır. Söyleşileri de yarı Fransızca yarı Türkçe kaynaşır gider. Yüksek sesle ve büyük coşkuyla izledikleri operanın eleştirisini yapmaktadırlar. Yemek bitip de dağılma saati geldiğinde Kovaçeyev ailesi Mustafa Kemal’i evlerine, bir kahve içmeye davet ederler.
Daha sonra mutlaka uğrayacağını söyleyen Mustafa Kemal, geç bir saat olduğunu ve dinlenmesi gerektiğini nazik bir dille aktarır. Aslında coşkusu onu uyutmayacak kadar artmıştır. İçinden Kovaçeyevlerin davetini kabul etmek geçmektedir, ama Şakir Zümre’ye attığı kısa bir bakış sonrası bunun doğru olmayacağına karar verir. Kovaçeyevleri uğurladıktan sonra, Şakir Zümre ile de vedalaşıp odasına çekilir.
Uyku tutmaz. Odasında bir ileri bir geri dolaşmakta, yaşadığı olağanüstü geceyi sindirmeye çalışmaktadır. Sonunda dayanamaz ve odasından çıkar, Şakir Zümre’nin kapısını çalar.
“Şakir,” diye seslenir. “Uyumuyorsan biraz konuşabilir miyiz?”
Şakir Zümre uykulu gözlerle kapıyı açar. Şaşkındır. Beklenmedik bir anda karşısında bu heyecanlı delikanlıyı bulmuştur yine. Daha kapıdan girer girmez Mustafa Kemal operayı anlatmaya başlar. Şakir Zümre sözünü kesmeye çalışır, “Mustafa, biliyorsun beraber izledik…” diye, ama susturmak ne mümkün. Mustafa Kemal büyük bir coşkuyla operayı anlatmayı sürdürmekte, zaman zaman heyecanından gecenin geç saati olmasına rağmen sesini yükseltmektedir.
“Neden bizi yendiklerini şimdi daha iyi anlıyorum Şakir,” diye haykırır. “Müziğin ne büyük bir güç olduğunu anladım. Kuzum Allahaşkına, bu ülke bu müzisyenleri ne ara yetiştirdi? İnanamıyorum Şakir, opera binaları bile var. Hem de olağanüstü bir mimarisi var binanın. Bizden ne kadar ilerideler…”
“Şimdi bizi Balkan Savaşı’nda neden yendiklerini daha iyi anlıyorum.” diyordu. “Bu artistleri yetiştirmeyi ne zaman başardılar? Opera önemli iş, artist gerekli, müzisyen gerekli, dekor gerekli. Baksana bina bile yapmışlar.”
Şakir Zümre hala şaşkındır. Savaşın, yenilginin, bir ülkenin kalkınmasının operayla ne ilişkisi olduğunu çözmeye çalışmaktadır. Mustafa Kemal’in içkiyi biraz fazla kaçırdığını düşünmektedir. Bir sonra gelen haykırış Şakir Zümre’yi adeta yerine mıhlar:
“Acaba bizim de bir operamızın olacağı günü görebilecek miyim?”
Artık karşısında Şakir Zümre’nin olduğunu bile unutan Mustafa Kemal, ileride Anadolu’da veya İstanbul’da bir opera kurulduğunu hayal etmeye başlar. Yeri aklındadır, salon dekorunu kafasında yaratmıştır ve kalabalığın en önünde mutlu mutlu opera dinlemektedir.
Şakir Zümre onun gerçekten içkiyi fazla kaçırdığından emindir artık.
Mümtaz İdil – Odatv.com