Rafet ULUTÜRK
24 Kasım 2017
Konu: Değişmeyen kuralların etkisi altındayız. Azınlık olmamız kimseyi korkutmasın!
Balkan ülkelerinde azınlıklar sorunu derin mevzulardır. Bulgaristan 2017’de Batı Balkanlar’daki Bulgar azınlıkları konusunu iyi yakaladı. Düne kadar esemesi okunmayan, yaşadıkları yerlerin adı bilinmeyen Arnavutluk’taki Bulgar azınlığı “milli azınlık statüsü kazandı. Hakları yasallaştı. Tirana meclisinde onaylandı. Şimdi Sofya hükümeti 30 ile 50 bin kişinin yaşadığı dağlık köylerde okul, kültür evi, yol, kütüphane, internet kaffeler, sinema salonları, amatör sanat toplulukları, sağlık ocakları kurup çalıştırmak ve orada Bulgarlığı yaşatmak için kesenin ağzını açmaya karar verdi.
Bu başarının elde edilmesine vesile olan ise Arnavutluğun Avrupa Birliği’ne katılma arzusu oldu. Bulgaristan sizde yaşayan “Bulgar topluluğunu milli azınlık olarak tanımazsanız, bu işi bozarım, engellerim” deyince, çözülmeyen mesele ansızın çözülüp kanunlaştı. Uluslar arası diplomaside bunun adı şantajdır. Millet “o insanlar Makedon’dur” dedi ve neredeyse ayaklandı ama bir şey yapılamadı, olan oldu, konu kapandı.
Bu olayın 2 aylık ömrü var yok. Şimdi Kosova Bulgar azınlığı gündemde! Kosova da Avrupa Birliği’ne üye olmak arzusundadır. Bulgar diplomasisi aynı kozu oynadı. “Sizde yaşayan Bulgarlara azınlık hakkı tanınacak” dedi. Kestirip attı. Şu an Priştina’da Bulgar milli azınlığının haklarının tanınması evrakları hazırlanıyor, meclise sunulacak, onaylanacak. Sonra Bulgar okulları kurulacak. Bulgar hastaneleri açılacak. Bulgar Kültür evleri üzerinde bayrak dalgalanacak vs.
20.yüzyılda “azınlık” , “milli azınlık”, “milli azınlık özerkliği”, “milli azınlığı kültürel otonomisi”, “azınlıkların egemenlik ve bağımsızlığı”, “azınlık statüsü” vb konular sürekli yazıldı, çizildi. Bu konularda binlerce bilimsel tez savunuldu. On binlerce bilim adamı doktor ve profesör oldu. Ne ki, birçok olumlu gelişmeler olmuş olsa da, azınlık haklarımız, kolektif kimliğimiz Anayasa’ya işlenmedi, kanun maddesi olmadı.
1919’da Birinci Dünya Savaşı’nın sonuç belgelerini imzalayıp kabul eden uygulamaya başlayan Bulgaristan Başbakanı Aleksandır Stanboliyski ulusal etnik azınlık haklarımızı tanımıştı. Okullarımız devlet desteği gördü. Sivil toplum örgütlerimiz kuruldu. Atatürkçü gençlik kanatlandı. Baş Müftülüğümüz Şumnu’da Nüvvab ve Öğretmen Okulu kurulması çabalarına hız verdi. Öğretmenlerimiz ders kitaplarını kendileri yazmaya ve ana-babalardan toplanan bağışlarla basmaya başlamıştı. Osmanlı Devleti ile Bulgar Krallığı arasındaki diplomatik görüşmelerde Bulgaristan Müslümanlarının durumu, hak ve özgürlükleri, geleceği, eğitim sorunları masaya yatırıldı. Sözleşme ve tutanaklara işlendi.
1945’te İkinci Dünya Savaşı sona erince meydana gelen değişikliklerle, özellikle faşist monarşi idaresinin Müslüman Türk azınlık üzerindeki baskı ve terör izlerini sarmak ve Türklerin kültürel haklarını tanıyarak kendilerini sosyalizm uygulamasına kazanabilmek öncelik kazandı. Birçok ılımlı tedbir alındı. Bunların başında kapanan Türk okulları açıldı. Ders kitapları basıldı. Türklüğü yaşatma davası yeni yeni adımlar attı. Basım evi kuruldu, Türkçe gazete ve dergiler çıkmaya başladı. Kitaplar basıldı. Orta ve yüksek eğitimli Türk aydın tabaka oluştu. Pedagoji okullarında kadrolar eğitildi. Hatta Sofya Üniversitesinde birkaç fakültede Türkçe eğitime geçildi. 1947 Anayasına işlenmemiş olsa da, fiiliyatta Bulgaristan Türklerine eğitim ve kültür alanlarında otonomi tanınırken, din hakları, Müslüman yaşam tarzı, Müslümanlar arasında serbest etkileşim kapıları ardına kadar açıldı. Türk kimliğinin oluşmasında Kırcaali, Şumen ve Razgrat Türk Tiyatroları, köy ve kentlerde kurulan yüzlerce özenci sanat topluluğu, Türk halk sanatı festivalleri, yarışları, Sofya Radyosu’nun “Bulgaristan Türklerine Mahsus Yayınları” özel rol oynadı. “Halk Gençliği” ve “Yeni Işık” gazeteleri, “Yeni Hayat” dergisi, şiir ve öykü derlemeleri, aydınlarımızın köy köy dolaşarak halkla kaynaşması çok yararlı oldu. Halkın ruhu ateş aldı. Bulgaristan Türklüğü kanatlandı.
İşte bu iki örnekte biz Bulgaristan Türklüğünün siyasi durumdan faydalanarak iki defa “kültürel otonomi” haklarını elde edebildiğini görebiliyoruz. O yıllarda reel başarıya ulaşılabildiği ortadadır. O yıllarda Türk nüfusun ruhunun pekiştiği, güçlendiği ve tüm halkı yeni bir medeniyet arayışına yöneldiği iyi bilinir.
O zaman oluşan durum huzurlu ve sakin gibi görülse de 1951 kitle göçü göz önünde bulundurulduğunda, çok derin bir parçalanma yaşanırken, aklında kültürel şahlanmamızın göçle çok kan kaybettiğimiz bir ortamda meydana geldiği ortadadır. Bugün artık o dönem Bulgar devlet ve toplumunun bekleme moduna girdiğini söyleyebiliriz. Bu huzurlu bekleyiş yılları çok büyük gerginliklere gebeydi. 1957 / 58 ders yılından başlayarak, Türk okullarını devletleştirilerek, Bulgar eğitim sistemine katılması geldi. Ardından 1962’de Çingene nüfusun isimleri Bulgar isimleriyle değiştirildi. Hıristiyanlaştırıldılar. Daha sonra 1913 ve 1934–44 yıllarında geri tepen asimilasyon denemelerinden sonra, 1964’te Pomaklara karşı yeni isim ve din değiştirme saldırıları şiddetlendi. Bu deneme de geri püskürtüldü. Kanlı olayların ve azınlıklar çemberinin sosyalist toplum kuralsızlığınca sıkılması ilk hamlelerini yaptı. Adım adım ilerleyen Bulgar devleti sabırsızdı. Aynı zamanda kan dökmeyi göze alacak kadar cesaretlenmiş, zırhlı araçları azınlık köylerine gönderecek kadarda güçlenmişti.
Bulgar halkını oluşturan etnik azınlık unsurlarından Çingene ve Pomakların yaşadığı çileler Türk azınlıktan ve diper topluluklardan gizlendi. Toplumda insanlar birbirine inanmaz olurken, dayanışma, destek sağlama, hatta cenazelerde beraber olma yasaklanmış, azınlıkları birbirlerinden koparma süreci baskın başlamıştı. Azınlıkların birbirinin durumundan haberdar olması yolunun kesilmesi için özel önlemler alınırken, azınlık grupları birbirine yabancılaştırılıyordu, ilgisizlik yaratılmaya çalışıyordu. “Her keçi kendi bacağından” diyenler çoğalmıştı. Azınlıklar birbirinden uzaklaştıkça, toplum parçalanıyor ve Bulgar unsurun toplumsal eğitim ve kültürün öne geçmesi, taşıyıcı olması ve ulusal kültür üreticisi olmasına büyük paralar harcanıyordu. Yine aynı yıllarda, Bulgar nüfus topluluğunda ve ülkede yaşayan diğer etnik halk azınlıklarında farklı içsel durum kaynamaya ve gelişmeye başlamıştı. Çünkü öncü, belirleyen ve çözümleyen rol üslenen Bulgar etnik topluluğa daha büyük yatırımlar yapılmaya başlandı. Böyle bir ortamda “azınlık kuralı” kendiliğinden işlev üslenir. Ve geçmiş yılların deneyimlerinden kaynaklanan “azınlık kuralı” bize toplumun normal çalışması için ona birkaç müsamahasız, toleranssız ve hoşgörüsüz, fakat aynı zamanda etnik azınlık temsilcisi olarak bilinçli ve militan, eylemci, yön veren kişi gerekli olduğu bilinir.
Azınlık kuralını bilen polis kurumları ajan öncü, militan, yönlendirici ve lider yetiştirmeye olağanüstü büyük önem verir. Örneğin Ahmet Doğan hain-ajanlığıyla ünlüdür. Kendisini Bulgaristan Türkleri kimlik hareketine adamlara kabul ettirmek için hapislere sürünmüş, toplama kamplarında hafiyelik yapmış toplam 3 016 ajanın aramızda çalıştırıldığı daha 1985 yılında açıklanmıştı. Onlardan daha çoğunun bu işlere zorlandığına, tuzağa düşürüldüğü, kader kurbanı olduğu açıklanan dosyalarda sırıtıyor. Sahte liderler, gerçek liderleri saf dışı ekmek, hareketi doğal hedeflerinden, adalet yolundan saptırmak, aynı davaya baş koyan diğer güçlerle birlik kurmak, müttefik olmak, ortak eylem düzenlemelerini engellemek için hazırlanır ve harekete sızdırılır. Örnek olarak Ahmet Doğan’ın 1986 yılında Dobriç’in Barakovo köyünde Necmettin Hak ve arkadaşları tarafından kurulan Bulgaristan Türklerinin Milli Kurtuluş Hareketine lider olarak aşılanması verilebilir. Aşılanan liderlerin ödevi hareketi çökertmek, amaçlarından caydırmak, toslatmak, tavsiye etmek vb olabilir. Bulgaristan Türkleri örneğinde “lider” durumuna getirilen ve halen “sarayda” yaşatılan A. Doğan’ın ödevi, hareketi güçsüz kılmak, sosyalist partiye yamamak, devamlı budamak ve kontrol altında tutmaktır. Şu günlerde, Hak ve Özgürlük Partisi içindeki fikir ayrılıklarından doğan ve fazlasıyla gerginleşen ortam, 20 yıllık milletvekili Ramadan Atalay’ın Sofya meclisi önünde felç geçirip sarı paveli Arnavut kaldırımı üzerine devrilmesine neden olmuştur. Bu işin gerçek nedeninin, onun milletvekili olmazdan önce, Ticaret Müdürü olarak çalıştığı, Balkanların en büyük demir çelik işletmesi olan “Kremikovtsi” metalürji kombinasının çökertilip 1 (bir) US Dolara satılmasındaki rolüne ilişkin dosyanın bir daha açılacağı ve talancı şirket “Multi Gruba” olan hizmetlerinin savcılığa taşındığı haberleri olabilir. Bu araştırmalar derinleştikçe Bulgaristan yeni erken seçimi dört elle çağıracak benziyor.Burada 16 bin işçinin çalıştığı “A” sınıf bir sanayi tesisini “Multi Grup” yönetiminden birkaç kişinin çökertmesi, 3-5 hainin ne kadar büyük zarar verebileceğine de kanıttır.
Öte yandan bir toplumun çöküşü gibi, ekonomik ve ahlak olarak yükselişi de, küçük bir grup insanın ürünü ya da başarısıdır. Kuşkusuz zafere ulaşmak için seçkin kişilerin elini taşın altına koyması gerekir. Toplumsal ibrenin yön değiştirmesi için komitelere, meclislere, sosyolojik araştırmalara, oy vermeye vb işlere gerek duymasından fazla ihtiyaç duyulan birkaç öncünün oynadığı rol yeterlidir. Buna temel olansa asimetridir. Bunun Türkçemizdeki adı toplumu oluşturan parçalar arasındaki bakışımsızlıktır. Etrafımız asimetriyle dolup taşıyor. Örneğin 1989 Mayısında Kemaller (İsperih) yolunda yürüyen isyancı Türk kadınlarının üzerine tanklar sürülmüştü. Ayşe gelin elindeki çapa ile zırhlı aracın üstüne çıktı. “Ben kocamla beraber yaşamak istiyorum” deye sesinin çıktığı kadar bağırdı. Yani eşinin “Belene” Ölüm Kampına sürülmesi, aile simetrisini bozmuş ve asimetrik bir ilişki (denge) oluşturmuştu. Ayşe gelinde bunu protesto ediyor, eşinin hemen serbest bırakılmasında direniyordu.
O zaman Bulgar diktatörü Jivkov, Bulgaristan Türklerini “koyun” gibi görüyor ve karşılarına sürdüğü zırhlı araçları “aslan” olarak gördüğünden, koyunları güdeceklerini sanmıştı. Tersi oldu. Türk kadınları dişi aslanlar olduklarından karşılarındaki koyunları kovalayabildiler. Komünist rejim okumuşların, aydınların, en cesur olanların hepsini tutukladığı için ayaklanma beklemiyordu. Ayaklanma öncülerinin kadınlar olabileceğini düşünememişti. Hele hele koyun sürüsü sandığı Türk kadınları… Başarılı isyan gerçekleşti. Bu isyanı örgütleyen Demokratik Lig kurucuları yalnızca 5 kişiydi. Halkımızı ayaklandırmayı başarabildiler. Bulgaristan tarihinde 20. yüzyılda gerçekleşen en büyük isyan 5 kişi tarafından böyle örgütlenmiş ve yönlendirilmişti… Azınlık kuralı işlemişti.
Kendimizi tanımamız açısından çok önemli olduğundan dolayı Aralık ayında bu konumuzu işlemeye devam etmek istiyoruz.
İlginize teşekkür ederiz.